27 Ağustos 2010 Cuma

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ 1-




‘’Şartlar tamam olunca milletler için ihtilal meşru bir haktır.’’ İsmet İNÖNÜ

Bu şartlar nedir? Nasıl tamam olur? Kim karar verir? Kim tamam eder? Kendiliğinden oluştuğu hiç görülmüşmüdür.? Daha kaç cevapsız soru türetilebilir.? Yada bu soruların cevapları, kişilere, kurumlara, gruplara, partilere göre nasıl meşrulaştırılır.? En nihayetinde, oluşturulan bu şartlar akabinde yerine bize ne verilir.? Bize bunu kim verir? Asıl soru şudur ki demokrasi nedir?

Meseleye en başından bakmak gerekirse eğer;

Herkesin bildiği üzere Demokrasi M.Ö 4. Ve 6. Yy da eski Yunanistan’da ortaya çıkmış bir kavramdır. Demokrasi, Yunancada halk anlamına gelen ‘’demos’’ ve güç, iktidar, kuvvet anlamına gelen ‘’kratos’’ kelimelerinin bir araya gelmesinden oluşmuştur oluşmasına da nedense biz bunu 80 yıldır hep halkın kafasına vurma, kırma, ezme, güç ve otorite oluşturma diye anlamış ve 80 yıldır hep öyle uygulaya gelmişiz ne yazıkki. Zira, hangi dönemde, hangi iktidar tarafından bir nebze olsun ucundan azıcıkta olsa tattırılmışız bu eşsiz kavramın?. Fakat sezarın hakkı sezara düşüncesiyle şu bir gerçektir ki son birkaç yıldır, tarihinde hiç olmadığı kadar demokratikleşme hareketleriyle yüz yüze gelmiş bu necip milletin, can çıkar huy çıkmaz sözünü hep hatırlatan bazı zihniyetlerce altına bombalar konulmuş, önü tıkanmış suni gerginlikler, planlı ayrıştırma, düşmanlaştırma, bölme, yok etme, kafesleme, fişleme, bitirme planları ile karanlıklara sürüklenmeye çalışıldığı da aşikardır.

Tam 80 yıl Demokrasi adı altında bize yaşatılan neydi?

İlk demokrasi denememiz bakın ne acılarla yoğruldu ve bir nesli nasılda ezip geçti. Yoksa kratos mu demeliydim. ? Çünkü burada demos üzerine düşeni her türlü engellemelere, sindirme politikalarına rağmen zorlada olsa gerçekleştirir ama gözleri kapatılır, kulakları tıkatılır, bir varmış bir yokmuş ninnileri ile uyumaya terk edilirken ne acıdır ki bir demos kitlesi dahi ‘’ yıllardır aynı senaryo, varmıymış yokmuymuş karar verin’’ demez, diyemez. Yada var olan nedir, yok olan nedir sorularıyla bu masalın kahramanlarını zorlamaz yada zorlayamaz. Korkutulur, sindirilir.

Oysa olan biten ne bir masal nede bir hikayedir. Tüm gerçekliği ile, tüm insafsızlığı ile yeryüzünde yaşamış hiçbir dine, hiçbir inanca sığmayacak caniliği ile cereyan eder. Bu gün bu topraklar üzerinde yaşayan her bireyin, o dönemde yaşananların ne denli hayatlara malolduğunu, ne denli acılara, zulümlere sebep olduğunu düşünmesi gerekir. O gün yaşananların zatımca dillendirilmesi, hiç kimseyi etki altında bırakmak, baktığım pencereden baktırmak misyonu ile asla açıklanamaz. Naçizane yapmak istediğim, bir devrin sönen ışıklarının nasıl planlı karartıldığı ve iktidar hırsı maksimuma ulaşan aynı güruhun bu gün bunu hangi kisvelerde, hangi boyalı kutularda, evirip çevirip, hangi gerekçelerin altına sığınarak faaliyete geçirme sevdasının aktarılmasından öte değildir. Yoksa o dönemde yaşanılanlar Dede Korkut masalı yada bir şehir efsanesinden mi ibaretti sorusu ile bir dönemin en gerçekçi yüzünü aydınlatmaktır hedefim. Yakın tarihimizde bir çoğumuzun çok net hatırladığı bu acıların, daha dün kapılarımızdan kıl payı, defalarca, yalnızca yüce yaradan’ın merhameti ile bugünkü idarecilerimizin cesareti sayesinde mi üzerimize oluk oluk yağması engellenmiştir sorusunun cevabını da yüce milletimin taktirine bırakıyorum.

Yaşanan bu acı süreçler, değişik zamanlarda değişik kisvelerde her ne hikmetse son 50 yıl içerisinde sayısız defa kapımıza, penceremize bir Azrail edasıyla dayanması tesadüf mü, yoksa tarihi tekerrür mü olduğu da zihinlerimizde dolaşması gereken yegane soru olduğunu düşünüyorum. Taktir edersiniz ki bir yanlış bir kere yapılırsa kaza, iki kere yapılırsa kabahat ve daha da tekrarı halinde affınıza sığınarak ben telaffuz edemiyorum.

Peki nasıl oluyor da bu süreç bazı kesimlerin, bazı grupların, iktidar hırsı hevesi her depreştiğinde kapımıza dayanıyor.? Yoksa suya yollamadan mı testinin akıbetini kestirip kulakların çekilmesi gerekiyor.? Bu kapı kapanacak hissiyatı uyanınca ise bakın neler neler oluyor.

Sözde milliyet, millet, vatan naraları altında bir döneme kan, barut, faili meçhuller armağan eden, devlet-çete-mafya ilişkilerine has adam besleyip, iktidarın her türlü kirli ihalelerine taşören yetiştirip, kendi ırkını, kendi milletini katleden, köşe başlarında kafalarına kurşun sıkan bir zümre ile diğer yandan yine bir ırkın, bir soyun, sözde hak ve hukuk savunucusu ama ne hikmetse o da diğer ortağı gibi özgürlük ve demokrasi getirmeyi vaat ettiği halkının kundaktaki bebesinden camideki dedesine kurşun sıkan, aynı zihniyet ama farklı kimlik altında, nasılda emdikleri kan damarlarına giden yollar kapanacağını anlayınca feryadı figan ediyor duyuyormusunuz.? Nasılda bağırıyor, nasılda gölgeleri ile kavga ediyorlar duyuyormusunuz.?

Peki siz hiçbir sarrafın bağırdığını duydunuz mu.? Kıymetli malı olan bağırmaz. Domatesçi, biberci bağırır ama kuyumcu bağırmaz. Eskiciler bağırır ama antikacılar bağırmaz. İnsanlar bağırırlarken düşünemezler çünkü. Düşünemeyenler ise hep kavga hep feryadı figan içindedirler. Popçular,rockçılar boğazlarını patlatıncaya kadar bağırır ama Dede Efendi, Itri bağırmaz.

Neden böylesine bağırıyorsunuz.?Biz duymuyormuyuz.? Yada göremiyormuyuz.? Çok eski değil yaşananlar, neden bağırıyorsunuz.?

Herkesçe malum olan ilk demokrasi deneyimimiz bakın nasıl doğuyor ve nasıl ipe çekiliyor. Onları duydunuzmu.? Bu ülkenin aydınları, sanatçıları, kanaat önderleri, medyası, siz onların suskunluklarını duydunuzmu.?

Sessizce, kağıtlardan öteye geçemeyen bu çığlığı duydunuzmu.?

‘’Sizlere dargın değilim. sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki, Adnan Menderes, hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme karar-i metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yasayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecekmisiniz ? Sunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendilerinizi yine de 1950'de kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama simdi milletle el ele vererek, Adnan Menderes'in ölümü sizi ebediyete kadar takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna rağmen merhametim sizlerle beraberdir.’’ Adnan MENDERES

Bu gün yargı siyasallaştırılamaz diye bağırıp gırtlağını patlatan, hakkaniyet doğruluk, adalet, eşitlik simsarları, hiç bunu duydunuzmu.?

‘’ Günlerce belliki duymamış bir eş hasretini. Yaşamış taş gibi toprak gibi mahrum acıdan. Ne bilir bir kağıdın canlara can kattığını. Başımız dertte şu her gün geciken postacıdan.’’ Faruk Nafiz Çamlıbel DP Milletvekili

Her köşede, her platformda, yapılan reformların yanlı bir hareket, yargıyı baskı altına almak olduğu hurafeleriyle milletin gözüne baka baka, hala üçkağıt çeviren, zerre vicdanı sızlamayan aydınlar, yazarlar, bürokratlar,zerzevatlar bunu duydunuzmu?

