22 Nisan 2014 Salı

Düşün-ü YORUM !



Kainatta ilk söz, son söz, her söz, Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c)’a aittir. Mutlak hüküm sahibi yalnız O’dur. Hamd O’na mahsustur. Kainatta her şey O’na muhtaçtır. O, bütün eksikliklerden zayıflıklardan münezzehtir. O, doğmamış, doğurulmamıştır. Eşi ve ortağı yoktur. Hayy ve Kayyum olan O’dur. O’nu hakkıyla tesbih edip yüceltmek ancak O’nun muhteşem kelamı ile olur. Yarattıkları hangi lisanı kullanırsa kullansın, O’nu hakkıyla yüceltemez, tesbih edemez.

Ey Alemlerin Rabbi olan Allah’ım! Seni senin lisanındaki en sevdiğin, duymaktan en çok hoşnut olduğun sözlerle tesbih ederim. Bizler aciziz, bizler eksiğiz, bizler zavallıyız. Sen merhametlilerin en merhametlisisin. Sen bizlere yaptıklarımızla değil, sonsuz merhametinle muamele eyle. Amin. 

Akılla bulunan ruha hükmeder. Telkinle bulunan terke nükseder.

“Hakkı söylemeyen, haksızlık karşısında suskun kalan, dilsiz şeytandır.” (İbn Kayyim-Cevabu’l Vafi Syf 136)

Sahih kaynaklarda delili olmamasına karşın bazı literatürlerin neredeyse cem-i cümlesinde yoğun bir kanı ile Efendimiz (s.a.v)’e ait bir söz olduğu nakledilen bu sözle girizgahı yapmak istedim. Çünkü temel noktada meselenin başı da bu, ortası da bu, sonu da budur.

Bu yazımızda sizlerle birlikte müşahhas bilgi ve hadiselerden yola çıkarak, her düşünen insanın mutlak suretle hayatına zaman zaman uygulamasının iman ve ihlas noktasında fevkalede perçinleyici etkisi olduğuna inandığım bazı basit  tümevarımlar  yaparak ve yine mutlak suretle adalet terazisinde zerre adaletsizliğe mahal vermeden, (teşbihte hata olmaz) birlikte kendimizi mizana çekeceğiz.

“Bismillahirrahmanirrahim”

“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.” (Bakara-164)

“Sana içki ve kumarı sorarlar. De ki; “Onlarda hem büyük günah hem de insanlar için (bazı zahiri) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür.” Yine sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki; “ İhtiyaçtan arta kalanı.” Allah size ayetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz” (Bakara-219)

“ Düşünesiniz diye Allah size ayetlerini böylece açıklamaktadır.” (Bakara-242)

“Onlar ayaktayken otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerine düşünürler. “Rabbimiz bunu boş yere yaratmadın. Seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru.” derler.” (Al-i İmran-191)

“ Hala Kur’an’ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı mutlaka onda bir çok çelişki bulurlardı.” (Nisa-82)

“Şüphe yok ki bunda düşünüp görebilen kimseler için ibretler vardır.” (Hicr-75)

Kainatın ve bütün varlık aleminin Rabbi olan, Hayy ve Kayyum olan Allah (c.c)’ın mübarek kelamı Kur’an-ı Kerim’de yüzlerce ayette Cenab-ı Hakk Teala Hazretleri akılla üstün kıldığı ve yeryüzüne halife tayin ettiği insanlık alemini düşünmeye ve onu diğer mahlukattan üstün kılan aklını kullanmaya davet eder. Elbette bunda bir çok hikmetli sebepler vardır. Akılla bulunan,  ruha hükmeder, telkinle bulunan,  terke nükseder derim her zaman. Benim bu sözüme paralel “Sokma akıl iki adım gider”, “ Akılsız iti yol kocatır”, “Akıl insanı rezil de eder vezir de” gibi anonim, halk arasında pek muteber sözler de aklın önemine vurgu yapmaktadır. Peki akıldan kasıt nedir? Kullanmadığımız yahut kullanamadığımız bir şey bizim midir? Mesele aklını kullanmak ve düşünmektir elbette. İnsanlık alemi için hayati bir meseledir bu. Akıl ve aklın etkili kullanımı insanı diğer mahlukattan üstün kılan en önemli edinimdir.

Köprüden Önce Son Çıkış

Aklın doğru ve etkili kullanımı neden önemlidir? Celeron 1.1 Ghz işletim sistemine sahip, insanın ömrünü törpüleyen bir bilgisayar düşünün. En küçük noktada, çok çok basit gibi görünen bir hatayı atladığınızda, kapatıp açarsanız yahut sistem geri yükleme noktasına gönderirseniz meseleyi çözmüş olduğunuzu zannedersiniz. Asla. Emin olun o problem hiç ummadığınız anda tıpkı insan vücudunda kuluçkaya yatan, organizmanın direnç bakımından en zayıf olduğu anı kollayarak, tam da o zamanda işe koyulup devasa bedeni yer ile yeksan eden, gözle görülemeyecek kadar minik bir virüs gibidir. Çok çok önemli bir projeyi hazırlarken, projenizin son halini tam kayıt edeceğiniz anda çıkagelir ve aylarca süren emeğinizi bir anda yok edip, bir başka zamanda sizi darmadağın etmek için geri dönmek üzere tasını tarağını toplayıp kuluçkaya yattığı hücreye geri döner.

Sakın aramayın. Nerede olduğunu asla bulamazsınız. Çünkü o, sizin sisteminizi darmadağın ederken, siz aldığınız hasarın acısıyla onun menşeini, gramını, kilosunu düşünecek durumda değilsinizdir. Baka baka giden emeğinizi, umudunuzu, inancınızı çökertirken siz can derdine düşmüşsünüzdür. O işini yapar ve sonsuz başarının verdiği sinsi bir haz ile geride bıraktığı enkaza  bakma tenezzülünü dahi göstermeden bir başka görevde bir başka organizmayı dağıtmak üzere karargahına döner.

İşte konumuzun muhtelif yerlerinde derleyici toparlayıcı olarak inşa edeceğimiz tümevarımlar, bir nevi bu terminatörlerin bir daha gün yüzüne çıkmamak üzere ilelebet karantinaya hapsolması olacaktır. Fakat bilirim ki bazı psikolojiler vardır ve komut almaya meyilli K9 gibidir. Komutla iş yaparlar. Kendi hayatlarını ilgilendiren en küçük kararları bile kendileri alamaz, başkalarının kararlarını tatbik ederler. Başkaları için de bir gün Emr-i Hakk vaki olduğunda kahramanlarımız kolu kanadı kırık bir kuş gibi hayatın içerisinde çırpınıp dururlar. Askeri nizamda da durum aynı paralelde seyreder. Siz ne yapacağınızı asla bilemezsiniz. En ilkel yollarla öğrenilen açlığınızı giderme amacıyla harekete geçeceğiniz yemek yemeye geçiş eylemi dahi komutla yapılır. Ne zaman yatacağınız, ne zaman uyuyacağınız dahi komutla size bildirilir. Her şey ama her şey komutladır.

“Dikkaaaatt ! Tüfek çatılacak ! Çat!” Mantığa bakar mısınız? Kısaca “Evladııımm. Siz salaksınız. Ben size direk “çocuklar tüfek çatın” dersem anlamazsınız” demek isteniliyor ama “Açık açık dersem, bunların arasında azıcık kafası çalışan, kişilikli olanı olabilir. Alınır garip. O bakımdan en iyisi böylesi” deniliyor. Çok enteresandır bu psikoloji. Enteresan mesajlar içerir. Şöyle ki;

Önce “Dikkaaaaatt !” gelir. Bu “Ayda yılda bir kullandığın bıngıldağını kıpraştır. Bak bak, bir emir gelecek, uyuyan güzeller uyanın” demektir. Sonra bildirim komutu gelir. Yani “ Sizler o kadar salaksınız ki küçücük bir işte bile eylem safhasına geçmek  için ne yapmanız gerektiğini ancak üç ayrı komutta kavrar ve uygulamaya geçirebilirsiniz.” demektir. Ardından emir komutu gelir. Bu da “diğer ikisini anlamadıysan, muhtemelen birazdan ağzın burnun dümdüz olacak” demektir. Bu askeri nizamı sivil hayatında yaşayan kadın erkek o kadar çok insan vardır ki. Yanınızdakilere dikkatle bakın. Etrafınızdaki insanları bir kere de bu farkındalık ile izleyin. Dikkatle.

Yeryüzünde x,y,z düzlemlerinde boşluk doldurmak suretiyle bir hacim teşkil eden, bununla birlikte hiç utanmadan sıkılmadan birde yer çekimi ivmesiyle organik bağ kurup hızlanmaya karşı direnç göstererek kütle ihtiva eden, ilahi lütuf bütün bu pozitif özelliklere karşın henüz karakter iskeletini geliştirme yetisine vakıf olamayarak sabunsu/jel ara formda takılı kalmış varlıkların kendilerine ait ve var olduklarına inandıkları sosyal hayatlarında komutla iş gördürme eylemi, askeri nizamdaki şekliyle  sesli olarak değil, psikolojik olarak şahsın etrafında oluşturulan manyetik alan kıskacıyla gerçekleştirilir. Bu insanların büyük çoğunluğu, hayatının sonuna kadar bu durumun farkında olmadan yaşar ve ölürler. Bir kısmı da farkına varırlar ama iş işten çoktaaaan geçmiştir. Söz konusu manyetik alan bütün hücrelere sirayet etmiş ana kumanda merkezini tamamen esir almıştır. Artık çok geçtir. 

Bu karaktere haiz, kaçak katlarda kiralık hayatları emaneten idame ettiren, kısacası henüz kendi olamamış arkadaşlara son sözüm; “ Arkadaşlar, köprüden önce son çıkış”

Evet, gidene selamet dileyerek biz bizimle olanlarla önümüze bakalım. Zira tarih, inandığı değerler uğruna savaşanları yazar. Diğerleri ise tarihi yazar…. Yazın 14.04.2014

Ne diyorduk? Bazı sistemsel hataları insan ruhu o an kabul etmiş gibi görünse de emin olun en uygun zamanı kollamaktadır ve isyan patlamasının gelişini siz dahi anlayamazsınız. Şimdi siz, asgari 1.0 Ghz (32 bit) PAE, NX işlemciye sahip olmayan bilgisayara Windows 8,1 kurabilir misiniz? Asla.. İnsanda böyledir. Mevcutta bir kapasite vardır ve siz o kapasite oranında işletim sistemleri yükler ve o işletim sistemine göre işler gerçekleştirebilirsiniz. Commodore 64’e Autocad 2012 kuramayacağınız gibi. Bu durumu Anadolu diliyle anlatmaya kalkarsak eğer, her koyunu aynı değnekle güdemezsiniz. Gütmeye kalkarsanız hiç ummadığınız bir anda sürüden ayrıldığını, muhtelif cins kurtları da günahkar yaptığını görürsünüz. 

Bu mantıkla dünyaya getirdikleri evlatlarına ahlak, terbiye, din gibi konularda eğitim verdiğini zannedenlerin ilerleyen yıllarda nasıl kazalara konu olduklarını anlatmama gerek yok sanırım. Sokaklar bunlarla dolup taşmaktadır. Kişi eğiteceği psikolojiyi iyice analiz etmeden, her gelene aynı talim terbiyeyi yaptırırsa, bunun adı iman değil kanun, eğitim değil ezber olur. İnsanlar da ilk boşluk bulduklarında kanunları çiğnemeye, zoraki verileni de unutmaya programlanmışlardır. Bir insanı şerden uzak tutabilecek yegane şey ise iliklerine kadar kodlanmış Allah (c.c) sevgisi ve küfrün sinek vızıltısı geleceği sarsılmaz bir imandır. Bu sebepledir ki  önce elinizdeki malzemeyi iyice analiz eder, tanır ve işletim sistemini çözerseniz ona vereceğiniz imanı, talim terbiyeyi hiçbir şey sarsamaz. Her koyunu aynı değnekle güderseniz de bir bakarsınız ki evladınız 17-18-20 yaşlarına geldiğinde kendisinden çatallı sesler çıkmaya başlıyor. Kanunları delebileceğine inansa, sesi yeri göğü inletir. Buna emin olun. Korkudan, baskıdan, etrafım böyle, ailem böyle diye öyle olan yüzlerce trajik öykü biliyorum. Bu sebepledir bunca ayrıntıya girmem.  Bu sebepledir sanki iman mertebesiymiş gibi aktarılan saçmalıkları, garabetleri irdelemem.
  
21. yy’da Moda… Örf-i Din

Sizi temin ederim ki dostlarım, yıllarca hayatın içerisinden tecrübe etmediğim ve doğruluğuna yüzde yüz emin olmadığım hiçbir şeyi nakletmem. Birazdan sizlerle paylaşacağım örnekler ile doludur Şehr-i İstanbul. Sizin sokakta gördüğünüz sözüm ona örtünmüş  gezen 100 kişiden 90’ını ailesinden kopartıp, hiç bir sosyal baskının olmayacağı herhangi bir kente götürün yerleştirin. Yüzde yüz kıyafetini,  yaşam şeklini, arkadaşlarını, alışkanlıklarını değiştireceğine sizi temin ederim. Bu tespitim  yüzlerce canlı denek üzerinde gözlemlenerek sizlere aktarılmış bir tespittir. Evet.. Bu kadar acıklı, bu kadar korkunçtur durum. Neden biliyor musunuz? İmanı talim terbiyeyi insanın aklına, ruhuna, bedenine, işletim sistemine göre, algı mekanizmasına göre ilmek ilmek işlemezseniz olacak olan kaçınılmaz son budur.

Sokaklar örf-i dini yaşayan, içinde kasırgalar kopan gençlerle dolar taşar. Dolup taşıyor da nitekim. Altı kaval üstü şişhane modeli, yüzlerce, binlerce genç kızımız, imansızlara, İslam düşmanlarına malzeme olur. Eğlence kaynağı olur. Gülerek arkalarından dalga geçerler. Yüzlercesine tanık oldum, kahrolarak oluyorum. 

Meselenin çok önemli bir sacayağı hatta en önemli sacayağı insan ve insan psikolojisi olmasıdır bunca detaya girmemin sebebi. Yazımızın muhtelif bölümlerinde son derece değişken karakter yapılarına sahip insanların kompleks meseleleri nasıl algıladıklarını, tek ve değişmez doğru ile, anlatanın ruhsal ve görsel şekillerine göre algı mekanizmalarında nasıl değişik izler, renkler bıraktıklarını, psikolojileri pozitif veya negatif yönde nasıl etkili bir şekilde değiştirdiklerini, tek ve gerçek doğru ile yorumsal alanda verenin görüntüsüne ve psikolojisine göre nasıl tamamen birbirine zıt anlamlara geldiğini şaşkınlık içerisinde görecek, birazda “Hiç bu pencereden bakmamıştım” duygusuna kapılacağız.