‘’Bana yaşamak kudretini senin mektupların veriyor. İnan ki bazen acaba ben bu dünyanın insanı değilim başka bir seyyareden mi geldim diyorum. Sokakta süslenmiş bir hanım, gülen, neşeli bir insan görünce demek böyle kimselerde varmış diyorum.’’ Berrin Menderes

Bir eşin,bir annenin merhametinden zerre nasiplenmemiş, darbelerle, fişlemelerle, bölüp parçalama ideolleriyle büyümüş, o karanlık sistemin lejyonerleri kadınlar, hiç bunu duydunuzmu?

Yüce Milletin hür iradesinin tecellisine karşılık yoksa bumuydu? Bu günahsız insanları hayata küstüren, yaşama sebeplerini toprağa yollayan, hiç siyasallaşmamış, hiçbir parti yada zümrenin emir erliğini yapmayan yargı sistemi bumuydu.?

‘’ Sevgili karıcığım. Bu gün karar günü. Allah nasıl taktir etmişse öyle olacak. Allah’a ve vicdanıma karşı fevkalade müsterihim,sakin ve mütevekkilim. Biz buradan nakil edileceğiz, gittiğimiz yerden yazarım. Yanımıza yolda ağır olmaması için bir yedek gömlek ve çamaşır alıyoruz. Diğer eşyalarımızı gönderdik. Ben hangi eşyaları bana göndereceğinizi yazarım. Annemin ellerinden öperim. Herkese selam..’’ Hasan Polatkan

Ölüme gidecekleri aylar öncesinden yazılmış, çizilmiş, dönülmez karara bağlanmış ama kendilerinin zerre haberi olmadan, tıpkı gaz odalarına yollanan Yahudiler gibi ‘’ banyo kabinlerine girerken çıkardığınız eşyalarınızı koyduğunuz yeri iyi hafızanıza kazıyın,çıkınca karışıklık olmasın’’ mantalitesiyle, adeta ölüme dalga geçer gibi yollayan demokrasi, insan hakları buydu değil mi.? Bu gün bağıra bağıra savunduğunuz, ne olursa olsun HAYIR, inadına HAYIR dediğiniz çetenin 80 yıldır bize bıraktığı en büyük miras bumuydu.? Yoksa kutsal kitap gibi bellediğiniz, bu gün değiştirilmesine can pahasına karşı durduğunuz bumuydu?

‘’ Canım Büyükbabacığım. Ben seni çok özledim. Ben çok çalışıyorum. Çok yemek yiyorum. Boyum uzun olacak. Akıllı olacağım. Sınıfımı pekiyi ile geçeceğim. Annemi babamı hiç üzmeyeceğim. Beni çok seveceksiniz. Büyükbabacığım size bir resim yaptım. Sizi çok çok öperim..Büyükbabacığımın küçücük Yavuzu..’’ Refik Koraltan’a

‘’Canımdan çok sevdiğim babam. Allah doğruların yardımcısıdır. Sizi gibi bütün hayatını Türk Milleti’nin birliği dirliği selameti için harcamış her bakımdan dürüst ve doğru bir insanın muhakkak ki masum olduğu anlaşılacaktır. Allah’ın rahmetine ellerimi açıp sabahlara kadar dua ediyorum. Ellerinizden hasretle öperim..Kızınız Ayhan Timurtaş’’

Bir partinin dayatması, yargının siyasallaşması, bürokrasinin devletin en saygın kurumlarının parsellenmesi bumuydu.?

‘’Biz onların boyunlarına halkalar geçirdik.Çenelerine dayanan o halklar yüzünden kafaları kalkıktır. Önlerine ve arkalarına set çektik. Gözlerini perdelediğimizden artık göremezler….’’

Her söz sahibini bulur. Söylenen her kelime ne boşadır nede boşluğa.

Duyabiliyor mu sesimi bir devrin kitabını savunan aydınlar..?
Sanki bir romandan alınmış sözler gibi değil mi.? Dramatik, iyi kurgulanmış, her şey yerli yerince tasarlanmış, eksiksiz, kusursuz işleyen bir romanın sayfaları gibi değil mi.? Hayır kesinlikle hayır. Bu yazılanlar, bu yaşananlar, dünyanın en zalim, en cani, en hain yazarının bile kaleminden çıkamayacak kadar acımasız bir hayatın yaşanılmış en gerçeği.

Ve bir dönem kapanıyor….

En adil yargı ile, hiçbir şekilde zerre kadar ne bir kurumun, ne bir şahısın, nede bir ideolojinin etkisinde kalmadan, hüküm sahibi en demokratik bağımsız tarafsız yargı ve hukuk ile… Hiç kimse bağırmadan hatta konuşamadan…..

Yapılan celse sayısı 202. Yargılanan sanık sayısı 592. İfade veren tanık sayısı 1068. Yapılan gizli oturum sayısı 5. Ve KARAR;

Gereği düşünüldü;

Sanıklardan 15 i için ölüm cezasına çarptırılmasına,
402 sanığın müebbet hapisle cezalandırılmasına
135 sanığın beraatine
5 sanığın ise davalarının düşürülmesine …

İşte demokrasi. İşte insan hakları. Ne yazık ki sanıklar dinlenmedi bile, kendilerine savunma hakkı tanınmadı bile. Kendilerini savunabilmeleri için söz bile verilmedi. Belgeler araştırılmadı.

İşte Demokrasi. Yüce Milletin hür iradesi. Bu değimli.? Bir dönem böyle acı, gözyaşı, katliamlar içinde tarihin tozlu sayfalarına kazındı.
Hikaye değil yaşananlar yada bir şehir efsanesi. Geçmişte yaşananlar bilinmezse, çok okunur esamesi. O dönemde yaşanan bu gelişmelerin, sönen hayatların, yüce milletin karartılan istikbalinin sorumluları, planlayıcılar bakın bu gün aynı ağızdan, hem de hiç nefes almadan nasıl bağırıyor. O zamanları hazırlayanların en büyük kozu, altına sığındıkları en büyük gerekçeler, anayasadaki kutsal sözleri silinmeye çalışılınca, bir devir kapatılma yüz tutunca, birilerinin saltanat kayıkları alabora olunca nasıl hep bir ağızdan bağırıyor duyuyormusunuz.?

Bu kanlı süreci hazırlayan nasıl bir demokrasi anlayışıydı.? Bu süreç milletin hür iradesinin tecellisimiydi.? Halkın hür iradesini yağlı urganlara yollayıp, bu millete kan kusturan yine bu milletmiydi.?
Bir dönem binlerce haksızlıkla, binlerce adaletsizlikle kimilerini toprağa, kimilerini dört duvar arasına, kimilerini ise yeni demokrasi girişimlerine rüzgar gibi sürükleyip kapandı gitti. Hiç hesap sorulmadan, hiç açılmamak üzere.

Peki bittimi.? Dayanak, gerekçe ve şartlar hazırlanmak üzere ertelendi.

12 mart 1971 de halkın kafasını eze eze, siyasete, demokrasiye, bu millet mi çekidüzen verdi.?

12 martta sivil toplum kuruluşlarını kapatıp, bir gece yarısı evleri basıp, sebepsiz göz altıları, işkenceli sorguları yapan bu milletmiydi.?
Deniz Gezmiş. Yusuf Aslan. Hüseyin İnan’ı bu millet mi astı.?

‘’ Genel Kurmay Başkanı ve gelecekte Cumhurbaşkanı bizim istediğimizin dışında gelişmesin diye o dönemde Ankara semalarında jetleri uçurup siyasilere bir mesaj amacı olarak antidemokratik bir şeyler yapıldı..’’ Muhsin Batur ( Hava Kuvvetleri Komutanı )

Bakın, nekadar tarafsız, adil, demokratik bir sistem işlemeye başlıyor şimdi. Tıpkı dün olduğu gibi. Ve bağıra bağıra, sadece kör bir inat uğruna HAYIR diye boğazlarını çatlatan bir kitleyi ardına alarak çarklar aynı hızda aynı sistematiklikte nasılda işliyor, işletiliyor. Dikkatle takip ediyoruz.

‘’1973 te Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yine devletin en büyük zirvesine bizim istediğimiz doğrultuda bir paşa geçmeliydi. Başa geçecek paşa, altta yapılan eylemleri, düzenlemeleri, bozmayacak bizim istediğimiz doğrultuda hareket etmeliydi. Bu suretle Faruk Paşa mutlak başa geçmeliydi.’’Orgeneral Turgut Sunalp Genelkurmay 2. Başkanı

Ne tarz düzenlemeler.? Nereler, hangi kurumlar, hangi organizmalar düzenleniyordu.? O düzenlemeler yapılmasaydı ne olurdu.? Bir harekat olmadığına göre yapıldı. Peki o kişiler şu an nerelerdeler ve kime hizmet ediyorlar.? Yoksa bu düzenlemeler olmayınca mı ihtilal meşru hak oluveriyor bir anda.? Yargı hiçbir kişi yada kurumun vesayeti altında olamazdı, tam bağımsız olmalıydı değil mi.? Bunlar muamma. Aslında aynısının tıpkısı bu gün orada ama bakabilene. Her şeyden daha önemlisi bakıp görene.