Söylemek istediklerimi mümkün olduğunca basit, anlaşılır ve kısa tutmayı hedefliyorum lakin bazı ayrıntılar var ki hani teşbihte hata olmaz “ Arpaya katsan at yemez, kepeğe katsan it yemez”'in tıpkısının aynısıdır. Neresinden bakarsanız bakın, dağılmış vaziyettir durum.  Bu sebepledir ki akıl bulandırmama gayesi yazımdaki asli hedefim olsa da maalesef atlayamayacağım çok mühim ayrıntıların varlığı zaman zaman beni detay vermeye mecbur bırakacaktır. Meselemizi iyiden iyiye teferruatlandırmadan evvel, yazılarımızı takip edip bize mail yoluyla yorum ve eleştirilerini dile getiren tüm dostlara sevgilerimi sunuyorum. Oldukça değerli yorumlarınız için teşekkür ediyorum.  Her olumlu ve olumsuz eleştiri fikir, emin olun benim nazarımda çok kıymetlidir. Kesinlikle değerlendirilmektedir. Lafı daha fazla selam kelam faslında tık nefes yapmadan, birkaç ana başlık çatısı altında çok sarsıcı değerlendirmeleri sizlerle paylaşmaya

“ Bismillahirrahmanirrahim”

diyerek başlayalım;

Asidik ve Bazik Haller

Multiple Personality Disorder. Ecnebiceden Türkçeye mealen “Çoklu Kişilik Bozukluğu”. Efendim telaşa mahal yok. Psikoloji anlatmayacağız. Bir üst başlık sadece.  Dedik ya konumuz insan. İnsanların yüzde 80’i birden çok kişilik taşır ve çoğu da bunun farkında değildir. Hayatlarında her şeyin normal sınırlar çerçevesinde seyrettiğini zannederler.  Aslında burada normal anormal kavramı da deruni bir tartışma konusudur ya,  lakin ben kısadan, en kestirmeden konumuzla bağlantı sağlayacak şekilde çok kısa temas edeyim. Nedir normal ve anormal kavramı?

Bir meclis düşünün. Ev olabilir, toplantı salonu olabilir hiç fark etmez. 100 kadının arasında 5 erkek? Anormaldir değil mi? Oran tam tersi olursa  ne olur? 100 erkeğin arasında 5 kadın? Tabi bu örnek İngiltere’de yahut İspanya’da geçersizdir. Görüldüğü üzere yer, zaman, durum ve şartlar tamamen aynı olmasına karşın, normal ve anormal tanımı, kişinin cinsiyeti ve bu cinslerin bir arada bulunma örf-i yahut şer-i hukukuna göre nasılda değişim gösteriyor. Öyle değil midir? Dolayısıyla, bir toplumda sayıca kalabalık ne ise o normal, azınlık ise anormal diye adlandırılabilir. Bu bir mecliste de böyledir. Bir cemaatte de. Cemaat açısından ele alacak olursak 100 kişilik Şii gurubun arasında 2 Sünni nedir? Anormal, değil mi? Tam tersi 100 Sünni arasında 5 Şii? Durum değişmez. Ya hakikatte? Haaa, burada durun derim işte.

İşin bir görünen, bir de hakikat kısmı var. Görünen ile hakikat çoğu zaman aynı değildir. İşte bu MPD, yani “Multiple Personality Disorder” kişilikler duruma göre, kendi inşa ettikleri hakikat duvarına göre renk alırlar. Turnusol kağıdını bilirsiniz. İşte aynen böylesidir durum. Asidik ortamda kırmızı, bazik ortamda hemencecik mavi renk alıverirler. Yavaş yavaş biraz daha kalemi bastıracak olursak;

Meselemizin temel kaynağını  doğruları söylememek yahut müşahhas veya mücerret çıkarların zayi olma endişesi ile  gerçeğin tamamının yada bir kısmının ilgası şeklinde izah edebiliriz. İçsel çıkar endişelerinde de böyledir. Doğru yada yanlış, normal veya anormal tanımı, çıkar dengeleri tehlike çanları çalmaya başlayınca, kısaca durumun asidik yada bazik olmasına göre değişim gösterebilir. Ve bu da çok normaldir. ( Kime göre normalse artık )

Naçizane, eskiden beri anlatageldiğim bir kıstas vardır. Paylaşmak isterim. Diyelim ki kardeşten öte dostluğunuz olan biri var. Kelimenin tam manası ile yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmiyor ve literatüre bakılsa, dostluk, yarenlik kelimesinin karşısında ikinizin adı yazar ve noktayı da koyarlar. Meselenin nazarımda tanımı yahut değer derecesi şudur; İkiniz içinde hayat memat meselesi teşkil edecek, hiçbir zaman vazgeçemeyeceğiniz bir konu mevzu bahis olduğunda, tarafların hal ve davranışları, aradaki samimiyetin sevginin ederini belirler. Nasıl mı? Bazı kağıtların canını yakacak olsa da hak için haydi kalemi azıcık daha bastıralım.

Bedelli Askerlik Değil… Yeni Trend Bedelli Kardeşlik

Daha da somutlaştırmak gerekirse  eğer; Öz be öz kardeşiniz olsun ki mesele daha iyi anlaşılsın. Evet öz be öz kardeşiniz. Ortada mevzu bahis olan ise ikiniz içinde  vazgeçilmeyecek kadar mühim bir değer olsun. Bugün değerin müşahhas karşılığı para anlaşılması hasebiyle biz de durumu bunun üzerine bina edelim. Kabul edelim ki atanızdan dedenizden kalan çok kıymetli bir arazi olsun. Yüze karşı demiri tava getirecek sevginizin mihenk taşı, mevzu bahis arazi olur hiç kuşkusuz. Aradaki ihtilafa mevzu bahis,  söz konusu arazinin ömür boyu tapu ve intifa hakkı olduğunda, ben o iki kardeşin ruhi ve fiziki hal ve gidişatına bakar ve bir süre sonra da ederi yazarım. Mesele bu kadar basittir, mesele bu kadar da acımasızdır. Hani kardeştik? Sorusunun cevabı ise maalesef hesap cüzdanınızın arka kapak sayfasında en altında yazmaktadır.

İşte asidik ve bazik durumlar işte. Çok eskiye gitmeye gerek yok. Daha dün gibi Habil ve Kabil. Şaka değil evet, dün gibi. Evrenin yaşını göz önüne aldığımızda bence dünden daha yakındır bu imtihan. Siz 30 sene can ciğer kuzu sarması olun, ortaya şöyle 3 - 5 yüz bin liralık toprak parçası gelince al sana Multiple Personality Disorder ve turnusol kağıdı. Sadece burada mı? Hayııııırr. Konu derinleştikçe çok farklı renkleri göreceğiz. İçimiz ezile ezile. Siz bu tanımı ve turnusol kağıdını aklınızın bir köşesine not edin lütfen. Hiç istisnasız, hemen hemen herkes için geçerlidir bu. Ben yüzde 80 oran vermiştim ya. Aslına bakarsanız elimdeki kanıtlar onu yüzde 99 yapıyor ama ben yine de hüsn-i zan yapmak istiyorum.

Kısaca özetleyecek olursak eğer; kişinin size verdiği değer, karşılaştığı zorluk veya tercihlerin size üstünlüğü oranında artar veya eksilir. Evet, doğru anladınız. İnsanın insana verdiği değer, Dow Jones'da çift dip, çift tepe değerleri şeklinde gönül panosunda belirir. Mesele size herhangi bir işte yardım etmekse, ortaya katma değer koyulmayacağından (Meta), edilir ve geçer gider. Kendinizi kıymetli sanmayın. Hele hele mevzu “Çankırı’ya deniz getireceğim”, “Herkese 3 anahtar. Biri ev, biri araba, bir diğeri de kendinizi kapatacağınız ahmaklar koğuşunun kapısınınki” gibi boş vaatlerle pışpışlamaksa. Ohooo ! Nasılsa bu memlekette hava bedava, su bedava, boş laf ise bedavadan azıcık daha ucuz. Bu sebeple siz siz olun sakın ola boş beleş, işkembe-i kübradan atanlara pirim vermeyin. Konuştuklarını ne kadar bilerek konuşuyor, ne kadar inanarak söylüyor ve ağzından çıkanları yapacak kudreti yüreğinde taşıyor mu anlamak istiyorsanız motoru iyice zorlayın. Sonra dikiz aynasından bakın. Nasıl kara duman atıyor göreceksiniz. Bir süre sonra da bir bakmışsınız ki emanet beylik lafları kavak yaprakları gibi dökülmüş, konuşurken asırlık kavağımız, iki zoru görünce kızıl ağaca evrilmiştir. Zora koşun. En zora. Bilirsiniz.

Dünya otomotiv devleri bir aracı müşterilerinin kullanımına sunmadan önce, potansiyel müşterilerinin karşılaşabileceği en ama en zor şartları, araca deneme safhasında en dip noktasına kadar yaşatırlar. Neden? Araç piyasaya sürüldükten sonra performans kaybı yüzünden şikayet alması, o dünya devinin 50 yılda kazandığı güven ve itibarı bir kalemde zedeler, belki de yok eder. Dolayısıyla varsa bir zayıflık, kırılganlık, naiflik, işin başında bizim elimizin altında belli olsun mantığıyla aracı olabileceği en zor şartlara zorlarlar. İnsanda aslında böyledir. Güllük gülistanlık, el bebek gül bebekte sizi seven çok olur. Size itibar eden de çok olur. Lakin mevzu onun için son derece önemli bir durum alırsa, kolaylıkla sizden vazgeçecektir. Buda hakiki manada ederinizi gösterecektir. İlerleyen bölümde çok net göreceğimiz şekilde de mutlaka haklılığa doğru dönen çarkları rahatlatıcı, vicdan sesini susturucu mekanizmayı da geliştirmiş ve öyle uygulamaya geçmiştir. Nasıl mı? Takip edin birazdan görecek ve hayretler içerisinde kalacak “ yok canııımm, olmaz bu kadarı da” diyeceksiniz.  

Gerçek sanat eserleri varlık ve bolluk içinde değil, yokluk ve sefalet içinde doğar. Ve sizi temin ederim ki kolay gelen hiçbir şeyin zerre kadar değeri olmaz. En büyük başarı ve mutluluklar ise uzun süren emek, eziyetlerin sonunda gelir. Öyle değil midir? Çok ekstrem bir örnek olsa da, sonun en büyük kanıtı olan cennet ve cehennem buna en güzel örnek değil midir? Yada sokak serseriliği mi kolay elde edilir, yoksa bir bilim araştırma merkezinde bilim ve insanlık adına çığır açacak buluşlara imza atan bilim adamı olmak mı?

Hızır (a.s)

Her defasında söylerim. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Alimi abidi, zalimi mazlumu, vatanperveri vatan haini, seveni sevmeyeni, döveni dayak yiyeni. Ama hiç bir şey. Meseleye kıymet derecesinde baktığınızda, bir bakarsınız alim zalim olmuştur.  İnsanlara kelimatik diye bir cihaz icat edilip takılsa “ Bak kardeşim, kullandığın, ağzından çıkan her kelimeyi bu cihaz kayıt ediyor ve her yalan cümlende 1.000 TL ödeyeceksin” denilse, inanın herkes ama istisnasız herkes, en doğal yaşamsal ihtiyacı olan acıkma ve susamayı bile kırk kere “Yahu bu Gherelin bizi taklaya getirmesin, ya hakikaten acıkmadıysak” diye önce hormonal, ardından lateral habenula  süzgecinde geçirir, ondan sonra asgari kelime ile bu ihtiyacını dillendirir. Nasılsa şimdi yalan bedava. Müslümanız ya !

Ben dünyevi doğrulardan geçtim. Onlar nasılsa ayaklar altında ve duya duya artık kabuk bağlıyorsunuz. Ve insanların hakiki manada ederini görünce, önceleri içiniz eziliyor, çok üzülüyorsunuz ama zamanla nasırlaşıyor yüreğiniz.  Hele hele sözünün ayarı kaymış insanlar etrafta İslam’ı temsilen dolaşıyorsa. Çok yazık. Alemlerin Sultanı Resulullah (s.a.v)'in henüz peygamber olmadan önce dahi en ama en önemli ve belirgin özelliği neydi? Konuştuğunda dosdoğru konuşması, söz verdiğinde ne pahasına olursa olsun sözünden dönmemesi değil miydi? Bu aralarda da çok popüler bir çürütme var buna. "Ben söz vermedim ki. Söyledim sadece" Ağzınızdan çıkan söze bir de söz diye mühür mü basılmalı? Söz demiyorsa insan bu demek oluyor ki konuştuğunun hiç bir ehemmiyeti yok. Peki ya Resulullah (s.a.v)? O'nun şaka ile bile insanları kandırmadığını insanlık alemi çok iyi bilir bilmesine de ya İslam alemi? Bunu biliyor mu? 

Abdullah İbnu Amir (r.a) anlatıyor; Bir gün Resulullah (s.a.v) evimizde otururken annem beni çağırdı. "Hele bir gel sana ne vereceğim" dedi. Aleyhissalatu vesselam anneme; "Çocuğa ne vermek istemiştin?" diye sordu. "Ona bir hurma vermek istemiştim"deyince Aleyhissalatu vesselam "Dikkat et eğer ona bir şey vermeyecek olursan üzerine bir yalan yazılacak"buyurdular. (Ebu Davud, Edep 88-4991)

"Bir sahabenin elinde boş bir külahla atını kandırıp yanına getirmeye çalışması Resulullah (s.a.v)'i o kadar rahatsız etmişti ki sahabeyi yanına çağırıp atı kandırdığı için onu azarlamıştı" (Buhari,İman 24 Müslüm, İman-107)

Başka söze hacet var mı? Öyle bir Nebi, öyle bir Resul ki (s.a.v), bir hayvanın bile kandırılmasına rıza göstermiyor, hayvanı aldatmak dahi onu müthiş rahatsız ediyordu. Bütün salat ve selam O'nun ve Ehl-i Beyt'inin üzerine olsun. Amin. Peki ya şimdi? O'nun sünneti üzere olduğunu iddia edenler? Yorumu sizlerin vicdanlarına bırakıyor devam ediyorum.

Anadolu’nun ücra köylerinden birinde derme çatma tahtadan bir evde geçimini çiftçilikle sağlayan 40 yaşlarında  yapayalnız bir adam yaşarmış. Allah (c.c)’a çok yalvarmış.

“ Ya Rabbi! ne olur bana Hızır a.s’ı göster.”

Allah (c.c) bu kulunun duasını kabul etmiş ve Hızır a.s’a nida etmiş.

“Ey Hızır, git falan kuluma görün”

Hızır a.s, Allah (c.c)’ın emri ile bizim garip yoksul köylünün yanına gitmiş ve dilenci kılığında ona görünmüş. Üstü başı yırtık, darmadağın vaziyette gelmiş ve evinin bahçesinde kışlık odununu hazırlayan adama görünmüş.

“ Geldim işte aha ben Hızır’ım” demiş.
Bizim köylü adam,  Hızır a.s denince azametli, boylu poslu, beyaz yağız at sırtında birini hayal ettiğinden, üstü başı yırtık pırtık dilenciyi görünce, şöyle yarım göz ucuyla biraz süzmüş ve
“ Git başımdan be adam. Sen benimle eyleniyor musun? Peehhh. Hızır mış” demiş.
Hızır a.s “ Yahu neden bana inanmıyorsun, ben Hızır’ım. Bak, başımdaki kavuğumu görmüyor musun? Bu Hızır’ın kavuğudur” demiş. 
Bunun üzerine bizim genç adam
“ Bak sen çok oluyorsun, biraz daha eylenirsen kafana bu nacağı çalarım. Bir kavukla Hızır olduğunu sanan meczup seni” demiş.
Hızır a.s ne yapsa inandıramamış. En sonunda
“ Al şu kavuğu başına koy ve köy meydanına in” demiş.
Adam kavuğu almış ve başına koymuş. Köy meydanına inmiş ki ne görsün. Köy meydanında kimsecikler yok. Bir bakmış ki meydandan geçen iki köpek, iki üç eşek, bir iki kedi falan filan. Az ötede de kavak ağacının altında üç dört domuz gölgeleniyor.
“ Allah allaaaahhh. Nerde bu insanlar. Herkes mi tarlada bu gün”
demiş ve yürümeye devam etmiş. Yürüdükçe manzara hiç değişmemiş. İki üç katır, üç beş eşek, dört beş domuz derken, bir insan görürüm de bu müjdeyi veririm düşüncesiyle yürümüş, yürümüş ve farkına varmadan bir anda kendini karşı köye bulmuş. Bakmış ki orada da köy meydanın manzara aynı. Bir gurup domuz toplanmış bir yerde, az ilerde bir gurup eşek, az daha yürümüş üç beş katır. Şaşkınlıktan gözleri dönen adam en sonunda bir evin bahçesine varmış ve bakmış ki yaşlı bir dede ot topluyor. Aha da sonunda konuşacağım birini buldum diyerek sevinçle adamın yanına gitmiş başında kavukla.
“ Selamunaleykum dede. Ben Hızır” demiş adama.
Adam hiç yüzüne bile bakmamış. Bizim delikanlı heyecanla
“ Heeeyyy  dedeeee !! Sana söylüyorum, neden yüzüme bakmıyorsun? Ben Hızır’ım diyorum görmüyor musun” demiş.
En sonunda ısrara dayanamayan yaşlı dede yine hiç istifini bozmadan, kafasını dahi kaldırmadan
“ De get başımdan Allah’ın delisi. Hızır mış. Hızır meraklısı. Hızır (a.s)’ı çok görmek istesem senin evine gider orda görürüm” demiş.