60 bitti 73’e hazırlık var. Hani benim güzelim ülkemin aydınları, medyası yazarları çizerleri.? Bağımsız yargı, bağımsız hukuk devleti hani.? Size işleyince her yol mübah, millete gelince büyüklere karşı gelmek günahmı yoksa.? Devam ediyoruz.

‘’O zamanın parlamenterleri bizim istediğimiz Cumhurbaşkanı adayını desteklemek ve bize bağlılıklarını belirtmek için sürü ile yanıma geldiler. ’’ Orgeneral Turgut Sunalp

Bakın 73’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri, en büyük demokrasi hareketine, doğrusu bize demokrasi diye yutturulan bir hareketin cereyanına sahne oluyor. Ordu tarafından Cumhurbaşkanı olması şiddetle istenilen dönemin Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Faruk Gürler, bir gecede apoletlerini söküp atıyor ve aynı gecenin sabahında senatörlüğe seçiliyor. Kim tarafından ve nasıl.? Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise ordunun tüm komuta kademesi resmi kıyafetleri ile senatoda yerlerini alıyor,salonu hınca hınç dolduruyor ve dönemin siyasetine sıkı bir demokrasi dersi veriyor. Ya seçersiniz yada… Yadası 60’da malum.

Bugün meydanları inleten, milletin teslimine kendini adamış,teslim olup halkını teslim almaktan başka hiçbir emeli olmayan siyasiler, aydınlar bir kere olsun bırakın bağırmayı en küçük kelime çıkıyor mu ağızlardan.?
Bu gün baskı ve dayatma var, bir partinin hazırladığı metne inadına HAYIR diyen okumuş, aydın, toplumun kanaat önderleri, nasıl bir baskı var.? 73’de olduğu gibi, Büyük Millet Meclisinin avlusunda tanklar mı var. Yada seçim salonlarında ‘’istediğimizi yapmazsanız sizi perişan ederiz’’ diyerek tepemizde jetlerle sorti yapan paşa dedeleriniz mi var.? Seçim sandıklarının başında asker, polis, ‘’EVET demezsen bu salondan çıkamazsın, seni asarız, keseriz…..’’ diyen kolluk güçlerimi var? Bir milletin ekmeğini yiyip gözünün içine baka baka, sizin babalarınızın, dedelerinizin, sizi bir yerlere özenle yerleştirip, gün olur lazım olur diye muhafaza eden gerçek sahiplerinizin istedikleri olmayınca sahte gözyaşlarınız ve demokrasi çığlıklarınız mı var.? Gerçek baskıları, türlü zulüm ve işkenceleri görmüş bir milletin karşına geçip, hiç utanmadan, sıkılmadan, uşaklık ettiğiniz patronlarınızın çıkarları, iktidar sevdalarımı var.?

Okuyan,araştıran, tarihini en doğru şekilde analiz edip gerçekleri gören bir millet var.

Her aşaması ilmek ilmek tarihin şeffaf sayfalarında herkese açık gelişmelerle bakın neler yaşanılıyor.

Bu süreçte dönemin sıkı yönetim komutanı bütün yazılı basını ve ajansları susturuyor ‘’ Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gölge düşmemesi için, seçimlerin ve ülkenin selameti açısından orduyu kızdıracak tüm söylemler ikinci bir emre kadar yasaklanmıştır.’’ Dönemin Sıkıyönetim Komutanı.
Bugün meydanlarda sözüm ona halk için, demokrasi için kılıç kuşanan özgürlükler şövalyeleri yoksa o dönemde hayatta değillermiydi.?

Dönemin en önemli isimlerinden Süleyman Demirel evinde otururken telefonu çalıyor ve yüksek rütbeli bir subay tarafından’’Eğer Cumhurbaşkanı Faruk Gürler olmazsa başına gelecekleri sen düşün…….’’ şeklinde aleni tehdit ediliyor.

‘’ Telefon çaldı. Baktım telefonda bir erkek sesi. ‘’Türk Silahlı Kuvvetleri adına konuşuyorum’’ dedi. Kendisinin Albay olduğunu söyledi. Oldukça sert konuştu. Çok sertleşti ve yanında bulunan bir paşa telefonu aldı. Çok dikkatli olmalısınız ve bu seçimlerde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin adayına oy vereceksiniz.. dedi. ‘’ Nahit Menteşe AP Milletvekili

‘’ Çok iyi tanıdığım bir general beni ölümle tehdit etti. Bende dedim ki ya sizin zorlamanızı kabul ederek siyasi anlamda ölürüm yada ikinci seçenek olarak sizin isteğinizi kabul etmem ölürüm ama ikinci seçenek benim için daha onurlu olur dedim.’’ Bülent Ecevit

Bu kanlı zihniyetten en çok yara almış, en çok kayıp vermiş, belki de en çok acıları çekmiş siyasi ideolojinin sahipleri, inadına HAYIR diye bir dönemim avukatlığına soyunan ve hala o günkü korku imparatorluklarının savunucuklarını üstlenen meydancılar bugün yaşamıyorlarmı.? Her fikrin, her inancın üzerinde derin sigara yanıkları bırakan bir döneme, sahiplerine, nasıl sahip çıkabiliyorlar.? Çok eskilere gitmeye gerek yok, 13 Mart 1973 sabahında Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılacağı salonun bir cephesindeki pencereden bakan her vekil, cepheye doğru konuşlanmış tankları görüyor. Salonda üniformalı subaylar fink atıyor. Neden? Daha fazla demokrasi için. Milletin hür iradesinin özgürce tecellisi için.
Milyonlarca örnek, milyonlarca tarihi an verilebileceğini en az benim kadar iyi bilen ortaklıklar nasıl oluyor da geçmişi unutup köşelerinden, ekranlarından hiç utanmadan, sıkılmadan ‘’Bu bir dayatmadır, Yargının tekele alınması operasyonudur,dayatmalara HAYIR’’ diyebiliyor. Hangi dayatma yüce milletin hür iradesine sunularak getirilebilir gibi basit bir soruyu kendilerine sorma zahmetine bile katlanmadan ve kimler adına bu taşörenlik vazifeleri üstleniliyor.?

Kısacası, Türk Demokrasi tarihi bu cihette sayısız demokrasi girişimleri ile doludur. Örneklerin bolluğu, yaşanan acıların çokluğu, her seferinde ülke ve millet olarak bizi 30 yıl geriye sürüklemiş ve bu günlere kadar ite kalka getirmiştir.

Bir dönem yağlı urganlarla, korku selleri, aç yırtıcılarla kapandı ve bakın daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük ve daha da muhasır medeniyetler seviyesi. Yoksa gerçekten tarih tekerrürden mi ibaretti.? Peki o yaşananlar kime ibretti.?

Bittimi.? Hayır…. Yine en demokratik yargı ve hukuk sistemi hiç olmadığı kadar kapımızı tekme tokat kırarak içeriye zerk ediliyor.

Ve aynı senaryo 1980…….

Bakın yine demokrasi yine biz daha iyisini sizin için en mükemmelini bilir bilcümlesini yaparız diye farklı kimlikler, farklı kişiliklerde, ne cömertler ki bunu üzerimize saçmaya ant içmiş aynı zihniyetler.

‘’Ülküdaşlarım bunlar vatan haini bunlar komünist bunlar dinsiz bunlar imansız katli vacip oldu gayri hesapsız.’’ dediniz binleri kırdınız, kan revan ettiniz. 30 yıl kin ve nifak ektiniz. Diyelim ki haklıydınız. Bu durumu zihinlerimizin bir yerinde saklıyoruz ve devam ediyoruz.

‘’Yoldaşlarım, karındaşlarım, arkadaşlarım, bunlar işbirlikçi, bunlar emperyalist, bunlar faşist, katli vacip kanı helaldir vurun..’’ dediniz. 30 yıl böldünüz, kırdınız yıktınız yaktınız. Diyelim ki sizde haklısınız. Sizi de bir kenarda saklıyor ve iki durumu korele ediyoruz.

28 Mayıs 1999 tarihinde el ele verip, 80 sürecinin en önemli kamplaşmalarından, sol fraksiyonun en keskin ve tek ismi CHP ve yine en önemli kamplarından MHP, bu ülkeyi el ele verip yönetmedinizmi.? İki siyasi görüşü temsil eden, benimseyen, bu uğurda kafa koparan, iki ucu keskin kılıç görevi gören kardeşlerime, bu ülkenin değerlerine, evlatlarına, büyüklerine soruyorum. 80 ihtilalini hazırlayan, o dönemde birer birer toprağın kalbine akan çiçekler, yiğitler, ana kuzuları neden savaştı, neden öldü, neden öldürdü.? NEDEN? Madem el ele verebiliyordunuz, madem uzlaşabiliyordunuz, o olanlar neyin nesiydi? Bir kere olsun düşündük mü bize ne oldu?

Sağcıymış, solcuymuş, komünistmiş, faşistmiş. Olmayan, aslında hiç olmamış, hiç yaşanmamış bir hayal, bir filmmiydi bu? Yoksa bir sistemin, bir sonucun hazırlanması için kiralık figüranlar ve perde… 60’ın izdüşümümü?

Düşünmek gerekiyor. Mutlaka ve mutlaka bu durumun üzerinde günlerce düşünmek gerekiyor. Fevkalade ciddiyetle, tarafsız, mutlaka irdelemek gerekiyor.

Hani o dönemin kanlı sokak savaşları, hani ideolojiler, hani ülke satılıyordu, hani Rusya geliyordu, hani Amerika ülkeyi işgal ediyordu.? İşgal edilen beyinler ve bu beyinlerin sinsi planları neticesinde ülkenin ve milletin bir adım daha atamaması için oluşturulan yapay canavarlar ve güç iktidar savaşımıydı olanlar.? Bizden olmayan vatan hainidir, satılmıştır, bir böcek gibi ezilebilirmiydi.? Yahut bu gün, devletin kurumları işgal ediliyor diye yaygara koparıp, halkı tıpkı o günlerdeki gibi kutuplara ayırarak ne yapılmak isteniliyor.? Biz hiçbir adım atamayacakmıyız.? Bu devlet, bu millet ne zaman kendi başına hür iradesiyle bir reform yada bir fikir üretmeye kalksa bu canavarlar mezarlarından hep hortlayacakmı.? Bu kan emici yaratıklar nasıl oluyorda hiç enerjilerini kaybetmeden 80 yıldır aynı ferle, aynı nefesle ensemizde bitiveriyor.? Hırsız suçluda ev sahibinin hiç mi suçu yok.? Evet, bir piyasada malın değerini belirleyen arz talep dengelerine has, aynı suretle bizler bu uğultuları, bu ulumaları, bu naraları duydukça, kulak kabartıp ne diyor dedikçe öyle zannediyorum ki yüzyıllar boyu çok sesler daha duyacağız.

Zaman hızla ilerliyor…
Ve 21.yy da aynı güruh, aynı zihin, aynı perde. Yine demokrasi pazarlamacıları, yine bir ırka daha çok demokrasi, daha çok özgürlük. Tarih tekerrürden ibaretmi.? Yoksa tarihi yazanlar milletmi.?
Silah mı demokrasi, mayın mı demokrasi, çatışma ve kan mı demokrasi.?
Hepinizin malumu üzere şeytanca bir pazarlamacılık kabiliyeti asla sonradan yerleştirilebilecek bir meziyet değildir. Zira ihtiyaç olunan bir malı, bir fikri, bir hareketi herkes satar. Oysa şeytani bir pazarlamacı olarak her değer göz ardı edilecek, başarı için önce pazar oluşturulacak ve ardından bu pazarda size ihtiyaç yaratacaksınız. Öyle olmalıdır ki insan değil, kanı emilecek bir besin kaynağı olarak gördüğünüz müşteri, en iyi malın sizde olduğuna, siz olmazsanız aç kalacağına yada çok daha fazla emek çok daha fazla bedelle o ürüne sahip olacağına inandırılmalıdır. Bunu başardığınızda işinizin yüzde 60 lık kısmını tamamlamış olursunuz. Geriye sizin oluşturduğunuz pazarda, sizin satacağınız ürünü yahut oyunu tezgaha koymaktan başka hiçbir şey kalmayacaktır. Ama unutulmaması gereken en büyük mesele ve sizi sonsuz başarıya götürecek yegane düstur iyi niyet ve hakkaniyettir. Eğer bu düsturu göz ardı ediyorsanız eninde sonunda alemlere örnek batışınız ve tüm insanlık önünde eninde sonunda rezil rüsva oluşunuz kaçınılmaz olacaktır.

Bakın Pazar nasıl oluşturuluyor ve nasıl tezgahlar açılıyor. Ama en önemli kriter, halk için, hak için ve illede samimiyet, illede iyi niyet bakın nasıl es geçiliyor. Ne yaparsanız yapın her fiiliyatınızda her sözünüzde olmazsa olmaz, ana iskelet, hakkaniyet ve iyi niyet çıkınca bakın geriye nasıl şeytanlıklar kalıveriyor. Bakın tüm değerleri, medeniyeti, insanlığı ile bir bölge üzerinde nasıl oyunlar oynanıyor, nasıl siyasi rant alanı haline dönüştürülüyor, insanları kandırılıyor, sömürülüyor ve asıl zararın en kanlısı nasıl veriliyor. Dahada acısı şeytanca emellerini satmak üzere bir bölge ve insanı nasıl pazar gibi görülüp doğuştan şeytan olanların oyuncağı haline nasıl getiriliyor.

Bu sefer doğuya demokrasi, sınıra eşitlik ve hürriyet. Yine aynı hürriyet ve demokrasi sorunları, yine sahnede 12 eylülün torunları.
60 bitti 12 mart gitti 12 Eylül çoktan unutuldu 2010 ama sanki biz bunu daha önce görmüştük diyor insan. Aslına bakarsanız olaylar farklı ama emin olun kişiler hep aynı.

Şimdilerde ise yine milleti kamplara ayırma, yine bir yara yaratıp üzerine tuz basma zamanı diye gece gündüz türlü entrika, türlü kirli senaryo üretenler bu sefer kancayı Doğuya atıyor. Onlarda sanıldığı kadar saf değil, nerden ekmek çıkar herkesten iyi biliyor.
Sizi temin ederim hepsi krallar gibi yaşayıp kuş sütüyle besleniyor, bunun kaynağıda doğudan ve Avrupa’da gece gündüz çalışıp kandırılıp yada tehdit edilip sömürülen insanımızdan geliyor.

Kürt kökenli kardeşlerimizin sorunu silah mı? Katliam mı ? Şehirlerde ortalığı ateşe verip kan ve göz yaşı akıtmak mı? Ama biz biliyoruz ki PKK silah bırakıp eylemsizlik kararı verirse ve kürt olduğu için değil insan olduğu için, itilmeden horgörülmeden, ötekileştirilmeden, eşit şartlarda bu topraklarda omuz omuza, kardeşçe yaşarsak, tıpkı geçmişte olduğu gibi, o zaman ne BDP ne PKK nede kürt halkımızın acılarını, beklentilerini, hayallerini kullanıp bu yolla kendilerine maddi ve manevi, siyasi çıkar sağlayıp, bu yolla beslenen grup, parti, derneklere gerek kalmayacak. Bu korkuyla insanımızı ayıran, yabancılaştıran, hiçbir kişi yada siyasi gruplara gerek kalmayacak. Peki şimdi soruyorum, bu kanayan yaradan nemalanan partiler ve terör örgütü o zaman neyi kendine düstur edinecek, neyle siyaset yapacak, nerden palazlanacak? Doğuya huzuru, demokrasiyi, bu aç kurtlar mı sağlayacak?

Doğuda evleri basıp yakıp yıkan, kundaktaki bebeğe kurşun sıkan, bir elini kana batırmış, diğer eli bal kaymak dünyanın en güzide ülkelerinde şatolarda yaşayan bu canavarlarmı sağlayacak.?
Aslında şu unutulmamalıdır ki medeniyetlerin beşiği oluşu, her türlü zenginliği barındırmasıyla, iklimi, coğrafi verimliliği ve yeryüzünde tarımın ilk yapıldığı, ilk medeniyetlerin kurulduğu, yer altı ve yer üstü zenginlikleri ile dünyanın incisi olabilecek potansiyele sahip bir bölge, bu şeytanca pazarlıkların, şeytanca emellerin ve kime neye hizmet ettiği açıkça herkesçe bilinen taşören örgüt, parti ve gruplarca çok daha entrika konusu edilecek gibi görünüyor. Taktir edersiniz ki yıllardır kanayan yarayı, dünyanın incisi bir bölgeyi, insani değerlerini, eksiklerini, beklentilerini, üzerinde oynanan oyunları, kirli pazarlıkları, kurulan şeytan sofralarını iki satırda bir paragrafta anlatmak imkansızında ötesinde. Başlı başına bir konu, günlerce konuşulacak kadar karmaşık ilişkiler sarmalı içerisinde önemli bir değer. Ama burada görülmesi gereken bir bölge insanı üzerinden neler yaratıldığı, nelerin yaratılabileceği ve her ne hikmetse bunu bugün ülkenin kaderini, geleceğini, demokrasisini, hukuk sistemini çok düşünüyor gibi görünen, birileri el şaklatınca faaliyete geçen fotoselli beyinlerin, bunları adı gibi bildiği halde emir komuta zincirinden bir şaklama gelmediği için beyinlerinin faaliyete geçememesi yada hiç umursamamalarıdır.