Amerikano Müslümanlar

Dedim ya değerli dostlar, ben dünyevi doğrulardan geçtim. Benim içimi yakan uhrevi doğruların tamamının yahut bir kısmının gizlenmesi, değiştirilmesi, yumuşatılması, kişiye ve konuma göre yoruma açılması.( Ne demiştik? Unutmuyoruz değil mi? Turnusol kağıdı ) İşin psikolojik kamuflajı da hazır, emin olun buna. Nasıl mı?

İnsanlar bir şeye inanır, inandığını konuşur yada yapar ve kime sorarsanız sorun kesinlikle haklıdır. İnsan psikolojisi öyle bir mekanizmaya sahiptir ki Demirel gibi her doğruya bir yanlış, her yanlışa da bir doğru mutlak suretle vardır. Yoksa da express baskıyla üretilir. Zaten üretemediği durumda açmaza girer ki bunun sonu, sonunda ilk başlangıcı depresif bir durum alır. Bu da bilinen adıyla depresyondur. Dolayısıyla herkes kendi içsel muhakeme mekanizmasının ibresini mutlak haklı olduğu değere yaslar. Dilerseniz bunu güncel hayatta yaşanmış bir misal ile perçinleyelim.

Yıl 1970.. “Amerikan proletaryası en iyi malı üretir” diyerek sözüm ona Amerikan manda ve himayesine karşı çıkmak için, yine Amerikalılardan aldığı silahla kardeşlerini öldürmek suretiyle gelecek barış ve eşitlik. Ne muhteşem değil mi? “Sosyal adaleti sağlamak için, halkların kardeşliği için bütün bunlar” açmazını da eminim fark etmişsinizdir. O meşhur parkayı bilirsiniz değil mi? Eminim bilmeyeniniz yoktur. Bir rivayete göre dillere destan olan o parka ODTÜ balosunda vestiyerden alınmıştır. (Sahibinden izinsiz ve habersiz alınma= Aşırılma.. Nasıl hak hukuk, gak guk mücadelesiyse artık siz anlayın) Bir diğer rivayete göre de Amerikan pazarından satın alınmıştır. Ben size rivayet değil gerçek bir bilgi vereyim. O parka iliklendiği sol alt köşesinde içeride 5 haneli bir sayı barındırmaktadır. Ne alaka değil mi? İşin kilit noktası da bu ya. Neyse.. Detayı karıştırmayın artık siz. O parka nasıl oluyor da Ankara’ya ODTÜ balo salonuna gelip vestiyere asılıyor, orasını da hiç karıştırmayın. İşin en ilginci ise kahramanımızın parkayı oradan aldığını ( aşırdığını) söyleyen yakın arkadaşları, şu sorunun, düşünen aklını kullanan insanın zihinlerine ileride gelebileceğini hiç düşünmüyorlardı yazık ki.

Soru; Paltoyu oradan alan (aşıran) kişi fiziki olarak normal standartların çok çok üzerinde, 1.92 boyunda 95 kg civarında. Bir an kendimi düşündüm. 1,87 boy 89 kg. Kocaa İstanbul’da 20 denemeden sonra üzerime uygun palto bulurken ( yıl 2014). Yıl 1970, aylardan Aralık ve o tarihte sanki birileri bizim oğlan alsın, bu parkayı giysin, üşümesin diye özel olarak getirip onu vestiyere astı değil mi? Tamda üzerine göre. Bu tesadüfler beni alııııırrr farklı alemlere götürür hep.

Nasıl oluyor bu iş, artık ben o kadarını bilemem. Azıcık merakı olan, bu söylediklerimin ne kadar gerçek olduğunu araştıracağına eminim. Araştırmalıdır da. İnsan aklını kullanıp doğru bilgiye ulaştığı müddetçe insandır. Aklını kullanmadıktan sonra……. Şimdi ben siyaset anlatmayacağım. Siyasete bir girersem kan gövdeyi götürür, emin olun. Konumuza anlam bütünlüğü bakımdan artı değer katacağı için sadece ucundan kıyısından değinmem gerek. Yoksa bu mesele hakkında 2 cilt kitap yazmam gerekir ki o dönemi hakkıyla izah edebileyim. Söylediğim gibi, sadece konumuzun bütünleyiciliğinin sağlanması açısından değinmeden geçemeyeceğim.

Amerikanlar El Değiştiriyor !

70’li yılların kan ve kaosunu atlatan güzelim ülkem, aynı senarist, aynı yapımcılar tarafından, aynı hikayeyle bir başka kaosa sürükleniyor. Değişen tek şey figüranlar ve zaman. Bu defa yıl 1979. Canım ülkem yine kızıl kanlara gebe. İki gurubu da organize edenler, sevk ve idare edenler aynı. Eylemlerde kullanılan silah ve mühimmatlar bu gün sana veriliyor, ertesi gün aynı silahlar bana geliyor. Vuranın vurulanın kimliğinin zerre kadar ehemmiyeti yok. Tam bir sayısal kafa. 2 den 1 çıkarsa kalır 1… 1 den 2 çıkmaz. Hazırlanan kaosa, iç yüzünü bilerek yahut bilmeyerek ciddi manada destek olmuş figüranlardan bu seferki kahramanımız şu an hayattadır ve pek bir popülerdir. Kendisi ile yattığı ceza evinde özel olarak yapılmış bir söyleşiyi dinleme imkanı bulduğumda çok sarsıcı bir detayı fark ettim.  

Kahramanımız “Ben suçsuzum.” diyordu. Elbette her mahkum suçsuzum der ama burada bize konu olacak olan ayrıntı suçsuzluğu yahut suçluluğu değildir. Bizler ne avukatız, ne de savcı. Bizi ilgilendiren buradaki ayrıntının psikolojik analizidir. İnsan beyni bütünü algılamaya meyillidir. Fotoğraftaki yüze bakarken çoğu zaman o yansımayı oluşturan ruhu göremez. Evvela görülerek algılanan fotoğraftaki yüz, göz kanalı ile beyinin milyonlarca algı süzgeçlerinden geçerek belki bir, belki birkaç saniyede çok süratli bir şekilde tanımlanır. İnsan, bu tanımlama safhasında metne anlam bütünlüğü veren onlarca yüzlerce kriptoyu çoğu zaman görmez, göremez. Dolayısıyla, ilerleyen zamanlarda çıkması olası muhtemel problemlerde, sistemi bozan sorunun kaynağını bulmakta, yerinde ve zamanında en etkili müdahaleyi gerçekleştirmekte ciddi sorunlar yaşar. Bu sebepledir ki konu insan olduğunda ayrıntılar çok çok hayati öneme sahip unsurlardır.

Burada dikkatleri üzerinde yoğunlaştırmamız gereken kriptolardan biri, kahramanımız kendisiyle yapılan özel söyleşide, “Ben 80 öncesinde tetik çekmedim.” dememesi, “ Adam vurmadım”dememesi, “Eylem yapmadım” dememesidir. Çok dikkat edin, kahramanımız ben eylem yapmadım demiyor. Peki ne diyor? "Ben suçsuzum"diyor ve bunu da psikolojik denge mekanizmalarında bakın nasıl sindirip, durumun ibresini kendi haklılığına dayandırıyor. Kendi lisanı ile “ Ne var yani. O dönemde ülkede bir iç  karışıklık var ve sokaklarda adalet yok. Onlarca suçsuz ülkücü işçi genç, evlerine giderken suçsuz yere, sadece inandıkları dava uğruna katledilmiş. Bu arada da solculardan birkaç kişi ölmüşse bunda büyütülecek hiçbir şey yok. Ölen kişinin de medyatik olması ayrı bir değer değildir. ” diyor.

Bu denge devinimi maddesel boyutla asla algılanamayacak, anlaşılamayacak bir şeydir. Bakın bu psikoloji, Hiroşima’ya atom bombası atan uçağın pilotu içinde aynıdır. Kennedy’e kurşun sıkan için de, Turgut Özal’a parti delegelerine yaptığı konuşma esnasında kurşun sıkan için de emin olun zerre kadar değişmez. Hepsi kesinlikle haklıdır. Ve onların iç dünyasında öyledir de hiç kuşkusuz. Peki böyle midir? Bu sorunun cevabı kimin sorduğuna, ne zaman ve nerede sorduğuna göre değişir. Tarihsel olaylar yaşandığı zaman diliminde yorumlanarak anlam kazanır. Bundan 70-80 yıl önce gerçekleşmiş bir olayı bu günkü konjonktürde analiz etmeye kalkarsak tespitlerimizin analizlerimizin 10'da 9'u kuvvetle muhtemel hatalı olacaktır. Ne demek istediğime dilerseniz durumu biraz globalleştirerek bakalım.

İstanbul’un dini inanç bakımından diğer bölgelerine nazaran biraz daha karakteristik ve homojen yerleşim bölgelerinden herhangi birine giderek sokakta 10 kişiye ayrı ayrı“ Filistin Kurtuluş Örgütü” diyelim ve susalım. Gelecek olan tepki emin olun hiç firesiz “ Mücahit. Halk kahramanı. Haklı direnişin sembolü” olacaktır. Bu soruyu Tel Aviv’de sorduğumuzu düşünelim. Nasıl bir tepki alırız sizce? 10’nun 10’u da hiç tereddütsüz “Terörist” diyecektir öyle değil mi? Yahut “ Çeçen” diyelim. Alacağınız tepki hiç kuşkusuz aynı  FKÖ deki gibi olacaktır. Ama bu soruyu Moskova’da sorduğumuzu düşünürsek eğer  çok büyük bir olasılıkla ülkemize yek pare olarak dönme başarısını gösteremeyiz öyle değil mi? Aynı durum son 30 yılı göz önüne aldığımızda toplumsal yada bireysel karakter olarak bizim içinde geçerlidir. Sokağa çıkıp ve “PKK” dememiz yeterli olacaktır. İstisnasız hemen hemen tamama yakını “Terörizm” diyecektir. Bu kelimeyi Danimarka’da veya İngiltere’de kullanırsanız eğer, alacağınız tepki “ Halk Savaşçısı” yada buna benzer yorumlar olacaktır.

Mesele kime, nerede sorduğunuza bağlı olarak değişkenlik gösterecektir. Tüm bu tespitlerimize karşın, şiddeti ve terörü nüfuz etme yöntemi olarak seçmiş illegal yapılanmaları gözardı edecek olursak, zamandan ve mekandan tamamen bağımsız, dünyanın neresine gidersek gidelim, hangi sebeple olursa olsun, suçsuz sivil halkın öldürülmesi, kadınların çocukların katledilmesi eylemi hiçbir haklı gerekçeye matuf olamaz. Öyle değil mi? Gerek insani,  gerek ilahi, gerek vicdani boyuttan her ne sebeple olursa olsun meseleyi üç noktada değerlendirdiğinizde ise hiç kuşkusuz tek bir gerçek olacaktır. İnsanlık tarihinden çok daha genç, dünyanın varoluşundan çok daha yaşlı olan değişmez tek gerçek vardır. İşte naçizane benim derdim de budur? Bu yazımızda bir delilik yapıp, sarayın bahçesine inecek ve avazımız çıktığı kadar “Kral’a çıplaaaaaaaaaakk” diye bağıracağız.

Buraya kadarı özetle; siz meseleleri kendi denge mekanizmalarınıza hangi cihetten yatırırsanız yatırın mutlak suretle hep haklı çıkarsınız. Öyle değil midir? Tam zıttı da pratikte mümkündür. Haksız olduğuna inandığı bir fikri eyleme geçirenler yok mudur? Elbette vardır. Tamamen psikiyatrik mesele olup başlı başına irdelenmesi gereken bir konu olması hasebiyle biz bu durumu konumuz dışında tutacağız. Konumuzu ilgilendiren boyutuyla devam edecek olursak şayet, birinci madde olarak; konu ne olursa olsun kişi önce mukayese, ardından muhakeme ederek karara bağladığı meselede mutlak suretle haklıdır. İkinci maddede ise; kişinin mukayese ve muhakeme neticesinde haksızlığın vuku bulduğu bütün durumlarda madde bir geçerli olur.  Bu değişmez kuram etrafınız içinde aynıdır. Aranızda ihtilafa düştüğünüz bir konuda en seveniniz bile size kendi bakış perspektifinden yorum yapacak, kendi doğrusuyla meseleyi analiz edip süzgecinden geçirdikten sonra, kendi doğrusunu sanki tek ve değişmez doğruymuş gibi size lanse edecektir. Bu kaçınılmaz sondur. Siz doğru olduğuna inanmadığınız bir şeyi kabullenir misiniz? Asla değil mi? Hah işte, size her ne konuda olursa olsun, yön veren yahut fikir beyan eden kişi de kendi inandığı doğrusunu size tek ve değişmez doğru olarak verecektir. Peki, şimdi gelelim bir diğer hususa;

“Yazıklar Olsun O kimseye ki İnsanları Güldürmek İçin Konuşurlar”

Doğru, kişiye özel değişim skalasında, evrensel normlar ile kişisel doğru-yanlış parabolünün üst üste konulup çakıştırılması ile apsis ve ordinatı elde edilen bir nokta mıdır? Doğru için, değerlendirenin milletine, tabiiyetine, yaşına, cinsine ve kendi evrensel normlarına göre yanlış ile mutlak doğru arasında özgürce salınım gösterebilen hiperboldür tanımı yapılabilir mi? Varsayımlarla hareketle öyle olabileceğini kabul edersek şayet, parabolümüzün üzerindeki her hangi bir noktanın apsis ve ordinat değerlerini kim hangi kıstaslara göre belirler. Böylesi hassas bir noktada, böylesi özgürce şahsi belirlenebilen noktaların insani vicdani ilahi emniyetinin belirleyici unsurları nelerdir? Böylesine evrensel bir değerin güvenilirliğini onayıcı onlarca yüzlerce kritere ait sorular varken, günümüzde  anonim, kavak ağacı altı sözleri atasözü diye lanse ettirilip meşruiyet kazandırılamaya çalışılmış, ne acıdır ki bir çok jenerasyon içerisinde de muteber kabul edilmiş anonim ata sözlerimiz dilden dile dolaşmaktadır. Şayet böylesi bir sözü hoyratça telaffuz etmiş bir ata varsa ben o atayı reddederek ilkiyle devam ediyorum;

Buyurun efendim ilk garabet gelsin.

Efendim, “Her doğru her yerde söylenmez..”miş. 

Gülmeyiiiin. Hiçbir şey yokmuş gibi devam ediiiiin..

Bu cümle inanın bana, kelli felli, makam mevkii sahibi ve hatta hatta kavuğu kalın alim ulemanın dilinde. İspatı bende mevcut olup, dileyene, merak edene delilleriyle sunmaya hazırım. Evet, yanlış okumadınız. Her doğru her yerde söylenmez imiş. Rest derim, pes derim, hatta daha da ileri gider kes derim.

Öncelikle ve özellikle şunu üzerine basa basa belirtmek istiyorum ki her ne suretle olursa olsun bizim sıkıntımız asla ve asla kişilerle değildir. Dolayısıyla, kişi ismi ( Kim dedi. Ne zaman dedi. Nerede dedi vs.) kesinlikle bizim konu başlığımız hatta parantez içimiz dahi olmaz olamaz. Olmamalıdır da. Bizim yegane gayemiz öncelikli olarak Hayy ve Kayyum olan Alemlerin Rabbi Allah (c.c)’ın rızasına nail olabilmek adına, Allah (c.c)’ın dinine zerrey-i miskal kara gölge düşürebilecek, bireysel başlatılan fikri saptırmaların daha sonra kitlelere nüfuz etmesine naçizane bir set bir bent olabilmektir. Bu açıklamayı yaptıktan sonra devamen;
Neymiş efendim “Her doğru her yerde söylenmez” imiş.

Azıcık araştırılıp birkaç kaynak baktığınızda, bu cümleyi insanlarımıza Hadis-i Şerif diye yazıp yutturma gayreti ve aymazlığında bulunan yazıtların varlığını hayretler içerisinde göreceksiniz.

Arkadaş bu nasıl bir kavram kargaşasıdır? Yahu doğru kim, yalan kim? E şimdi bu doğru ise “Müslüman asla yalan konuşmaz” ne? Haaa, şimdi hülle yapalım dilerseniz. ” Efendim, yalan söyleme ama her doğruyu da her yerde söyleme”

Kardeşim, çılgın insan, superman, sana bir soru soruluyor, doğruyu saklamak ne? Bunun mizanını kim belirliyor? Kıstas kriter ne?

“Her doğru” daki cümle içerisinde başı boş, serseri mayın gezen “Her” kelimesinin açılımı ne? Kime göre her? Yaaa, işte mesele böylesi yoruma açık.  Kardeşlerim, sahih kaynaklarda geçen Hadis-i Şeriflerde doğrunun gizleneceği yerler bellidir. O konuştuğunda kainatın susup edeple dinlediği, Allah (c.c)’ın “Seni yaratmayacak olsaydım zaten dünyayı da yaratmazdım” buyurduğu, Kainatın Efendisi Yaradılanların en Şereflisi Habibullah (s.a.v) şu üç başlıkta yalan olabilir buyuruyor.

1-) Erkeğin, rızasını sağlamak için hanımına yalanı,
2-) Harpte söylenecek yalan. Çünkü harp bir hiledir.
3-) İki Müslümanın arasında sulhü sağlamak kastıyla söylenen yalan
(Tirmizi, Birr-26)

“Ümmetimin sonunda yalancı Deccaller olacak. Onlar ne sizin ne atalarınızın hiç işitmediği şeyleri anlatacak. Onlardan sakının.” (Müslim, Mukaddime-6)

“Yazıklar olsun o kimseye ki insanları güldürmek için konuşur ve yalan söyler. Yazık ona, yazık ona”  (Ebu Davud ,Edep-88, Tirmizi, Zühd-10)

“Sana şüphe veren şeyi terk et. Emin olduğun şeye ulaşıncaya kadar git. Zira sıdk (doğruluk) kalbin imtinanıdır, yalan şüphedir.” (Tirmizi, Kıyamet-61, Nesai Eşribe-50)

Eminim bazı kardeşlerimin aklına gelecektir. “İyide “Her doğru her yerde söylenmez” yalan konuş demek değil ki” Hemen onu da açıklayayım. Size yönelen bir soruya cevap verdiğinizde doğruyu söylemiyorsanız neyi söylemiş oluyorsunuz? Başka seçenek var mı? Ya doğruyu söyleyeceksiniz yada yalanı. En iyimser haliyle sustuğunuzu kabul edelim. Gerçeğin saklanması nedir?

Siz “Oradan o çıkar, buradan bu olur, aman onu deme kırılır, bunu deme kızarlar.” derseniz liste uzar gider. Bir bakmışsınız ki tavizler dipsiz kuyu.

Hangimiz En Müslüman? Hadi Söyle ! Hangimiz En Çok

Mesele eğer Allah (c.c)’ın doğrusu ise bal gibi de her doğru her yerde bağıra bağıra söylenir. Sizin imanınız Allah (c.c)’ın kudretine azametine yaslanmışsa, bin kere kafanızı kesseler, bin kere can verip, bin daha kesseler “Allah (c.c) bunu söylüyor” dersiniz. Bu nasıl bir korkudur, bu ne yaman çelişkidir böyle, bu ne post kavgasıdır böyle? İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raciun. Ben artık ciddi manada korkmaya başladım. At izi it izine karışmış bir devrandır gidiyor. Kim dost, kim düşman, kim alim, kim zalim ciddi manda kavram kargaşası yaşıyorum. Bu ne demektir?” Her doğru her yerde söylenmez.” Bakın, yazımın başında ve diğer yazılarımda takip eden dostlar hatırlayacaklardır, demiştik ki “Bir yalanı bir kişiye yahut zümreye inandırmak istiyorsanız çokça tekrar edin. Bir süre sonra insanlar ona inanırlar.” Ve yazımızın içerisinde de, insanlar kendi inandıkları doğrularını size hiç farkında olmadan empoze etmeye çalışırlar demiştik.  

Peki, bu ne enteresan bir doğrudur ki  her yerde söylenmiyor? Cümle içinde geçen “Her yer” nerelerdir? Söylersek bize ne kaybettirir? Ve kimlere karşı her doğru söylenmez? Hadi bakalım verin bunların cevaplarını. Cevapları politik olacaktır hiç kuşkusuz. (Unutmadık değil mi Multiple Personality Disorder ve turnusol) Daha durun durun. Ne bombalar daha var. Sabır.

Efendim şimdi arkamıza yaslanalım. Gözlerimizi kapatıp derin derin birkaç nefes alalım. Haydi buyurun cenaze namazına. Her kişi niyetine;

Baaaaaazı Finans Kurumları… (?)

Soru geliyor; “ Faiz haram mıdır? Finans Kurumları için ne düşünüyorsunuz?”

Sorunun muhatabı önce ağzını sağa sola esnetiyor, açma germe hareketleri yapıyor. Kaşlar bir değişik, bir garip hal alıyor. Ses oktavı birkaç perde düşüyor ve Pikachu oluyor iki saniyede. ( Beden dili. İkna üzerinde etkilidir) Veee;

El-Cevab; “ Efendim, bazı finans kuruluşlarına cevaz veriliyor”

Hoppalaaaaaa. Sizi temin ederim ki sadece bu cümleye 5 makale yazarım. Yahu bu nedir şimdi? Bazı finans kuruluşları??? Hangileri bunlar? Menşei nerelerdir? Bakın bakın. Biz veriyoruz denmiyor. Muhatabını yağlı urganlara getirebilecek böylesi bumerang bir soruya cevap vermenin adabını hep birlikte öğreniyoruz şimdi. Mesele iki sırtı keskin bıçak olunca, top göğüste yumuşatılır ve yumuşak bir plase ile filimsi (fiilimiz henüz kimlik bunalımında çünkü) - li yapım ekini alır ve –yor zaman ekiyle fiilden yeni bir fiil türetilir ve hooopp köy sandığına.

“Bakın ben demiyorum haa, diyorlar. Yarın öbür gün bundan beni mesul tutamazsınız.”’ a evrilir gizli anlam bütünlüğümüz. İzahat neymiş bakalım. Peşinen yargılayıp asmayalım. Neymiş açıklama? Kar payı veriyormuş o “Baaaazııı” finans kuruluşları. Faiz değil dikkat edin “kar payı”. Ölürsünüz gülmekten. Hayır milleti sığır yerine koyuyorlar ya. Kahrolmamak işten bile değil. Neymiş işin aslı astarı metanetle irdeleyelim.

Değerli kardeşlerim, kar nedir? Üç harfle yazılması aman sizi aldatmasın. Bu haylazın 300 tipi var. Birincisi gökten yağan kar ki bunun konumuzla hiç ama hiç ilgisi yok. İkincisi, hani şu kardeşi kardeşe kırdıran, yeşil yeşil olan varya.. Hah işte o cinsinden. Amerikan’ı var, Kanada olanı var, Bahama olanı var, Avustralya olanı var. Bu meretin en popüleri, en hınzırı, en haylazı Amerikano olanı. Ne zaman sevdadan konu açılsa hemen gözleri “dolar”dı şairin. Anladınız siz onuuuuu.  İşte o cihetten kar. Gerçi bununda gökten yağanı var ama şimdi ona da hiç bulaşmayalım. Bir üçüncü cins olanı var ki artık “kırımızı kar” yağınca gelirim o konuya. Geri kalan 297 tipini ben sizlere bilahare anlatırım. Biz dönelim bizi ilgilendiren kara. İşte konumuzun esas oğlanı ve Benjamin Franklin’in aynı adlı eserinden uyarlanan senaryo metni bu kardır. Öyle basite indirgemeyin aman haa, bunun birde payı var. Sırayla bakacağız şimdi.

Ne dedim ben az önce? Sadece bu faiz ve kar payı meselesinden 5 makale yazarım. Kısadan geçeceğim merak etmeyin. Evet nedir kar? Bir ticari faaliyetin sonunda, maliyet üzerinden elde edilen bedeldir değil mi? Yani 5 liralık bir mal alırsınız, aldığınız malı 7 liraya satarsınız, ne olmuş olur? Kar= Satış Bedeli-Maliyet. Ne oldu? 2 lira kar etmiş olursunuz. Yahut üreticisinizdir. Bir ürünü 3 liraya üretirsiniz, üzerine üretim esnasındaki genel giderlerinizi de koyarsınız, maliyet fiyatını çıkartmış olursunuz. Belli oranda da bir kar marjı koyarsınız ve satış rakamını çıkarmış olursunuz. Formül değişmez. Kar= Satış Bedeli-Maliyet olur yine. Şimdi… Bu “Baaazııı finans kuruluşları” ne alır, ne satarlar bileniniz var mı? İkametgahları nerededir, bileniniz var mı? Kaça alırlar, kaça satarlar bileniniz var mı? Ohooo.. Üçüne de hayır dedik, oldu mu şimdi?

Ben paramı götürüyorum “Bazı Finans Kurumu” bana diyor ki “Ben faiz vermiyorum, faiz haram, biz seninle ortağız. Senin paranı çalıştıracağız ve kardan sana pay vereceğiz." Gülmeyiiiiinnn.. Önünüze bakııınnn. Sakiiinnn olun. Laptop’unuz masadan düşürürseniz, bu yazıyı okuduğunuz için hiçte karlı bir iş yapmış olmayacaksınız. Zararınıza ortak olmam bilesiniz J Evet devam ediyoruz.
  
Tamam kabul edelim öyle olmuş olsun. Bu nasıl bir ortaklık, nasıl bir ortak iş ki ben bir gün sabah kalkıp “ Ufff bu gün sıkıldım. Diğer iş yerime gideceğim. Hesapları bi kontrol edeyim” diyemiyorum? Var mı hesapları dilediği gibi kontrol eden? Ay sonu yada 6 aylık ( faiz değil aman haaa kar payı) hesap sonunda size uydurmaca kaydırmaca bir kar zarar tablosu yollarlar, sizde yutarsınız. Hiç mi zarar etmez bu şirket? O tabloya bakın. Ne alınıp ne satıldığı, nereden alınıp nerede satıldığı, kimden alınıp kimlere satıldığı, kaça alınıp yüzde kaç karla satıldığı yazar mı? Nasıl ortaklıksa bu. Yazmaz. Neden biliyor musunuz? Ben söyleyeyim. Bunlar sizin benim paramı çok ucuza (bedava) alırlar. Sonra sizin alt komşunuza, benim yan komşuma kredi leasing adı altında, belli bir faiz oranıyla satarlar. Kısaca Ali’nin külahını Veli’ye giydirirler. Suya sabuna dokunmadan para kazanırlar.  Yani para alıp, para satarlar kardeşlerim. Allah aşkına siz herhangi bir finans kurumunun bağ bahçe işlettiğini yahut imalat yaptığını veya ticaret yaptığını hiç duydunuz mu? Bakın size bir örnek vereyim.

Mesleğimle alakalı iş makineleri satın almak için bundan yaklaşık 7 yıl önce, her biri ile ayrı ayrı, tek tek görüştüm. Hepsinin paydası aynıydı, payda eşitlemeye hiç ama hiç gerek yoktu. Bakın hepsinin ortak paydası neydi. Bize önce şirket bilançonu yollayacaksın ( Kazanıyor musun, kazanmıyor musun bakalım. Yani sağmal mısın değil misin de denebilir.) Sonra makinenin yüzde 40 fazla değerinde bir taşınmazı teminat için bize birinci dereceden, birinci sıradan ipotek vereceksin.( Bak bak bak. Ortağa bak hele. Varını yoğunu alırım da diyor) Sonra bize proforma faturanı yollayacaksın. (Ben sana güvenmem. Senin yolladığın proforma üzerinden piyasa araştırması da yaparım.) Biz değerlendireceğiz. Ne kadar leasing kullandın? Diyelim 200 bin USD. Ne kadar zamanda ödeyeceksin? Diyelim 5 yıl.

Önce 280 bin USD değerinde bir taşınmazı ipotek edeceğiz. ( Zannetmeyin ki 280 bin USD lik araziniz yahut eviniz yeter. Yetmeeezz. Ekspertiz yaparlar. Sizin 280 binlik yerinizi 240 bin sayarlar. Bakın burada bile filim var. Hani ola ki ödeyemezsen, malına el koyarsak, 40 binde oradan kar edeceğiz demektir bu.) Evet ipotek işini çözdük mü? Sonra biz, vereceğimiz tutarın aylık/yıllık şu kadar farkını üzerine koyacağız. Sadedi şu; Senin 200 bin USD ye aldığın makine sana 300 bin USD ye gelmiş olacak. Dikkat edin. Borcun bitene kadar da makine onların malı. Yani makineyi onlar alıyorlar ve sen çalıştırırken de onların malı. Borcu bitirdiğinde çok cüz-i ( 300-500 USD  gibi ) bir rakama sana devrediyorlar. Ortağız ya! Ortak bana makineyi 5 yıl için yüzde 50 fazla bedelle ödetiyor.

Şunu demiyor dikkat edin. “Bak kardeşim, senin makinen kaç para? Şu para. Bunun altın olarak karşılığı ne? Farz edelim  2 kg altın. Al kardeşim parayı. Ne zaman vereceksin? Şu zaman. Gel kardeşim seninle sözleşme imzalayalım. Ödeme zamanın geldiğinde ben bunu senden 2 kg altın alırım. Yahut aylara bölelim. Kaç ay? De ki 60 ay. Aylık ne düşer kardeşim? 33,3 gr altın. Sen bana bunu 33,3 gr altın olarak öde.” Demeeeezzz. Neden? Altın zaman zaman değer kaybediyor. Faiz, pardon katılım payı hep pozitif yönde artan ivme kaydediyor.