Muhteşem kalemşörler, hukukçular, inadına inadına yaşayan sanatçılar,toplumu yönlendiren satıcılar, hayatında Ankara’dan doğuya bir kere bile geçmemiş ama sanki doğudan hiç çıkmıyor edasıyla konuşan beyinler, Diyarbakır’ın iki ilçesinin adını sayamayacak,Tunceli’yi harita versen 20 dakikada arayıp bulamayacak, Van’a komşu bir ili bile bilemeyecek insanlık şerefinden yıllarca mahrum yaşamış fakat o bölge halkının şerefi, onuru ile oynayıp ekranlarda, meydanlarda çığırtkanlık, partizanlık yaparak o bölgeden maddi manevi siyasi rant sağlayan, o bölgeyi şeytanca emellerini satabileceği pazar gören, o bölgenin acılarını kullanıp bunu batıda çok güzel işleyip satan beyinler bunadamı HAYIR..Bundadamı HAYIR var yoksa. Biraz gerçekçi, biraz adil olabilsek ne güzel olacak her şey oysa.

Tarihinde hiç olmadığı kadar emek, sevgi, kardeşlik, birlik götürülen ve geçmişte yapılan ihmalkarlıklar, eksik bırakılmalar hızla çözülürken, yine birilerinin ekmek kapısı kapanacak, siyasi rant alanı yok olacak korkusuyla, tüm demokrasi, adalet, sevgi ve emek girişimlerinin önünün nasıl insanlık dışı kirli oyunlarla, entrikalarla tıkanmaya çalışıldığı, yazılı ve görsel medyanın bu uğurda bu girişimleri bombalamak için nasıl sayfalarını, ekranlarını çarşaf çarşaf sattığı, bölgeye son yüzyılda yapılan en büyük insani girişimlerin, köprü kurma çalışmalarının, kaynaştırıcı, birleştirici emeklerin, demokrasi atılımlarının ve hepsinden önemlisi iyi niyet ve uzlaşmacı girişimlerin nasıl en büyük vatan hainliği ile karşı karşıya kaldığını tüm ülke olarak çok net görmedikmi.?

Ülke olarak, millet olarak, aksi durum her gün ve her gece adeta beynimize çivi gibi çakılmaya çalışılsa da biz yapılan iyi niyeti, çabayı, emeği gördük. O bölgeyi filmlerin haricinde görmeyen, insanına selam vermeyen, hatta hiç insandan saymayan partizanların, satıcıların, pazarlamacıların, konu çıkarları olunca şehirlerde, metropollerde, ekranlarda nasılda o bölgenin halkı için timsah gözyaşları döküp, kapalı kapılar ardında daha beter olsun yansın kavrulsun ki çatışmalar, ölümler, acılar bitmesin ki biz ekmeğimize bakalım dediklerini de duyduk, gördük çok iyi biliyoruz. Bunu millet olarak da hiç unutmamalıyız. Bu bölgemizin konuşularak asla bitirilmeyecek, kitaplara kütüphaneler sığmayacak değerlerini, zenginliğini, hiçbir zaman kardeşlerine, milletine, devletine ihanet etmemiş onurlu halkını biliyoruz. Kirli emellerini uygulamak için içlerine nasıl dışarıdan mikropların, virüslerin enjekte edildiğini de biliyor görüyoruz. Fakat geçmişte olduğu gibi, onurlu kardeşlerimin, bölge halkımın bunları da ak-ı pak edeceğine yürekten inancım sonsuzdur. Bunlar yüzyıllardır derinlerde kalmış elmasın üzerindeki is, kir lekeleridir ve gerçek sahipleri tarihte olduğu gibi onu ak pak etmeyi bilecek ve türlü sabotajlara engellemelere rağmen hak yerini bulacaktır.

Şimdi dilerseniz Puzzle’ın dağınık parçalarını yan yana getirip resme bir bakalım.

Bu ülkenin ilk, sözüm ona demokratik seçimlerinde, açık oy gizli tasnif yapan yaptıran bu milletmiydi.?
Kapalı kapılar ardında halkın seçtiğini yakıp, pandora’nın kutusunu açıp, bakın işte siz buna layıksınız, yeni sahipleriniz bu, diyen bizmiydik.?
60’da zalimce, insafsızca, kan kokan planları kurup, demokratik yollarla ülkeyi, milleti idare edenleri bir tabur askerin, sözüm ona demokrasi adına, özgürlük adına önüne koyup, aç yırtıcılar gibi saldırıp, tek kelime bile kendini savunmasına izin vermeden, akla imana sığmayacak hakaret, küfürlerle ölüme yollayan bu milletmiydi.?
Mafyaları, çeteleri, kendi siyasi çıkarlarım uğruna kullanıp, sonra üzerine yatan bu milletmiydi.?

Etnik çatışmalar çıksın, ülke kaos ortamına yürüsün, gerekli koşullar oluşturulsun diye, bir ülkenin güzelim değerlerini, bu ülkeye hizmet etmekten başka hiçbir suçu günahı olmayan Hırant Dinkleri, Uğur Mumcuları, Nihat Erimleri, Abdi İpekçileri katleden bu katliamları ihale eden bizmiydik.?Bu milletmiydi.? Bu meclismiydi.?

Yanlışlar yapılmadı mı? Evet yapıldı. Geçmiş dönemlerde gerek Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde yuvalanmış, gerek bürokraside yer turmuş, devletin ve sivil yaşamın bir çok noktasında bu karmaşayı, ayrımcılığı, yıllardır Alevi, Sünni, dinci, laik, Kürt, Türk, Kemalist, Antikemalist, komünist, faşist, Ermeni, Müslüman, Yezidi, Hıristiyan, Süryani, Musevi gibi isimler, inançlar altında, karıştırdıkça karıştırmış, yaktıkça yakmış, gerçek vatan hainleri, gerçek katiller yer almamış mı? Düşünmek, illede tarafsız, sadece hak için, haklının yanında olmak için, asla bir siyasi ideoloji esaretinde kalmadan, kin ve düşmanlık gütmeden, tüm partizanlık ve hesaplaşma düşüncelerinden uzak, en büyük şeref, haysiyet, insanlık onuru adına düşünmek gerekmiyor mu.?

Ama bugün millet olarak, her rengi ile, her zenginliği ile, diyoruz ki YETER. Artık yeter. Bu yüce millet, en demokratik yollarla kendi temsilcilerini seçmiş, meclise yollamış. Her grup, her görüş, kendine yakın hissettiği kişileri seçmiş. Her kişi, her zümre, her fikir, özgürce yüce meclisimizin çatısı altında hiçbir baskı altında kalmadan, kendi fikrini özgürce dile getirirken, hala neden bu düşmanlık, neden bu kin.? Bu oyunlar kime hizmet ediyor.? Kimlere yarıyor, kimlerin cebi doluyor, kimler daha çok popüler olup, daha fazla rant sağlıyor.?

Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle ve sayamadığım tüm zenginlikleri, renkleri ile ülkemin yüce milleti, aynı toprağa gönül vermiş, aynı yaradana inanan, aynı değerleri taşıdığımız milletim, bunların derdi ne özgürlük, ne demokrasi, ne hak ne hukuk. Bu rodeocuların tek derdi, bir santim yol katetmemek, asıl dertleri oldukları yerden düşmemek. Bu kini, bu düşmanlığı daha da alevlendirip, bu kanın üzerinde daha yıllarca, belki de yüzyıllarca sofra kurup, Kürt’ün Laz’ın Türk'ün etini yemek. Biz bunlara inandıkça, biz duygusal davranıp okuyup araştırmadıkça, bunlar çoook daha bizim etimizi yiyip üzerine yakut işlemeli kadehlerde, ceylan derisi koltuklarda kanımızı içecekler.