Bileşik Faizle Bronzlaşan Paralar

Hani parabolümüz vardı ya. Hani yukarıda detayla anlatmıştık ya. Hah işte o parabolde bu kurumlar için meşruluk mührünü ruhuna basacak şahsiyetlerin parabolünün tepe noktasının apsis değeri ne biliyor musunuz?  “Efendim, her zaman çok vermiyor, bazen zarar ettik deyip az verdiği de oluyor. Bazen de hiç vermediği oluyor” dur. Ordinat değerini de verelim madem “ Yav adamlar beş vakit namaz kılıyor. Allah’tan korkan adam yapmaz öyle şeeyyy.”

Ne güzel değil mi? Her zaman çok vermez elbette. Bazen az verir. Eee kabak yemeninde bir usulü vardır değil mi? Ana paranın altına insin, bak bakalım bir kişi orada parasını bırakır mı. Bu diğer bankaların hiç kafası çalışmıyor. Onlarda bunu uygulasın. O zaman caiz mi olacak? Onlarda desin ki “Vazgeçtik biz faiz vermekten. Biz de kar payı vereceğiz.” Hatta şöyle bir yol belirledim ben onlar için. Bir ay yüzde 1.75 versinler, diğer ay yüzde 1,50, öbür ay ikinci aydaki kaybı üçüncü aya eklesinler. Etti sana yüzde 2. Haaaahh oldu şimdi. Kılıf tamamdır. Bir salto iki burgu tamamdır. Olur dimi öyle? Olur oluuurr.. Cevaz verildi mi her şey olur. Şimdi diyorlar ki “ Bazı finans kuruluşlarına cevaz veriliyor”. Pikachu, hangileri onlar isimlerini de söyle bize. Hadi hadi.  

Bankanın adı oldu Finans Kurumu, faizin adı da kar payı. Eee mute nikahı da caiz olsun o zaman. Hiç olmazsa orada kadın da adam da ne alacağını, ne vereceğini biliyor. Her şey şeffaf.  Ehven-i şer ya ! Zina diz boyu. Sokaklarda artık. Bari insanlar hepten günahkar olmasın diye bunlar 20 sene sonra mute nikahına da cevaz verecekler. Bu söylediğimi yazın bir yere. Hazırlıklar ona doğru. Nasılsa ana tema ehven-i şer. Öyle diyorlar ya. “Ne yapsın Müslümanlar, parası enflasyonda ezilsin mi? Adam  paranı çalıştırıyor.”

Diğer bankalar, yani faiz verenler ne yaptırıyor? Paranızı sizden  alıp Vakko’dan Beymen’den giydirip Kanarya Adalarına tatile mi yolluyorlar? Paranız 6 aylık %1.75 bileşik faiz güneşiyle bronzlaşıp mı size geliyor? Onlar da çalıştırmıyor mu? Ciddi ciddi soruyorum. Ne fark var arada? Biri Arap sermayesi, diğeri Avrupa. Arap kökenli finans kurumları paranıza abdest aldırıp güneşin alnında taş mı taşıttırıyorlar da onların verdiği faiz, çok afedersiniz kar payı diyecektim helal oluyor? Sümme haşa. İnsanı böyle şaşırtır bu pişekarlar. Yazık. Çok yazık. Hiç Allah (c.c)’tan korkmuyorsunuz değil mi? Yahu o toprak üzerinize kapatıldığında nasıl hesap vereceksiniz? Allah aşkına, sizi böylesi cesur yapan bildiğiniz sırlar mı var? Bize de açıklayın. Ben bir lokma ekmeği yutarken kırk hesap yapıyorum. Sizin bildiğiniz gizli ayetler mi var? Çıkın açıklayın, bu millet de kurtulsun, siz de kurtulun.

“Allah’ın indirdiği kitaptan bir kısmını gizleyip onu az bir bedel ile değişenler (var ya); işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Kıyamet günü Allah onlarla ne konuşacak, ne de onları arıtacaktır. Onlar için elem dolu bir azap vardır.” (Bakara-174)

Ben hiçbir şey söylemiyorum. Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c)’ın sözü ne güzel ne doğru bir sözdür.

Müslüman Masonlar (?)

Bitti mi? Hayııııırrr. Daha ne vecizeler var. Soru geliyor sıkı durun. “ Efendim Masonluk hakkında ne düşünüyorsunuz?”

O an muhatabın halini görüp, ses tonunu duysanız. Sanırsınız ki adama hücre çekirdeğindeki Ribonükleik Asit ve Deoksiribonükleik Asit arasındaki kompleks ilişkinin genetik kodları soruldu.Bakın nasıl kıvırılıyor. Ölürsünüz gülmekten.

El-Cevab; “Efendim ben şimdi, onu şimdi, ben efendim….. Efendim şimdi.. Osmanlının son zamanlarından bazı fetvalar biliyoruz İslamın aleyhinde olduklarına dair. Ama şu anda bunlar biz dernek statüsündeyiz diyorlar. Denetimi var mı yok mu bilmiyorum, ama şu var..”

Gülmeyiiiiinnn.. Sarsılmayııınnn.. Sıkı duruuuuunnn.

Bu adamceyiz Utaritten 09.15 TK 315 sefer sayılı zeplinle dün sabah indi dünyaya. Hiçbir şeyden haberi yok..... Kelime oyunlarına bakın. Bir cümlede bir yargı bildirilirken "ama" ile bağlayıp ikinci bir yargıya geçildiğinde ilk yargı ikincil, ikinci yargı birincil olur ki bunun sebebi tüm cümlelerde asıl yargı sondadır. ( Bu durumu son yazdığım cümleye bakıp test edebilirsiniz. “….asıl yargı sondadır.” Cümleyi bitirdiğinizde aklınızda kalan yargıdır. Anlatılmak istenen kısımdır. Evvelkiler ise asıl yargının yani anlatılmak istenen ana fikrin daha net keskin çizgilerle tanımlanması için yardımcı etmenlerdir.) Çok ekstrem bir örnek gibi gelebilir. Amacım ne demek istediğimin anlaşılmasıdır. Mahkemede hakim karar metnini okurken önce isnat edilen suçu okur. Delilleri tanımlar. Şahitler varsa onları dinler. Sonra bir hükme varır. Hükmü okurken “Yüce Türk Milleti adına” der ve “Sanığa isnat edilen……… suçun TCK’nun ….. maddesinin …… bendine göre ……. yılla cezalandırılmasına, ( bakın bu bir hükümdür ve devam eder) ………. sebeplerle işlenen suça tekabül eden cezanın her bir gününün …TL ile toplam …TL adli para cezasına çevrilmesine karar verilmiştir” der ve hükmü karara bağlar. Ne oldu ilk saydığı TCK’nunun bilmem ne maddesindeki hapis kararına? Hoopp paraya çevrildi ve ilkinin hükmü kalktı ikinci hüküm bağlayıcı oldu değil mi?

Sen önce “Eskiden şöyle şöyleydi amaaa…” diye bağlarsan adam sana “Eski çamlar bardak oldu, senin eşek Niğde’yi bulabilir mi tek başına?” diye sorar. Masonların ne iş yaptığını bilmiyor musun? Daha önce hiç duymadın mı? Ne oldu? Yoksa şimdi bunlar tövbe edip Cumaya mı başladılar? Osmanlının son zamanlarına neden atıfta bulunuyorsun? Aradan 200 sene geçti yani düzelmişlerdir, şimdi için bir şey diyemem mi demek istiyorsun? Çık sokağa, 80 yaşında dedeye sor “Dünya üzerindeki devletlerin sevk ve idaresini legal veya illegal yollarla elinde tutan, her köşe başında çıkan kaos ve karmaşaya direk  yahut indirekt sebebiyet veren ve bu kaostan beslenen tamamen seküler bir örgüt.” cevabını alırsın. Efendi ! Neyden korkuyorsun bu kadar? 5 yaşında çocuğun bildiği gerçekleri söyleyemiyorsan sen ne iş yaparsın? Korkma. Ben çok aydın gördüm bunların gerçek yüzünü anlatan, hala hayattalar. Korkma olur mu? Sakın korkma.

30 senedir kime neye hangi dine inandığını çözemediğim Moderatörden, aynı konuda işin rengini, asıl maksadını belirleyici çok net bir soru daha geliyor. “ Masonların içinde Müslümanlarda var. Geçenlerde Üstadı Muhterem “ Bizim için inanç şarttır. Bizde bir tanrıya inanma şartı aranır.” açıklamasını yaptı ve içlerinde inanmış Müslümanlar da olduğunu, her dinden insanın olabileceğini, dini bir kuruluş olmadıklarını, insan ve yardımseverlik odaklı bir kuruluş olduklarını beyan etti. Sizce de bir Müslüman mason olabilir mi?”
Sıkı tutunun şimdi. İnişe geçiyoruz.

El-Cevab: “ Efendim şimdi oraya neden üye olmuş adam, onu bilmek lazım. Adamın niyetine bağlı. İslam’ı inkar etmiyorsa, Allah’ı inkar etmiyorsa, bir çıkar için oradaysa, biz bu adama kafir oldun diyemeyiz. Çünkü bazı insanların mesleklerinde yükselmek için buralara üye olduklarını biliyoruz.”

Eeeeyyy ismine kurban olduğum. Eeeyyyy alemleri yok iken, bir ol demeyle yaradan, sonsuz kuvvet kudret sahibi Rabbim. Duyuyorsun ve görüyorsun. Daha dün kendini parçalarına ayıranlar, başka bir İslam alimini eleştirirken kaftan kafa hükmediyorlardı. Damarlarını çatlarcasına bağırıyorlardı. “ Efendim neymiş baş örtüsü füruatmış. Yükselmek için başınızı açın. Yok şuraya gelmek için başınızı açın. Olur mu böyle sapıklık yaaaavvv. Ben nasıl Allah’ın emrini çiğne derim insanlara. Nasıl Allah’ın yasak ettiği bir şeye cevaz veririm.” Lütfen dikkat edin kardeşlerim. Ne deniliyor. “Mesleğinde yükselmek için ben nasıl Allah(c.c)’ın emrini çiğne derim?” Peki kendilerine sorulduğunda benzer soru nasıl cevap geliyor? “ Efendim şimdi, mesleğinde yükselmek, bazı yerlere gelmek için buralara üye olanlar var. Bunu biliyoruz. Adam İslam’ı inkar etmiyorsa…..!!! Yani adamın niyetine bağlı”

Şimdi diğer kişilerin söylediği “Mesleğinizde yükselmek için başınızı açabilirsiniz. Çalıştığınız kurumdan çıkınca kapatın” telkinine uyan kadınlarımız “ Benimde niyetim iyi. Bende örtünmeyi inkar etmiyorum ki….” derse bunun vebalini kim verecek? Bu şu mu demek? “Benden başka ilim irfan sahibi adam tanımayın, bana tabi olun. Benim dışımda herkes sapkınlığa yöneltir” mi demek? Ama sen şimdi bana “Murat mesleğinde yükselmek ilerlemek istiyorsan Mason olmanda bir sakınca yok” diyorsun. O anlama gelmiyor mu bu?

Çıkar için Müslüman mason olabilir. Oldu mu şimdi? Niyetine bağlıymış. Bu niyet “ benim kalbim temiz” e atıfta bulunmuyor mu? Adam Ehl-i İslam anne babadan dünyaya gelmiş, ben de Müslümanım diyor ama mason localarında fink atıyor. Sorunca da “ Ben kötü niyetle burada değilim. Benim kalbim temiz” diyor. Örtünmeyen kadınlarımız “Ben Kur’an’ı inkar etmiyorum ki.” diyor. Nasıl olacak şimdi bu? Sadece ben, gerek eğitim hayatımda, gerek iş hayatımda onlarca kadın tanıdım “Aslında örtünmemiz lazım ama işte nefsimizi yenemiyoruz” diyen. Şimdi sen ona diyorsun ki “ İslam’ı inkar etmiyorsan, iyi niyetliysen sorun yok devam….” Ruhen Müslümansın ama fiilen kiliseye gidiyorsun. Oldu mu şimdi bu?

“Kınamayınız. Kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz” (Tirmizi, Kıyamet-53 No2507)

Dün başörtüsü füruattır diyen adamı yerden yere vururken, bu gün sen “Müslüman mason olabilir” diyorsun. Masonlar o kadar salak mı ki kendi inançlarına ruhen olmasa da fiilen iştirak etmeyecek insanları aralarına alsınlar? Onların fikirlerine emellerine fiilen pozitif katkı sağlamayacak bir adamı aralarına alırlar mı? Soruyorum herkese. Allah için vicdanınızda cevap verin. Alırlar mı? Almazlar değil mi?

Peki masonlar ne iş görürler? Amaçları hedefleri nedir? Bu soruların sadece yüzde 10’una cevap verebilmem için 110 kitap yazmam gerekir.

“Kalplerinde hastalık olanların; “ Bize bir kötülük isabet etmesinden korkuyoruz.” diyerek onlara koştuklarını görürsün. Umulur ki Allah katından bir fetih veya bir emir getirirde onların nefislerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olurlar” (Maide-52)

“Korkaklıkta ar, ilerlemekte şeref vardır.” Hz. Ebu Dücane (r.a)

Bu hadisleri, bu ayetleri ve sahabe-i kiram efendilerimizin bu sözlerini bilmiyorsunuz değil mi? Tabi tabi.  Bilmiyorlar kesinlikle. Anladınız mı şimdi hangi doğruların her yerde söylenmeyeceğini. Masonların doğrularını sen çıkıp milyonların önünde nasıl söylersin, olacak iş mi? Hele hele baaazı finans kurumlarının faizlerine çok afedersiniz yine elim sürçtü, kar payı, kar payı…… İşte o kar paylarına çıkıp “Bunlar da alemlerin Rabbi olan Allah (c.c) “karınlarınıza ateş dolduruyorsunuz”diye bizleri uyarıp katiyen yasak ettiği haramın katmerlisi faizdir.”dersen olur mu hiç. Aaaa.. Kim bilir kimlerin tepkisini çekersiniz. Belki de kendinizle çelişir, çatışır durursunuz gece yatakta. Her şeyin en doğrusunu Allah (c.c) bilir. Bu para varya bu para. Bu nasıl bir illetse adamın dinini imanını kimlik bunalımına sokar iki dakikada. Ağzın ne der, elin ne yapar, gönlünden ne geçer, hesapların ne fısıldar sen bile karıştırırsın. ( Unutmadık değil mi? MPD) Bu para, ah bu para. Ne insanlık, ne iman, ne onur, ne haysiyet, hiç biri onunla yan yana uzun süre duramaz.

Şerefsuz Temel

Bizim Temel ile Dursun birlikte büyürler. Yaşları 20-21 olunca da para kazanmak için gurbete çıkarlar. Temel gurbetçi olarak Almanya’ya gider. Dursun da İstanbul’a gelir çalışmaya. Aradan 20 sene geçer ve İstanbul’da iki kadim dostun yolları kesişir. Temel temelli dönüş yapmıştır. Bir kahvede oturup eskileri yenileri konuşurlarken, konu her zaman olduğu gibi işin can damarına gelir dayanır. Neye mi? Elbette parayaaa. Temel çok çok zengin olmuştur. Dursun’la hep üst perdeden konuşur. Biraz kibirle “ Eeee tursunum ne ettun bunca senedur. Okada çaliştun habu İstanbula.”der.

Dursun 20 senede sadece kendine bir ev satın alabilmiştir. Temel ise Almanya’da çalışırken İstanbul’daki kardeşine para yollamış, kendi adına iki iş hanı, 5 dükkan, 2 de bina aldırtmıştır. Dursun başı önde ezik vaziyette “ Bi dane ev aldum” der ve devam eder; “Seni duydum. Çok baralar kazanmişsun. Allah ziyade etsun ama iyi şeyler duymadum hakkuna. Parayi köti yollardan kazandi deyiler. Çok şerefsuzlukler etti deyiler.” deyince Temel cebinden bir kalem çıkarır ve kahve masasının üzerine çıkardığı kalemle “Şerefsuz” yazar. Dursun’a bakar ve “Ula kot kafa, haburiya ne yazayi” der. Dursun hiçbir şey anlamaz. Yazıyı okur. “Şerefsuuuzz” der. Temel cebinden 100 mark çıkarır ve yazının üzerine koyar. “Ula şimdi oku bakayim ne yazayiiii” der. Dursun da “ Parayi çek daaa. Görinmeyi” der.

sırayı bozmadan devam edelim;

Her şey sırayla. Sabırla izliyoruz şimdi. Ne demiştik Multiple Personality Disorder. Umarım sırayı karıştırmam J Bakın aynı insanın farklı duygu durumlarındayken sosyal hayata yansımaları. Malzeme aynı, şekil aynı. Sadece ona hükmeden ruhsal durumun değişik yansımaları. Mutlaka bunlardan biri  “Hah işte bu yaaa, ben olsam ancak böyle tepki verirdim” dedirtecek. Dedirtecek de diğer tepkiler yanlış mı? Sizin tepkiniz doğru mu? Bunu kim belirleyecek? Bir meseleden kaç doğru çıkacak? İşin asıl ilginç yanı nedir biliyor musunuz? Bir çok insan buradaki tepkilerden bir kaçına “işte ben” diyecek, belki de bir çoğunda da kararsız kalacak. Lütfen en önemli ayrıntıyı aklımızdan çıkarmadan. Neydi o? Multiple Personality Disorder. O kadar çok ki bu ruh yapısını barındıran insanlar. Alimi aydını, bir sürü. Şimdi devam;

Eskiden fatura kuyrukları olurdu. Heeyy gidi günler hey. Su parasını yatırmak için 4-5 saat kuyrukta beklediğimi bilirim. Ne enteresan varlıklarız değil mi? Birine para vereceğiz ve sıra bekliyoruz. Parayı veren bensem alanın sırada beklemesi gerekmiyor mu? Hem para vereceğim hem de “Aman nooolluuur paramı alıııınn” diye sırada bekliyorum…Şaka gibi J Şaka değil bu. Tamamen gerçek. Öyle böyle değil, 80-100 metre kuyruk olduğu zamanlar olurdu. Ne kavgalar çıkardı o kuyruklarda. Ne sohbetler dönerdi. Hiç tanımadığınız, önünüzde sıra bekleyen adamla faturayı yatırana kadar can ciğer kuzu sarması olurdunuz. Farklı hayat hikayeleri dinler, sizin dünyanızdan çok çok farklı psikolojileri tanırdınız. Bazen “ Vaayy beee. Böylesi de varmıymış?”derdiniz içinizden. Her kuyruk benim için farklı bir deneyim olurdu J Ben sıranın bana gelmesinden daha çok, etraftaki insanları ve konuşmaları izlemeyi severdim. Her birinden müthiş sosyal kazanımlar elde eder, verdiğim paranın en doyurucu karşılığını ruhen almış olurdum J

Klasik bir ruhun tepkisi; Sıraya geç kardeşim.
Neoklasik tepki; Şeker kardeşim sıraylaaa
Reaislt tepki; Sıra var
Sür realist tepki; Sallandıracaksın bunlardan iki tanesini taksim meydanında bak bakalım bir daha yapabiliyorlar mı
Romantik tepki; Beyefendi ! Galiba sırayı görmediniz
Naturalist tepki; Sırana geç
Modern tepki; Efendim insanımız eğitimsiz, halbuki Avrupa’da……
Post Modern tepki; Sırana geç lan ayı
Uzlaşmacı tepki; Acelesi olmasa öne geçmezdi. Üzmeyin garibi.
Devrimci tepki; Alt yapı sorunları çözülmeden halkımız sıraya geçmez. Devrim olunca herkes bak nasıl hizaya gelecek.
Kaderci tepki; İki dakika fazla beklesek kıyamet mi kopar? Kısmetse hepimizin işi görülür.
Felsefeci (Septik Kuşkucu) tepki; Ön ve arka kavramları görecelidir. O tarafın ön taraf olduğuna kim karar verdi? Öne geçtiğini zanneden aslında arkada geçmiş olabilir.
Kant’çı tepki; Efendim algılanmayan şeyler yok demektir. Bakmayın o tarafa adam yok olur.
Kötümser varoluşçu tepki; Herkes bir gün ölecek. Onurlu bir şekilde bekleyin. Bir gün o adam da ölecek.
İyimser varoluşçu tepki; Sıkmayın canınızı. Şu anın tadını çıkarmaya çalışın. Bakın ne güzel hayattasınız ve birileri önünüze geçebiliyor.
Hümanist Tepki; İnsanlık bir bütündür. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için. Dolayısıyla birimiz öne geçince aslında hepimiz öne geçmiş oluyoruz.

Oda olur oda olur demeyin. Bulunduğunuz platforma göre, ihtiva ettiğiniz ruhaniyete göre cevap olmaz. Bu tek bir şartla olur. Vereceğiniz cevap sadece sizi bağlıyor, sizi ilgilendiriyorsa bireysel anlamda istediğiniz kadar saçmalayabilirsiniz. Delilik kaçıklık bedava. Ama mesele bütün İslam alemini yahut bir cemaati ilgilendiriyorsa, siz de bir cemaat adına konuşup fikir beyan ediyorsanız, durum kıldan ince kılıçtan keskin bir hal alır. Artık siz, siz değilsinizdir. Bir cemaatin sözcüsüsünüzdür. Ve hepsinden ötesi Allah (c.c)’ın dininin doğrularını söylemekle mükellefsiniz. Kişisel yorumunuz sizi ilgilendirir. Onu kendi aile eşrafınız arasında günde 80 kere revize edin isterseniz. Hiiiççç sorun değil. Ama sizi milyonlar dinliyorsa, yükünüz gevheridir.

Manen, ruhen Allah (c.c)’ı bulmak üzere olan bir insan, bir sabah bana “ Yav arkadaş. Bu adamı tanıyor musun? Böyle böyle diyor. Nasıl olur böyle şey. Sizin aliminiz, savunduğunuz adam bunu diyorsa biz kime inanalım” diyerek beni tonlarca plakanın altında pestil gibi ezerse, ben bir Mü’min olarak size hakkımı asla helal etmem. Ben o adamı, o maneviyata getirene katar ne emekler verdim. Ne diller döktüm. Adama İslamiyetin muhteşemliğini anlattım ve namaza başlayacağına dair söz aldım. Sen bin tane doğrunun arasında bir tane böyle yumurtlarsan, aklı çalışan zeki insanlar senin saçmalığını fark eder, kavrar ve geri adım atar. Olmaz. Olamaz bu. Soran adama, soran kuruma göre siz “oda olur, buda olur, aman canım ne var kapıları kapatalım mı” derseniz o hiç olmaz işte. Din felsefe değildir. Herkes kafasına göre yorum yaparsa, işte böyle 80 bin tane farklı mezhep çıkar ve sonra sen onlarla savaşmak zorunda kalırsın.

Düşünün alışverişe gidiyorsunuz. Siz ihtiyacınız olan bir gömleği almak için gittiğiniz mağazada, istediğiniz gömleğin size uygun bedenini bulamadığınızda, bir küçük yada bir büyük bedenini alıp çıkıyorsanız söylediklerimin tamamını unutun. Bu demektir ki her cevap kabuldür. Ve yarından tezi yok fikir olarak size en yakın siyasi partiye üye olup politikaya atılın. Politikada bilirsiniz “Dün dündür, bugün bugündür. Mesele gayet açıktır mesele gayet seçiktir. Gel derler geliriz git derler gideriz. Bir sabah kalkarız bakarız marşlar çalıyor, basar gideriz. Mesele bundan ibarettir. Siyasette 24 saat çok uzun bir süredir” Ammaaa mesele eğer sağlam bir karakter ise durum değişir.

Kapitalizm İşçi Sınıfını Kötüye Kullanıyor

İnsan ruhunun sınırları, daha doğrusu yıllarca güneş görmeden kemikleştirdiğiniz karakter iskeletinizin doğrusu birdir. Politika yaptığınızda ise bazı dengeleri koruyor gözetiyorsunuz demektir. Bir İslam aliminin koruyup gözeteceği yegane denge ise Rızaullah’tır. Parti başkanı, sosyal cemiyet başkanı, STK başkanı iseniz atış serbest. Kime ne kadar yaklaşırsanız yaklaşın, bunun hesabını yapmak bana düşmez. En çoğu sizin STK’nuza üyeyimdir ve izlediğiniz siyaset benim karakter iskeletimi zorluyordur, huzursuzluklar baş göstermeye başlamıştır, alır ceketimi çeker giderim. Lakin çerçevelerini belirlediğiniz mesele Allah (c.c)’ın dini ise, ben senin anlattığın dine inanmıyorum deyip, muhtara kızıp köyü ateşe veremem. “Sana ne kardeşim, dinlemezsin olur biter” derseniz de eğer. Değil işte. Konu din ise, benim canım pahasına sahip çıkmam gereken, Allah (c.c)’ın ve Resulullah (s.a.v)’in emanetidir. Tahrif eden babam dahi olsa can düşmanım olur. Evet, kar payıydı, masonluktu derken, meselemizin analizine dönecek olursak;

Böyle izahatlarda sorulan sorular yada yorumu beklenen durumların cevabı ve yorumları zamana ve zemine karşı politik olacak hiç kuşkusuz. Doğru kaç tanedir? Ufku geniş, normal üstü çalışan zihinlerde meselenin kaçlı permütasyonu doğruyu verir. Ne menem bir şeydir bu Politika? Onu kırmayalım, bu incinmesin, orada siyaseten, burada politika.

Latince “Polis” kelime kökünden gelir. Şehir işlerini düzenleme idare etme sanatı diye adlandırılsa da aynı zamanda “Poli” çok, “Tika” ise yüz anlamına geldiği de ciddi literatürlerde geçmektedir. Bir başka perspektiften izah edecek olursak eğer;

Çocuk işte. Her hikayede geçen, 7-8 yaşlarında hınzır bir çocuk kahramanımız vardır ya. Bu çocuk aynı çocuk mudur, gelecek kuşaklara aktarılacak değerde her hikayeye maaşlı kadrolu elaman mıdır, orasını inanın ben de bilmiyorum. Düşünsenize öyle olduğunu. Baba evde, televizyon izliyor. Çocuk “Baba, bi hikaye varmış, Nuri Bilge Ceylan aradı, tam sana göre bi rol var, hadi dedi. Ben gidip bi koşu konuya dahil olup geleyim. Gecikirsem yemeğe beklemeyin, belki arkadaşlarla sahile iner iki tavla atarız. Sen anneme söyle sütü dolaptan çıkartıp ılıya koysun, ben gelince içerim. Merak etmeyin olur mu.” Hah işte, bu çocuk, büyük ihtimalle o çocuktur ve babasına sorar;

-          “Baba Politika nedir?”

 Babası da cevap verir;

-      Bak oğlum, ben bu evin para kaynağıyım, çünkü eve parayı ben getiriyorum. O zaman ben kapitalistim. Annen ise benim getirdiğim parayı sevk ve idare eder. Dolayısıyla annen hükumettir. Deden de benim getirdiğim paranın annen tarafından doğru idare edilip edilmediğine dikkat eder, o zaman deden de sendikadır. Bizim evin tüm işlerini halleden hizmetçi kız da işçi sınıfıdır. Bizim hepimizin tek bir hedefi vardır, o da senin rahat etmen. Dolayısıyla sen de halkı temsil ediyorsun oğlum. Bütün bunlarla birlikte, şu an beşiğinde yatan küçük kardeşin de geleceğimizdir oğlum. Hadi şimdi bana politikadan ne anladığını anlat bakalım.
der. Kafası karışan çocuk, babasına tüm bunları detaylı bir şekilde bu gece düşüneceğini ve sabah ne anladığını anlatacağını söyler ve yatarlar. 

Bizim çocuk geceleyin  ağlama sesiyle uyanır. Beşikte yatan kardeşi altını pisletmiştir ve ağlamaktadır. Çocuk uyku sersemi, şaşkın, biçare halde direk anne ve babasının odasına yönelir. Bakar ki annesi deriiiin derin uyumaktadır ve babası da yanında yoktur. Annesini uyandırmak istemez ve hizmetçi kızın odasına yönelir. Kapıyı sessizce aralayan çocuk ne görsün ! Abbooooww…. Babası hizmetçi kızla aynı yataktadır. Şaşkınlıkla etrafı kollayan çocuk, yaşlı dedesinin de bu durumu gizlice gözetlediğini görür. Herkes o kadar kendini kaptırmıştır ki hiç kimse ne çocuğun orada olduğunu duyar, ne de ağlayan bebeğin sesini. Küçük çocuk çaresizce odasına geri döner ve yatar. Sabah uyandığında kahvaltı sofrasında babası çocuğa dün akşam anlattıklarından politikaya dair ne anladığını tekrar sorar. Çocuk kendinden son derece emin anlatmaya başlar;

-     "Babacığım, kapitalizm işçi sınıfını kötüye kullanıyor. Sendika bu durumu sadece izliyor. Hükumet tüm bu olanlardan habersiz uyuyor. Halk ise hiç dikkate alınmıyor ve gelecek ..ok içinde yatıyor. İşte politika budur."

Ne demiştik sevgili dostlar, lafın en ciddisi şaka yollu söylenendir. Konumuza dönecek olursak, “doğru” politik olamaz ve “doğru” tektir. Evrensel normlar nasıl dünyanın her yerinde doğru ise ve kabul görmüşse, işte doğru da böyledir. Adam öldürmek dünyanın her yerinde suçtur, değil mi? Hırsızlık? Uyuşturucu? Dolandırıcılık? Öyle değil mi? Kesinlikle. Dünyanın neresine giderseniz gidin bu değişmez. Peki doğru nasıl oluyor da politik oluyor. Öyle değil mi? Her yerde söylenmiyorsa, doğru zaman-zemin seçiyor demektir. Değerli dostlar. Asr-ı Saadet’i düşünün. Alemlerin Sultanı, Yaratılmışların en şereflisi, Nebiler Nebisi (s.a.v) tek başına. O’na inanan bir tek eşi Hz.Hatice annemiz ( Rabbim şefaatine nail etsin) var. Amcası Ebu Talip, Alemlerin Sultanı (s.a.v)’e ne diyor? “Kardeşimin oğlu. Kavminin ileri gelenleri bana gelerek senin onlara dediklerini bana arz ettiler. Ne olursun, bana ve kendine acı. İkimizin de altından kalkamayacağımız işleri üzerimize yükleme. Kavminin hoşuna gitmeyecek sözleri artık söylemekten vazgeç.”