Cumhuriyet tarihinde güzelim ülkemize birlik için, kardeşlik için, demokrasi için, hak için, bir avuç çimento bile koymayan bir zihniyet, kör bir siyaset, yıllarca insanlarımızı bölmeye, ayırmaya, ötekileştirmeye ant içmiş ve bu uğurda akla imana sığmayacak her türlü kirli entrikayı düzenlemekten uygulamaktan zerre utanmayan bir zihniyet ARTIK BİTTİ. İnansakta inanmasakta BİTTİ. Bunlar son çırpınışlar.

Bu gün, sözüm ona güya bu ülkenin gerçek sahipleri olduğunu iddia eden, yine benim vefakar, cefakar, necip milletimin manevi duygularını yiyip sömüren, ama bu ülkeye en büyük zararı, en büyük düşmanlığı, ayrımcılığı zerk eden, ırkçılıkla, faşizmle ülkeyi yöneteceğini zannedenler.
Ülkeyi bölmekle, parçalamakla görevli diye addettiğin bir siyasi partinin en kilit isimlerinden birine ‘’ Gel….. gel. Gel yanıma otur. Biz bu meclisin renkleriyiz.’’ diyerek, tıpkı PKK gibi ‘’Ben Kürt halkının tek savunucusuyum’’ deyip önce Kürtleri katletmenin milliyetçilik olduğunu sanan bu anlayışı çok açık görmek gerek.

Dertlerimiz büyük bunu biliyoruz. Ama çözüm? Çözüm saldırmak mı? Çözüm küfretmek mi? Çözüm savaşmak mı? Çözüm inadına yaşamak mı?
Çözüm, 80 yıldır bu ülkenin her köşesinde örülen örümcek ağlarını artık görerek silip süpürmek mi? Uzlaşamazmıyız.? Konuşamazmıyız? Kaynaşamazmıyız.? Doğulusuyla batılısıyla ülkemin her rengi ile 800 yılı aşkın bir süredir kardeşçe yaşadığımız bu topraklarda, ortak bir paydada buluşamazmıyız.?
Evrensel değerler altında, her medeniyeti, her kültürü, her dini inancı, her mezhebi, her ırkı, her soyu kucaklayıp dünyayla bütünleşemezmiyiz.? Bukadar zor mu?


Basit hesaplar peşine düşmeden, iktidar, saltanat sevdasıyla insanların geleceklerini, eşit şartlarda yaşam haklarını, yabancı ve hor görmeden, bölüp parçalayarak değil, birlikten güç doğar ilkesiyle bir arada tutabilmektir asıl olan. Hak için, bu insanlık, bu ülke için, barındırdığı tüm kültürel zenginlikleri ile bu güzel ülke için ne yapılabilir derdiyle yaşayabilmektir bütün mesele. Ve yıllardır ülkesine hizmet sevdası ile büyüyen, eğitilen, hakkı hakkaniyeti ilmek ilmek ruhuna işleyen, milletin hür iradesinden çıkmış insanların önünü açabilmek için, bizlere düşen görevi sabah rüzgarlarına kapılmadan, kin ve nefret tohumlarını barındırmadan, memleketi, etnik kimliği ile ötekileştirmeden yaşayabilmektir bütün mesele. Zaman, millet, kavim, ırk, renk ayrımı yapılmaksızın, tüm insanlığa söylenmiş ‘’Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Onlar gece ile gündüz gibidir..’’ ışığı altında illaki de düşünerek, ne olursa olsun bilerek, okuyarak, haklıyı haksızı ayırt ederek, binlerce yıllık insanlık tarihini, geçmişi ve son yüzyılı iyi analiz ederek, anlayarak, tek bir ışık altında birleşmektir mesele.

Hepimiz her şeyi son derece iyi biliyor ve olan bitenleri görebiliyoruz. Bir milleti kafeslere kıstırma operasyonları, birilerini bitirme planları, güneydoğu üzerinden gelecek hesapları, at izinin it izine karıştığı bir dönemden geçerken, biraz dikkatli bakarak, oluşturulan kirli ortaklıkları, kurulan sinsi tuzakları, tavandan tabana düşman olan, bıraksan birbirini kesecek grupların en demokratik yolları tıkamak için nasıl aynı ağızdan konuşup, aynı göbekten beslendikleri gün gibi aşikar karşımıza serilmekteyken, hala görmemek, hala inadına HAYIR, inadına olmazlarla bir ülkenin, bir milletin gelecek yüzyılının belirlenmesinin ne derece sağlıklı olacağını yüce milletimizin vicdanına bırakıyorum. Bu ülke bir inatla, düşmanlıkla, kinle, intikam duygusuyla bir yere varacak diyorsa eğer benim milletim, ilahi huzurda bu kavramların asıl taşıyıcısını düşünmelerini istiyorum.

İnatla ne yaptıkta kazandık? Kin duygusuyla, düşmanlıkla, nefretle neyi başardık.? Gözümüzü kör edip, kulaklarımızı sağır ederek 100 yıldır nerde olmalıydık, nereye vardık?

Dünya değişiyor. Sınırlar kalkıyor. Duvarlar yıkılıyor, medeniyetler kucaklaşıyor, büyük düşünenler, evrensel düşünenler, gelecek bin yılda yeni dünya düzeninde yerlerini alıyor. Büyük devletler, büyük beyinler artık hızla tükenmekte olan enerji kaynaklarına alternatifler geliştiriyor. Uluslar arası ortaklıklar kuruluyor, hiç kırılmayacak zincirler oluşturuluyor. İnsanlığın huzuru için, bilim ve teknoloji hızla gelişiyor ve milletler çalışıyor. Benim yüce milletim, tamamen özgürlük ve demokrasi, egemenliğin kendi ellerinde olması için yapılacak bir reforma kapatılıp, dikkatlerin dağıtılması ve konunun farklı boyutlara kaydırılarak ‘’adalet elden gidiyor, yargı tekelleşiyor, dayatmalarla bize zorla kabullendirilmeye çalışılıyor’’ gibi tamamen mesnetsiz, tamamen uydurma oyunlarla, yine içsel çatışmalara, girdaplara, kirli ortaklıkların planlarına kurban edilmek için canla başla çalışılıyor.

Her zaman onuruyla yaşamış, her daim hakkın, haklının yanında olmuş, yüzlerce, binlerce kanlı oyunlardan aklıyla, erdemiyle, kıvrak zekası ile her zaman alnının akı ile, hiçbir şaibeye mahal vermeden çıkıp bu günlere ulaşmış benim büyük milletim, yapılmak istenenleri, kurulan düzenleri, 80 yıldır işletilen kirli sistemleri artık ezbere biliyor.

Olması gereken ne iken nelerle meşgul edilip, yüz yıldır nasıl yine ayrımlaşmaya, kamplaşmaya doğru sürüklenmek istendiğini görüyor ve biliyor. Benim büyük milletimin, bu güzel ülkenin onurlu, aydın, okuyan, bilen vatandaşlarımın en doğru kararı vereceğine inancım sonsuzdur. Bizim için, yarınlarımız için, korkmadan, özgürce yaşayıp omuz omuza kardeşçe yarınlara yürüyebilmek için ‘’YÜZYILIN HAREKETİ’’ etrafında, bir omuz, bir el, bir yürek olarak, geleceğe doğru tek vücut, ayrılmadan birleşeceğine, en doğru kararı verip, hak ettiği özgürlüğü, yarınları inşa edeceğine inancım sonsuzdur.
Yüce Milletime,
En derin saygılarımla

Murat PUL

16 Ağustos 2010 Pazartesi

''EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR.'' Hangi Milletin.?



‘’Hiçbir ihtilalci görülmemiştirki yıkmakta gösterdiği başarıyı yapmaktada göstersin..’’ (Sultan 2.Abdülhamit )


‘’Analar asker doğurur ama sikorsky doğuramaz..’’

‘’Asker, Polis, sivil toplum kuruluşları ve hatta üniversite gençliği top yekun işlev kazandırılacak ve kaos ortamı oluşturulacaktır. Müdahale için gerekli tüm koşullar derhal oluşturulacaktır.’’

‘’Gerekirse aydınlar, akademisyenler hatta bürokratlar bu uğurda feda edilecek, akacak kanla yönetime el konulacaktır..’’



Neden? Cumhuriyet ilan edilmedimi.? Demokratik, üniter, laik hukuk devleti henüz kurulmadımı?

‘’EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR..’’ Dikkat ediyormusunuz? KAYITSIZ ve ŞARTSIZ..

Hangi MİLLETİN.?

Konu öylesine kangren öylesine içler acısı ki yıllarca konuşsak, yıllarca tartışsak bir yere varamayacak. Konu insan hakları, demokrasi, özgürlük,hak,adalet, eşit şartlarda insanca yaşamak ise binlerce milyonlarca kelime yan yana getirebilir , günlerce, haftalarca hatta yıllarca konuşabiliriz değimli.? Neden.?