Peki Alemlerin Sultanı (s.a.v) ne diyor? “Haklısın amca. Her doğru her yerde söylenmez” mi diyor? Yoksa;
“Bilesin ki ey Amca, güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler ben davamdan asla vazgeçmeyeceğim”

Sizler Peygamber (s.a.v)’in sünnetine böyle uymuyorsanız, nasıl uyuyorsunuz? Sarıkla cübbeyle mi? Şekil ve şemail ile mi? Peygamber (s.a.v) bütün kavmini hatta amcasını karşısına alıp, doğruyu hayatı pahasına, tüm sevenlerini, her şeyini kaybetme pahasına söylerken, sizler neyin siyasetini yapıp, kimin gönlünün kırılmasından korkuyorsunuz? Bazı lobilerin gönlünü kırmamak için esnerken aslında kimin gönlünü kırdığını biliyor musunuz? Kimden korkuyorsunuz? Nedir sizi böylesi endişelendiren? Kendi eşinizle dostunuzla, neyi nasıl dengelerle koruyup siyaseten konuşursanız konuşun, o bizi bağlamaz. Ama mesele milyonların hukuku ise ya hiç sesinizi çıkarmayacaksınız ya da çıkarıyorsanız adam gibi, şerefli bir şekilde “ Arkadaş, hak budur, doğru budur, kim kızarsa kızsın” diyeceksiniz. “Bankalarla Finans kurumları siyam ikizidir. Tankla top gibidir. İkisi de yakar yıkar. Birine yeşil, diğerine yosun rengi diyorlar, imanlı insanları zehirliyorlar, aldanmayın kardeşlerim. Çalışmadan, emek sarf etmeden kazanılan paranın tümü haramdır. Aldanmayın. Bu kurumların asıl sahipleri uyuşturucu kaçakçıları ile uluslar arası silah kaçakçılarıyla, para spekülatörleriyle ortaklıklar içerisindedir. Allah için kanmayın kardeşlerim” desenize. O zaman ben sizlerin kapısında bekçiniz olurum. Yemem içmem sizlere hizmet ederim. Diyebilir misiniz bunu? Aslaaa..

Resulullah (s.a.v)’in sünnetine uyuyorum imajıyla sizlere inananları efsunlayıp gelir elde edinirken,  Alemlerin Sultanı (s.a.v)’ın asil, onurlu, imanlı davranışlarına hiç bakmıyorsunuz değil mi? Bakıp ibret almıyorsunuz değil mi? Manen ve madden son derece kuvvetli ve kalabalık kafir kavminin karşısında tek başına olmasına karşın, ne diyor Alemlerin Efendisi (s.a.v)? “Söylediğimden asla vazgeçmeyeceğim.”  “Her doğru her yerde söylenmez, önce yanıma birkaç bana inanan toplayıp kuvvet sağlayayım” diyemez miydi? Hz. Peygamber (s.a.v)’in bu onurlu tavrını örnek alan ve bu uğurda canını, malını, evini evladını riske atıp, doğruyu küfrün yüzüne yüzüne haykıran onlarca yüzlerce alim abid yok muydu tarihte? Haaa, onlar bilmiyordu neyin ne olduğunu değil mi? Sizler onlardan çok daha ilim irfan sahibi ve takvasınız değil mi? Sonsuz kudret sahibi Allah (c.c)’ın doğrularını emir ve yasaklarını haykırdığı için hayatı sürgünlerde zindanlarda türlü eziyet ve işkencelerde geçen onca insanlar alim ise siz nesiniz? Siz alim iseniz peki onlar neydi? Var mı bu sorunun cevabı?

Kim doğru? Hangisi doğru? Hak olan ne? Kim Allah (c.c)’a hizmet ediyor? Kim İslam’a hizmet ediyor? Kim hain? Kim? Allah aşkına biri çıkıp söylesin? Kim? İnsanları kendi hasta ruhunuzdan ( unutmadık değil mi? Multiple Personality Disorder)  türettiğiniz ve çıkarlarınıza en uygun anda kullanmak üzere, hadis ve ayetleri de saptırarak desteklediğiniz uydurma safsatalarınızla kandırmaktan vazgeçin artık. Şuna emin olun ki aklını kullanan ve muhakeme yeteneğine azıcık sahip, biraz da kafası çalışan insanlar, düştüğünüz komik acınası durumun son derece farkında. Yemiyorlar. Yemiyoruz.

Şimdi bazılarınız bana kızacak. Benim ne demek istediğimi ve bu insanların gerçek yüzlerini 10 sene sonra anlayacak herkes. Tıpkı bundan 10 sene önce söylediklerimin bu gün bire bir meydana çıkması gibi. Ben yine söylüyorum. İnşallah ben yanılırım ve İslam Alemi kazançlı çıkar. İnşallah ben yanılırım ve bu insanlar hakiki manada İslam’a hizmet ediyorlardır. Kardeşlerim ben kimin aleyhinde bir şey söyledim veya yazdım ise er yada geç mutlaka söylediklerim çıkmıştır. Geçmişte bunun çok örneği vardır. Ben söylerim, en sevdiklerim bana cephe alırlar. “Demeee. Ne biliyorsun da söylüyorsun. Onlar Allah (c.c)’ın dinine bir ömür adadılar. Yapmaaa.” Aradan birkaç sene geçer, sonra karşıma geçerler başları önde; “ Bu uşak bişey biliyorda söylüyordu. Nerden biliyordun?”

Taammüden İşlenen Ayıplar?

Bakın dostlarım. Hakiki manada Allah (c.c)’ın dinine hizmet eden, zerre kadar dünyevi menfaatlerle işi olmayan, dost post kavgası taşımayan, kendini Allah (c.c)’a ve ahirete adamış Allah (c.c) dostları yok mu? Kesinlikle var. Onların hiç sesi çıkmaz. Onları göremezsiniz. Ne yazık ki onlar tek başlarınadır. Yapayalnızdır. Onların sadece ve sadece Allah (c.c)’ı vardır. Onlar Ümmetin derdiyle dertlenir, hesabının yarın ahirette sorulacağını bilir, korkusundan gece yatağına giremez. Böyle Allah (c.c) dostlarının kapısında köpek olunur. Bütün samimiyetimle söylüyorum. Allah (c.c) şahidim olsun ki kapısında köpek olunur. Abdest ibriği taşınır bir ömür boyu.  Öylesi insanları yermek eleştirmek bizim haddimiz olamaz asla. Lakin bizim meselemiz başkadır. Bizim meselemiz güç dengelerine göre fetva veren, ayeti hadisi farklı tonlardan anlatarak ona buna kapı aralayan fırıldaklarladır. Bunlar şıp orda şıp burada. Bir bakarsınız gittiğiniz camide, bir bakarsınız okuduğun kitapta, bir bakmışsınız televizyonda. Her an her yerde karşınıza çıkarlar.

Ben bir meselenin doğruluğuna yüzde yüz emin olmadan ve elimde somut kanıtlar olmadan konuyu kendi içimde dahi dillendirmem ki nerede kaldı buraya yazayım. Örnek mi? Alın size söylediklerimin bir hayal bir masal ürünü olmadığına dair çok küçük bir kanıt. Bakın ayet yada hadis anlam bakımından yorumlayana göre nasıl müthiş  bir değişimine uğruyor.  

Kahramanlarımız iki öz be öz kardeştir. Aralarında yaklaşık 40 yıldır süren bir husumet nedeni ile birbirlerine küs olan bu iki kardeşin arasındaki husumeti, kini, küslüğü ortadan kaldırmak için naçizane  yıllardır bıkmadan usanmadan lobi faaliyetleri yürütürdüm. Yıllarca her yolu denememe rağmen arpa boyu yol alamamam beni derinden derine üzerdi. İki kardeşin ne kadar sağlam birer Mü’min olduklarını bildiğim için son olarak aradaki duvarları yıkmada bu yönü kullanmaya başlamıştım. Çünkü iki kardeşin müthiş derece iyi Arapça bilmesi ve birinin de çok sağlam bir hafız olması, dolayısıyla ayetleri ve hadisleri bir çok hocadan daha iyi bilmeleri işimi kolaylaştırır diye düşünürdüm. Ama iki kardeşte mevcut olan bu ilim, problemin çözümünde beklediğim gibi pozitif katkı sağlamayacaktı. Nasıl mı?

Bir bayram sabahı yaşı takribi 70'e merdiven dayanmış olan büyük kardeşe “ Yaptığınız doğru değil. Yıllardır konuşmuyorsunuz. Siz kardeşsiniz. İki Müslümanın üç günden fazla dargın durması haramdır ki sizin ki 40 yıla yaklaştı. Bunun hesabını ahirette Allah (c.c)’a veremezsiniz” dediğimde bakın nasıl bir cevap almıştım. “Doğru söylüyorsun. İki Müslümanın üç günden fazla dargın durması haramdır. Amaaaa iki Müslümanın…”

Hadi bakalım. Çıkın işin içinden şimdi.

Bakar mısınız kelime oyununa? İki Mü’min’in. Yani kendi Mü’min, ama öz be öz kardeşi kafir. Ve onun dinden çıktığına kendini mutlak suretle inandıracak, yazımızın başından beri anlattığımız katalizörleri de ardı ardına sıralayıvermişti bana. İşte böyle kelime oyunlarıyla herkes kendince ayet hadis yorumlarsa ne olur kardeşlerim? Kendi vicdanını haklı çıkarmak için ayetler hadisler yorumlanırsa ne olur? Kardeşlerim, dönüp yazımın başındakileri psikolojik analizleri burada tekrar etmeyeceğim. Ama yazıyı dikkatle okuyan ve ikisi arasındaki sentezi yapan dostlar ne demek istediğimi çok iyi anlayacaklardır. Bu zat-ı muhterem de kendi iç dünyasında, kendi psikolojik denge mekanizmalarında, tıpkı sosyalist ve faşist kahramanlarımız  gibi haklılık binasının temellerini böyle oluşturmuştu. Konumuz bu iki kardeşin sosyal yaşantıları değil elbette. Konumuz, insanların müşahhas yahut mücerret çıkarları söz konusu olduğunda, ayet ve hadisleri ve dahi evrensel normları, nasıl kendi çıkarlarına göre tefsir ettikleridir. Ki bunlar cahil insanlar değillerdir. Cahil insan zaten bu hesapların içinden çıkamaz. Ama bilgi ne kadar fazla ise yorumlama yeteneği de o kadar fazla ve bilmeyen için daha kabul görücü olmaktadır. Bakın bir diğer mesele;

Milyonlara anlatılan bir garabet. Haydi  buyurun.

“Müslüman’ın ayıbını örtmek sevaptır.” 

Bu özetle verilen mananın tam karşılığı Alemlerin Sultanı Efendimiz (s.a.v)’in hadisine konu olmuştur. Ebu Hureyre (r.a)’dan rivayet edilmiştir ki Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur. 

“Bir kul bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse kıyamet gününde Allah’ta onun ayıbını örter.” (Müslim,Birr-72, Buhari,Mezalim-3)

Hadislere imanımız elhamdülillah tamdır. Lakin mesele öyle böyle değil. Mesele bizim hadisleri incelememiz irdelememiz değildir. Biz kimiz ki Allah (c.c)’ın Resulü (s.a.v)’in sözlerini irdeleyelim. Haşa. Kesinlikle haddim değildir. Resulullah (s.a.v) ne dediyse başımızın tacıdır. Kayıtsız şartsız bey’at ederiz. Meselemiz hadislerin algı saptırılarak nakledilmesidir. Birlikte inceleyelim dilerseniz.

Ayıp nedir? Suç nedir? İkisi aynı şey midir? Bilerek kasten tasarlanarak planlı işlenmiş ve sonunda da zerre kadar pişmanlık duyulmayan suç ayıp kavramına sokulursa, sonrada sümme haşa Allah (c.c)’ı kendi mahkemelerinde maaşlı kadrolu hakim yapıp “Sen ayıbı görme, ört. Allah’ta senin ayıbını örtecek” denilirse oldu mu şimdi? Kardeşim, meseleleri işinize geldiği gibi lanse etmeyin artık. Kastedilen ayıplar, kusur olarak yapılanlar yani farkında olmadan yada boş bulunarak, istemeden ve sonunda derin elem duyulan hatalardır. Hiç mi Allah (c.c)’tan korkmuyorsunuz?  

Resulullah (s.a.v)’ın ağzından çıkan tek bir harf bile benim için iman mertebesidir. Kur’an-ı Kerim’de Allah (c.c) “Resulüme uyun tabi olun. Size ne veriyorsa alın” demiyor mu? Amenna ve Saddakna. Ama bu sözü alıp, tıpkı “iki Müslümanın 3 günden fazla dargın durması haramdır” gibi işlerine geldiği cihetten bakın nasıl aktarıyorlar.

Doğru, Müslüman’ın ayıbını örtmek sevaptır. Ama nasıl ayıbını? Hangi ayıbını? Bir kere burada öncelikle ana temel husus şu olmalıdır. Ayıp nedir? Önce kavram kargaşasına mahal vermeden konuyu sakin ve anlaşılır şekilde gelin birlikte analiz edelim de insanların nasıl Ortaçağ karanlığındaki kiliselerin saf torik halkın üzerinde afyon etkisi yarattıkları gibi uyuşturulduğunu gözler önüne serelim.

Nedir ayıp? Bakın, sözlük karşılığı aynen şu şekildedir. “ Toplumun ahlak kurallarına aykırı olan, utanılacak durum veya davranış, kusur, eksiklik”  İslami literatürde ise ayıp “ Kişilerin eksiklikleri, noksanlıkları, kusur ve utanılacak durumlar, utanmaya sebep olacak haller, insanların şeref ve haysiyetlerini zedeleyecek durumlar” olarak tarif edilir.  Açalım mı bunları biraz?

Bakın ne diyor tanımda? “Utanılacak durum ve davranış” ve yine “şeref ve haysiyetlerini zedeleyici durum” İnanın ben bunları yazarken gülüyorum. Neden biliyor musunuz? Bakın, ben lise 2 yada 3 sınıftayım ve babam o dönemlerde çok meşhur olan, öğrencilerin genel gidişatının ebeveynleri ile değerlendirildiği veli toplantısına katılıyor. Derken, müdür yardımcılarından biri kalkıp velilere “ Aman ne olur, eve gidip de çocuklarınıza bir şey söylemeyin, onları rencide etmeyin, utandırmayın, onurlarını kırmayın” diyor. Babam da konuya müdahil olup (bayılırım onun böyle dik çıkışlarına J, Rabbim ömrünü mübarek kılsın. Amin.) “ Hocaaaa hocaaaa.. Söylediklerinizi ben pek anlamadım. Bu sizin dediğiniz bana biraz tezat geldi. Zira onurlu olan bir öğrenci dersine çalışır ve kendine laf getirmez. Başarısızlığı asla kabul etmez. Çok özel istisnai durumlar vardır ki o durumu da velisi zaten bilir, mazereti olan evladını ( kapasite eksikliği, psikolojik sorunlar, ailevi sorunlar vs ) zaten asla rencide etmez. Aksine motive eder” diyor. Ve kimsede ses seda yok. Neden? Sizce neden? Çünkü kesinlikle haklı. Şimdi konumuzla ne ilgisi var? Var hem de çok var. Nasıl mı? Şöyle;

Neydi ayıp? İnsanların onurunu, haysiyetini zedeleyici durumlar. Ne zamandan beri benim malımı iznim ve rızam olmadan gasp etmek ayıp oluyor? Ne zamandan beri zina yapmak ayıp tanımının içine alınıyor? Zina taammüden işlenen bir suçtur. Ne demek taammüden? Bir fiilin bilinçli planlı önceden tasarlanarak işlenmesi. Misal; Oturduğunuz sokakta adamın biriyle tartışırsınız. Adam size çok ağır küfür ve hakaretler eder. Dayanamazsınız. Belinizde silah vardır. Çeker vurursunuz. Yargılanırsınız. Aldığınız ceza 7-8 yıl. Aynı adamla aynı şekilde tartışırsınız. Tüm ayrıntılar harfiyen aynıdır. Tek fark silah belinizde değil evdedir. O sinirle koşarak apartmana girersiniz, asansöre binersiniz, 5.kata çıkarsınız. Kapıyı açıp içeri girersiniz. Odaya gidip silahı alırsınız. Tekrar asansöre binip aşağı inersiniz. Adamı vurursunuz. Alacağınız ceza 18 yıl. Olay aynı. Her şey aynı. Nasıl oluyorda ilkinde 8 yıl diğerinde 18 yıl cezaya hükmü geliyor? Fark ne biliyor musunuz? Birinde hakim size iç sesiyle ; “ Asansöre bindin, eve çıktın, silahı aldın, aşağı indin. En az 5-6 dakika geçti. Hiç mi aklına gelmedi “Ben ne yapıyorum.” ? Demek ki sen potansiyel katilsin. Bu senin ruhunda var.” der ve basar 18 yılı. Bu taammüden fiil işlemektir. Şimdi sen taammüden suç işle, adı ayıp olsun, ben de onu kapatayım.