15 yaşındaki gencimizle, 90 yaşındaki büyüğümüze kadar, bu topraklarda yaşayan insanımızın tam 87 yıldır hiç görmediği ama sürekli duyduğu kavramlar. Bir ülkede demokrasi, insan hakları, adalet, eşitliğin en temel göstergesi olan kişinin kendini temsil edecek bireyleri kendi hür iradesiyle seçmesi kadar en doğal hakkı ne olabilirki.? Bu ülkede yaşayan her ırk, din, dil, mezhep’e mensup vatandaşlarımızın eşit şartlarda, korkmadan, özgürce yaşayabilmesi kadar doğal hangi hak olabilirki.? Ama yok diyorlar birileri. Sizlerin kafaları basmaz,sizler canlı dekorsunuz diyorlar birileri. Seçip yolluyoruz, bak hata yaptın işte, beceremedin diyor birileri. Siz kimi kandırıyorsunuz beyler.? Madem benim seçtiğimi siz beğenmeyeceksiniz, sizin getirdiğiniz benim kafama vuracak, peki ben neyim, neyi seçiyorum, niye seçiyorum.? Allah’ını seven biri çıksın bunu bana açıklasın.

Cumhuriyet ilan edildi. ‘’Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’’dendi. O millet biz değilsek, egemenlik bu ülke için ölen, bu ülke için yaşayan, bu ülke için gece gündüz çalışan millette değilse kimde.?Belli bir zümredemi.? Peki biz kimiz.? Okuyun diye değil, okuyup geçin diye değil, lütfen.!! Egemenlik kayıtsız şartsız kimin.?

1950 de seçtik. 10 yıl akla imana sığmayacak türlü entrikalarla hazırlıklar yaptınız ve yine sahnede siz vardınız. Onca günahsız insanın boynuna yağlı urganı taktınız. Egemenlik kimindi.?

Yine seçtik. 12 mart’da yine bize tüfeğin ucunu çevirdiniz. Başvekilimizi süngü zoruyla istifaya zorladınız ve hiç utanmadan, yüzünüz kızarmadan çıkıp milyonların önünde ‘’Başvekilin istifası demokratik bir istifadır.’’dediniz. Süngü zoruyla demokrasi öylemi.? Egemenlik kimin.?

80 lere gelirken ne kanlar döktünüz, ne beyinleri yere serdiniz, süt kokan ana kuzularının üzerlerine bombalar atıp ülke elden gidiyor diye bağırdınız ve aynı sokakta oturan, aynı kahvehanede çay içen, aynı sırada okuyan, aynı köyde büyümüş fidanların eline silahları verip oluk oluk kan döktünüz. Su hazırdı, unu zaten aldınız, yoğurdunuz ve bir ülkenin helvasını kardınız. Biz insanız,milletiz, halkız bu ülkenin gerçek sahipleriyiz dedikçe siz vurdunuz. Egemenlik kimin.?

Uzay çağındayız, teknolojik çağdayız diye gurur duyarken siz 28 şubatta da tekneyi aldınız kolları sıvadınız biz seçtik bir gecede siz geldiniz. Peki egemenlik kimin.?

Peki siz kimsiniz.? Merak etmeyin, sizi üst komşumuzdan çok daha yakın,asker arkadaşımızdan çok daha eski hatta ebemizden çok daha evvel tanırız. Kah yurt dışında bir kartel, kah karargahta bir yıldızlar geçidi ve yakamoz,kah neye hizmet ettiği belli olmayan, halkı kışkırtıp çatışma yaratmaktan başka tek bir becerisi olmayan, hatta gömleğinin düğmelerini iliklemek kadar bile birleştirici yetisi olmayan parti başkanı, kah bir medyatör, kah haşa kendisine Allah’ın bile dokunamayacağına inandığı cübbeli asık surat sözüm ona ülkenin, demokrasinin gerçek sahipleri.. Bir asırdır ne uslandınız nede usandınız. Bak yine hortladınız. 8 yıldır 8 kere süngüyü yokladınız. 80 gece rüyanızda darbe türküleriyle uyudunuz ama yazık ki hala uyanmadınız..

1.TBMM de siz vardınız, 60 da Kütahya karayolunda nöbette siz. 12 martta karargahta siz, 80 de bir elinizde kanyak, bir elinizde puro, akan kanları şarap sandınız. 28 şubatta ay ışığı yakamoz,sarıkız.. Şarkı gibi değimli.? Bir milletin kaderi ne acı şarkı dizesi gibi.

Bir anayasa düşünün ki süngü zoruyla hazırlanmış, korku imparatorluğu içinde halka dayatılmış ve yüzde 90 ı aşan bir kabul oyuyla yürürlüğe girmiştir. Neden? O dönemde sokaklarda kan, insanlar işlerine can güvenliği olmadan giderken, hangi köşe başında ne tip bir bomba patlayacağı belli olmadan, hangi kahvehane taranacak, kime kurşun sıkılacak meçhulken, dahada ERİMİ, bir devletin başbakanı güpegündüz İstanbul’da insanların gözünün önünde savunmasızca katledilebilirken, insanların can güvenliği sıfırken. O şartlarda halkın ruh halini bir düşünelim isterseniz. Ve tamamı asker kökenli kurucu meclis tarafından üzerinde eli ayağı olan her maddesi tek tek o günkü zihniyete uyarlanmış, sözde insan hakları ve demokrasi çerçevesinde hazırlanmış askeri bir metin.

Yıl 2010 ve bu millet, artık çok daha fazla okuyor, çok daha fazla konuşuyor, biliyor düşünüyor, irdeliyor. Ama çok acıdırki, hala o günkü güruhun temsilcilerinin sesi, nefesi, bireyleri, grupları, partileri, sivil toplum kuruluşları, bürokrasideki kaleleri tek bir ağızdan tek bir nefes, diyorlar ki ‘’HAYIR’’.

Neye hayır? Niye hayır? Kurulan bu muhteşem nizam ve intizam içinde yürüyen karanlık, darbeci, zulüm, kan, barut kokan bir döneme ait ve devletin, bürokrasinin en kilit yerlerini zapt eden bu güruh hayır diyor. Olmaz diyor, olamaz diyor. Çünkü bu anayasa değişirse eğer, biliyorlarki bir daha halkın seçtiğine süngü doğrultamayacaklar, biliyorlarki kolları kanatları kırılacak, biliyorlarki devletin en etkili en önemli noktalarını zapt edip sonra istediklerinde rejim tehlikesi var, ülke elden gidiyor, devletin iradesinde boşluk ve zayıflık var ve o kan kokan ‘’……..kötü giden devlet idaresine el koymuştur’’kelimesiyle yüzbinlerin ekmeğine , canına, ırzına, şerefine, ipotek koyamayacakları korkusuyla HAYIIIIIRRR diyorlar.

Kardeşlerim, ağabeylerim, saygıdeğer büyüklerim. Dersimden süngü zoruyla kalkıp, taş duvarlar arasında hayat mücadelesi veren Yusuf Amcam,Besime Teyzem.. Van’dan Muş’tan Siirt’ten Hakkari’den Lice’den Silopi’den topraklarından kalkıp beklide hiç istemediği halde büyük şehirlerde hayat mücadelesine düşen, gecesini gündüzüne katan insanlarımız. Arhavi’den Şavşat’tan Güneysu’dan Çarşamba’dan Enez’den Uzunköprü’den ülkemin bizim olan her köşesinden büyüklerim, kardeşlerim, dostlarım, zaman ayrılma zamanı değil, zaman birlik olmaz zamanıdır. Hangi görüşe, hangi inanca, hangi mezhebe, hangi boya, aşirete, kola, soya bağlı olursak olalım, öyle bir zaman ki 100 yıldır bizi bize kırdıran, ekmeğimize göz diken, huzurumuzu bombalayan, kardeşliğimize birliğimize kasteden , dünyanın en büyük değeri demokrasimize hak ve özgürlüklerimize kurşun sıkan bu karanlık beyinlere karşı birlik olma zamanıdır. Sizden tek istediğim bu ülkede yaşanan 100 yıllık gelişmeleri tarafsız, objektif, hiçbir cemaate, örgüte, kurum ve kuruluşa üye olmadan yandaş olmadan izleyen ve 100 yıldır bizi bu hale getiren bu güce karşı sadece yumruklarını sıkıp ellerini gök yüzüne açıp Allah’a dua eden bir genç olarak sizden tek istediğim, tüm kırgınlıklarımızı, siyasi düşüncelerimizi bir yana bırakarak, sadece ve sadece düşünelim ama ne olur düşünelim. Hangi siyasi partiye mensup olursak olalım, daha aydın daha şeffaf daha demokratik daha özgür daha uygar daha yaşanılabilir bir Türkiye için Yüzyılın hareketine EVET. Bilerek , sindirerek, gönülden yürekten, hiçbir etki altında kalmadan, kendimiz için, geleceğimiz için, çocuklarımızın daha demokratik, özgür, eşit şartlarda yaşayabileceği bir ülke için.

Görmek için bakmak gerek ama illede bakmak gerek. Ve gerçekten görmek gerek. Bir yanda demokrasi, hak ve özgürlükler, daha şeffaf daha yaşanılabilir bir Türkiye için Anayasa… Diğer yanda işte 80 yıllık çekilen acılar. Sadece düşünelim ama illede hakkaniyet çerçevesinde ve hak için haklı için düşünelim.

Birileri sırf canı istiyor diye internette siteler kurup bu ülkenin insanlarını fişlemesin diye,

Süngüyü gösterip ya legal çekilirsin yada illegal olanı yaparız diyemesin, yinemi sıkıyönetim, yinemi sokağa çıkma yaşağı, yinemi kan ve göz yaşı olmasın diye

‘’Başbakanın istifası demokratik bir istifadır..’’demesin diye,

Düzenleri bozulacağını, istediklerinin olmayacağını anlayınca şemdinli’de garip gurebanın üzerine kurşun sıkılmasın diye,

Keyfe keder sağa sola mayın döşeyip, ölen ölür kalan sağlar bizimdir,hiç önemi yok canımız sağolsun diyemesin diye,

Birilerinin kişisel çıkarları dahada palazlanmasın, yiyemesin, aksırıncaya tıksırıncaya kadar yiyemesin, şişemesin, sömüremesin diye ,üzerimize bizim paralarımızla alınan tankı topu tüfeği süremesin diye,

Bürokrasinin , adaletin, hukukun, sınıflara ayrılarak kendilerine emniyet sübabı, demokrasiye insan haklarına zulüm olmasın diye,

Demokrasiyi illegal, canice yöntemlerle hiçe sayıp, sırf istedikleri olsun diye güngören’de çoluk çocuk demeden, alevisi, sünnisi, kürdü, lazı patlatılmasın diye,

Abdi İpekçiler, Uğur Mumcular, Gaffar Okanlar faili meçhule gitmesin diye,

Madımaklarda canlar yanmasın diye, Mamak Zindanları, Ziverbey Köşklerinden çığlıklar yükselmesin diye,

Ege havasahasında jetlerimiz düşürülmesin, camilerimiz bombalanmasın, etnik çatışmalar yaşanmasın diye,

Ayrımcılık olmasın, bu Kızılbaş olmuş yobaz denmesin diye, kapıya bacaya konmaz denmesin diye, kestiği haramdır yenmez denmesin diye,

İnsanlarımıza dini, siyasi, sosyal görüşlerimizi ezerek hor görerek ötekileştirerek zorla empoze edilemeyeceği bilinsin diye,

Sevilmenin severek, hoş görerek, birleştirerek kazanılacağı, seversen sevilirsin düsturunun doğruluğu görülsün diye,

Her insan eşit şartlarda, inancını özgürce yaşayıp huzur içinde camisine, cem evine gidebilsin sen şusun sen busun diye insanlarımıza kin, nifak tohumları ekilemesin diye,

İnandığı davası uğrunda varını yoğunu yollara döken kan yiyip kan içen ülkücü kardeşlerimiz kendi fikrini söylediğinde ‘’YARDAKÇI KÖPEKSİNİZ’’ hakaretiyle ezilip aşağılanmasın diye,

Sadece üç beş oy uğruna dini inancı gereği inandığı kıyafeti giyen annelerimiz teyzelerimiz birilerinin seçim malzemesi olmasın ve 30 gözü dönmüş cani tarafından tartaklanarak ezilip hor görülmesin diye,

Yüce bağımsız yargımızın, savcılarımızın, hakimlerimizin kürsüleri birilerinin arka bahçesi olmasın çantada keklik denmesin diye,

Adalette,hoş görüde, yardım severlikte bir güneş gibi olalım diye,

600 yıl boyunca hiçbir zaman toprak alma sevdasına düşmeden, hakkı ve adaleti yaymak için adım atan bir devletin, ermeniden, museviye, hıristiyandan müslümana, güven, adalet, huzur dağıtan bir milletin bunu nasıl başardığı, hangi evrensel ve ilahi ilkelere sımsıkı sarılarak, makamına mevkisine unvanına bakmadan eşit şartlarda asla taviz vermeden bu inancı yaymada nasıl başarılı olduğu ve hala başarabileceği görülsün diye,

Tarihinde hiçbir zaman köle edilmemiş, hiçbir zaman köle edinmemiş bir milletin, insanlığa, inanca, mazluma, haklıya nasıl bakıp nasıl davrandığı yine görülsün diye,

100 yıllık geçmişte şu güzelim ülkenin tek karış toprağına bir damla su dökmeyen ama kan dökülmesi için dişini tırnağına takan, iki taşı üst üste koymayıp, ülkenin gelişmesi için huzuru için gecesi gündüzü olmayan insanların kafalarına taş üstüne taş vuran bu güruh, milletin gerçeği çok iyi bildiğini ve gereğini her daim yapacağını görsün diye,

Bölücülükle, faşizmle, ayrımcılıkla kucak kucağa oturan, çözümsüzlük ilkesi bizim tek kurtuluşumuzdur felsefesiyle ayakta duran, milletimizin kanını bir vampir gibi emen ve yıllardır kör, tek bir sağlam mesneti olmadan, sırf muhalefet olsun, insanlar birbirini yesinki bizde bu karmaşadan palazlanıp iyice şişerek çıkalım mantalitesiyle yürütülen, zerre çözüm içermeyen kokuşmuş siyasetin bir yere varmayacağı görülsün diye,

İyi yada kötü, doğru yada yanlış, eksik yada fazla, BİZ SEÇTİK..Bu yüce milletin seçtiği vekilleri korkmadan yılmadan çalışıp bizi en iyi şekilde temsil edebilsin diye,

Ve illede ‘’EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR’’ bizim olsun diye.

Söylenecek okadar çok acılar, okadar çok zulümler, okadar çok canilikler varki, ne hatırlamak ne yaşamak istemiyor insan. Şimdi ise siyasi görüşü ne olursa olsun, etnik kimliği ne olursa olsun, dini inancı ne olursa olsun, bu topraklarda yaşayan ve özgürce yaşamak isteyen bizim için, gün düşünme günüdür. Hırslanma, intikam alma, kin duyma, yabancı görme günü değildir sevgili dostlar. Sadece düşünme ve geleceğimiz adına doğru karar verme günüdür.

EVET.. Gün bilerek, düşünerek, doğru olana karar verme günüdür. Gün yep yeni bir ANAYASAYA, bizim için, geleceğimiz için, korku imparatorluklarından sıyrılıp gerçek bir DEMOKRASİ, gerçek bir ÖZGÜRLÜK, EŞİTLİK, HAK için HAKLININ yanında olma günüdür. En ağır şartlarda en doğru kararları veren bu milletin, yine istikbali için doğru olanı yapacağına inancım sonsuzdur. Bu gün 1960 ları, 12 martları, 1982 leri, 28 şubatları yüreğinde, evinde, geleceğinde, işinde, rızkında, gelecek hayallerinde en acı şekilde yaşayan milletimizin, HAYIR biz memnunduk, yada EVET bıktık usandık yıldık, YETER deme günüdür.

Gün, geçmişte yaşanan büyük acılarla, kaybedilen onca değerleri ve gelecekteki ümitlerimizi, çocuklarımızın hayallerini, onlara nasıl bir ülke bırakmalıyız vebalini düşünüp en doğru kararı verme günüdür. EVET bu ülke için TEK YÜREK olma günüdür. Hak için hakkaniyet çerçevesinde, her türlü acıyı ihaneti düzenbazlıkları görmüş bu necip milletin, beklide bir daha hiç cesaret edilemeyecek, belkide bir daha bu şansı hiç yakalayamayacağımız bir zamanda, ayrılmadan, bölünmeden birbirimizin acısını, hayallerini, ümitlerini, istikbalini BİR bilerek 80 milyonun ve doğacak çocukların vebalini omuzlarımızda taşıdığımız bu kritik dönüm noktasında ‘’YÜZYILIN HAREKETİ’’ etrafında birleşme günüdür.

En derin Saygılarımla.

Murat Pul