Ne zamandan beri planlı işler ayıp oluyor? Ne zamandan beri Allah (c.c)’ın dinine küfretmek, hakaret etmek yada dini küçük düşürücü hal ve davranışlarda bulunmak ayıp kavramına dahil ediliyor? Ne zamandan beri faizi löp löp yutmak ayıp oluyor? Ne zamandan beri işçinin hakkını zamanında vermemek, sigorta primini çalmak, ekonomik kriz var bahanesine saklanıp, hakkını hukukunu ezmek ayıp oluyor? Ne zamandan beri devleti dolandırmak, vergi kaçırmak, sahte fatura kesmek ayıp oluyor? Ne zamandan beri faiz kar payı, kumarda şans oyunu olup haramların helale evrilmesi ayıp oluyor? Çok dikkat edin kardeşlerim. Bahsettiğim suçların hepsi taammüden işlenebilecek suçlardır.  

Sadece bu faiz için, İslami kılıfıyla, kar payı için özel çok detaylı bir araştırma hazırlıyorum. Okuyunca kanınız donacak. Alemlerin Rabbi olan ismine kurban olduğum Allah (c.c) sağlık sıhhat ömür verirse tamamlayacağım inşallah.  Devam edelim;

Ne zamandan beri yalan konuşup insanları aldatmak ayıp oluyor? Ne zamandan beri söz verip tutmamak ayıp oluyor? Eeee ama yeter. Ayıp oluyor. Bu yaptıklarınız çok ayıp oluyor.

Çok Ayıp Ediyorum !

Şimdi dikkatlerimizi maksimum seviye çekip takip edelim. Ayıbın sözlük anlamının katmerli uygulamasını mercek altına alalım. Ayıbın ağa babası, ayıbın kralı, ayıbın dibi, ayıbın en onursuzca ve pervasızcası.. Artık siz ne derseniz  deyin. Artık siz ayıp kelimesini en kuvvetli hale getirecek nasıl bir tamlama eklerseniz ekleyin. Bana sorarsanız ise D şıkkı hepsi. Tartıya vursan Mimar Sinan’da, hatta hatta Şeyh-ül İslam’da çıkmayacak ağırlık ve ebattaki kavuklara sahip bu yüzü kızarmaz kavrukların ayıbını sarıklasak da mı saklasak, sarıklamasakta mı saklasak? Ayıp ha. Sizin zerre Allah (c.c)’dan korkunuz varsa ben hiçbir şey bilmiyorum. Yada bu insanların bilmediği, sizi bu kadar cesur kılan çok gizli, çok özel, size özel ayetler (sümme haşa) var ve saklıyorsunuz. Ayıbın atası neymiş bakalım karar verelim. Müslüman Müslümanın bu ayıbını saklamalı mı? Yorumu sizin imanınıza bırakıyorum. ( Yukarıdaki sarıkla saklama meselesine takılan kardeşlerim olabilir. Değerli kardeşlerim. Sünneti Seniyye üzere, takva üzere, iman üzere takılan sarığa bin canım feda olsun. Ömrüm Alemlerin Sultanı, Habibullah, Yaratılmışların en Şereflisi Efendimiz (s.a.v)’in, Hz. Ebu Bekr’in, ve tüm halifelerimizin sarıklarına feda olsun. Ama unutmayın ki müşriklerde sarık takıyorlardı. Yukarıda bahsettiğim sarıkla saklama meselesini vermemin nedeni asla ve kat’a sarığı yermek değil, bazı aymazların o mübareği kullanarak insanları aldatmasındadır. Onun altına sakladıkları zehirli fikirleri sarıkla sakladıklarındandır. Eminim ki yazılarımı takip eden kardeşlerim bu açıklamama gerek kalmadan ne maksatla yazdığımı anlayacaktır. Açıklamaya gerek duymamın nedeni yazılarımızı yeni takip eden kardeşlerimizin “Baksana sarığı şaka konusu yapıyor” gibi yanlış bir fikre kapılmasına mahal vermemektir. Ve devam edelim.)

Yıl miladi 1678. Urfa’nın tanınmış eşraflarından bir ailenin oğlu. Yusuf Nabi, namı diğer “Sultanu’ş Şuara”. O dönemde devlet ricalinin hatırı sayılır paşalarından birinin övgüsüne pek bir mazhar olur. Paşa onu kendisiyle hac yolculuğuna davet eder.  Kervan kutsal toprakları ziyaret etmek için yola çıkar. O dönemde develerin sırtında iki kişinin rahatça yolculuk edebileceği “Mahmil” adı verilen semerler vardır ve Nabi ile Paşa aynı devenin sırtında birlikte yolculuk etmektedir. Uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra nihayet seher vakti Medine topraklarına girerler ve şehre yaklaştıklarında uzaktan Alemlerin Sultanı (s.a.v)’in Mübarek Ravzasının yemyeşil kubbesi görünmeye başlar. Kafile dinlenmek için uygun bir yerde konaklar. Nabi,  Resulullah (s.a.v) sevgisinden deliye dönmüştür adeta. Gözünü kırpmadan yeşil kubbeye bakmaktadır. Birkaç saat yolcuktan sonra artık tamamen Peygamber (s.a.v)’in huzurunda olacaktır. Yönünü Ravza’ya dönmüş, ayakta hiç kıpırdamadan duran Nabi bir ara çadırına doğru gider ve içeri girdiğine ne görsün. Bir bakar ki birlikte yolculuk ettiği Paşa çadırın direğine yaslanmış, ayaklarını da Medine’ye doğru uzatmış uyukluyor. Nabi’nin içi parçalanır. Kan ağlar. Çok müteessir olur. Ve gayrı ihtiyarı ağzından şu dizeler dökülür;

Sakın terk-i edebden, Guy-i Mahbubi Hüdadır bu,
Nazargah-ı İlahidir, Makam-ı Mustafa’dır bu
(Cenab-ı Hakk’ın nazargahı ve O’nun sevgilisi, Peygamberi Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v)’in makamı ve beldesi olan bu yerde edebe riayetsizlikten sakın)
Felekte mah-ı  nev Babu’s Selam’ın sine- çakidir.
Bunun kandili cevza matla-ı nur-u ziyadır bu
(Gökyüzünde hilal O’nun selam kapısının, yüreği yaralı aşığıdır. Semadaki Cevza (ikizler burcu)’nın nur ve ışık kaynağı O’dur)
Habib-i Kibriya’nın hab-gahidir fazilette
Teveffuk-kerde-i arş-i cenab-ı kibriya’dır bu
(Burası Allah (c.c)’ın sevgilisinin ebedi istirahatgahının türbesinin bulunduğu yerdir ve fazilet bakımından Cenab-ı Hakk’ın arşının bile üstündedir.)
Bu hakin pertevinden oldu deycur-i adam zayil
Amadan açtı mevcudat-ı çeşmin tutiyadır bu
(Bu mübarek toprağın ziyasından yokluk karanlığı sona erdi. Varlık alemi körlük ve yokluktan gözünü onun sürmesi ile açtı)
Muraat-i edep şartıyla gir Nabi bu dergaha
Metaf-i kudsiyandır buse-gah-ı enbiyadır bu
(Ey Nabi bu dergaha edep kurallarına uyarak gir. Zira burası meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, Peygamberlerin hürmetle öptüğü mübarek bir makamdır.)

Nabi bu naat-ı mırıldanırken yorgunluktan içi geçen Paşa gözlerini açar ve Nabi’ye “Az önce sen ne söylüyordun?” der. Nabi biraz çekinerek Paşa’ya naat-ı tekrar eder. Paşa yaptığı hatanın farkına varır ve Nabi’ye bu durumdan hiç kimseye bahsetmemesini sıkı sıkı tembihler ve Nabi’den söz alır. Kervan yola koyulur ve 4-5 saat daha yolculuk ettikten sonra şehre girerler. Şehre vardıklarında, her bir minareden müezzinlerin, Nabi’nin 4-5 saat önce okuduğu naat-ı’nı okuduklarını duyan Paşa müthiş bir sinirle koşarak Nabi’nin yanına gelir. “ Ben sana demedim mi bu durumu kimseye anlatmayacaksın? Meseleyi bir müezzine anlattın, sonrada bu naat-ı söyledin değil mi?” der. Nabi hiç kimseye hiçbir şey söylemediğini söylese de Paşa’ya inandıramaz. Koşarak minareden inen bir müezzinin yanına gelirler. Paşa müezzine “Az evvel minareden okuduğunuz naat-ı siz nereden biliyorsunuz” der. Müezzin heyecanla durumu anlatır. “ Efendim, ben sabah ezanından sonra uyuya kalmışım. Rüyamda Resulullah (s.a.v)’i gördüm. Resulullah (s.a.v) bana “Ümmetimden Nabi çok büyük bir aşkla geliyor.  Minareye çık da kendisini söylediği bu naat ile karşıla” buyurdu. Ben de sizi Resulullah (s.a.v)’a olan övgünüzle sizi karşıladım” der.

İmanı görüyor musunuz? Edebi görüyor musunuz? Sevgiyi saygıyı görüyor musunuz? Dikkat edin bu kişi evliya değil, enbiya değil. Şair Nabi. Bu hadisenin konumuzla ne ilgisi var? Şimdi oraya gelelim. Kocaman kavuklu, Şeyh-ul İslam kisveli, hani içini bilmeseniz vallahi eline ayağına kapanıp diz çökersiniz edepten. Her sene en az iki umre, bir haç ziyareti yapanlar var ya. Hani bu işi meslek haline getirip adeta şebeke gibi çalışan, anında organize olan, bir bakmışsın 30 kişi kafile olup Mekke’nin en prestijli oteli Hilton’da süit de yatıp kalkan taife var ya. Allah (c.c)’ın Beyt'i ayaklarının altında. Kendileri Kabe’den 30 metre yukarıda devrilip yatanlar var ya. Ayıp ha. Ayıp da ne? Ciğerlerini bilirim ben onların ciğerlerini.

Bu nasıl bir edepsizliktir? Bu nasıl bir saygısızlıktır? Sizler ki sıradan insanlar değilsiniz. Cahil olsanız, diyeceğim ki bilmiyorlar. Sizler ki ilim irfan sahibisiniz. Bu nasıl bir edepsizliktir? Başka otel mi yok? Vahhabi belli. Tartışmam bile. Adam oraya o oteli dikti diye sizler gidip Kabe’den 30 metre yukarıda nasıl devrilip yatarsınız? Hakiki iman sahibi adam, Kabe’ye edepten taş üstünde yatar da o şekilde uyuyamaz.  Bu nasıl bir edepsizliktir? Nasıl bir kibirdir? Sizin deniz derya ilminiz neye yarar? Geleceğim kardeşlerim. Ona da geleceğim. Hakiki manada ilim nedir, nasıl yapılır ve tarihin altın harflerle yazdığı gerçek ilim sahiplerini de yazacağım. Bunlar halk arasında ilim irfan sahibi alim diye müthiş izzet itibar görürler.

Öyle herkesle de muhatap olmaz bunlar haaaa. Peygamber (s.a.v) çocukla çocuk olmuş, büyükle büyük. Yoksulla toprağın üzerinde yemek yemiş. Lokmasını bölüşmüş. Ahir ömründe bir tek fistanını çok sevmiş, onu da giydiği gün sahabeden biri istemiş, hiç tereddüt etmeden çıkartıp vermiş. Alemlerin Sultanı (s.a.v)’nı hiç görmezler. Onlar gömlek gömlek üstündürler. Sen onlarla aynı otelde kalamazsın. Aynı katta asla olamazsın. Öylesine kibirlidirler. Bunlarda orduda ki gibi rütbe vardır. Kıdem vardır. Mesela en tepedeki hoca taifesi bir alttaki hoca taifesiyle asla aynı odada kalmaz. Hele onların bir altındaki, en üsttekiyle aynı otelde dahi kalamaz. Onların manzarası Kabe’dir. Kabe’yi ayaklarının altına alırlar, dana gibi devrilip uyurlar. Zerre kadar içleri de ezilmez. Siz karıştırmayın şimdi ayıbı mayıbı. Ayıp etmeyin. Galiba bu da anonimdir. “ Evin kızı yapınca kaza, gelin yapınca kabahat olur” Eleştiremezsiniz. Haklarında zerre kadar yorum yapamazsınız. Konuşamazsınız. O güruh tarafından anında imansız damgası yersiniz. Siz kitapları, ilimleri yalayıp yutun. Böylesine bir saygısızlığı göz göre göre her sene yapın. Size korkudan kimse bir şey diyemez. Ama ben bunu yazdım diye çoookkk ayıp etmiş olurum değil mi? Yav ben ne terbiyesiz bir adamım yav.  Allah (c.c)’ın Beyt'ini manzara yapıp ,ondan 30 metre yükseğe çıkıp, kaz tüyü yataklarda dana gibi devrilip yatan İslam alimlerini yazıyorum. Çok ayıp ediyorum biliyorum.

Samimiyetini Göster

Dostlar, ayıp farkında olmadan yapılandır. Ayıbı yapan, ayıbı meydana çıktığında yüzü kızarır, utanır. Bir daha asla ve kata yapmaz. Ne diyor tanımda “Utanılacak durum” demiyor mu? Kim için utanılacak durum? Ayıbı siz yapıyorsanız, ben utanmayacağım herhalde öyle değil mi? Demek ki yapanın utanacağı durum. Ama siz utanmıyorsunuz. Nasıl olacak şimdi? Bu asıl meseledir. Bir de şu boyutu var. Ayıp kişisel boyutta ise gizleyelim kabul. Araştırmayalım. Yani kabul etmem de, hadi ettik diyelim. Sizin yaptığınız ayıp sadece bana ise ben kendi inisiyatifimi kullanırım ve örterim. Sizler cem-i cümleye ayıp ediyorsanız, genele ayıp ediyorsanız, Allah (c.c)’a ayıp ediyorsanız, Mü’minler’in mabedine ayıp  ediyorsanız nasıl olacak? Her sene ama her sene hacca gidersiniz. Parasızlık yüzünden gidemeyen, iki gözü iki çeşme ağlayan onca yaşlı insanlar var. Benim bizzat tanıdığım 7-8 kişi var böyle. İçi kan ağlayan. Sen bir sene gitme, öyle birini gönder. Bak nasıl sevap alırsın. Bir kere de gidemeyen birini yollasanız ya. Asla.. Ama sen ver, onlar gitsin. Hac senede 5 kere olsa, yemin edebilirim ki 5’in de de giderler. Ayıp öyle mi.

Bu güruh müthiş vaaz verir, uygulamaya gelince tırt. Tek silahları ardına saklandıkları kisve ve afyonladıkları saf inanmış garip insanlardır. Kavukla cübbeyle oluyor mu bu iş? Yine tekrar etmem gerekiyor. Hiçbir şey ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir.

Şeklimize şemailimize dayanarak haydi çıkalım televizyonlarda “ aman çaktırmayın, aman susun, aman kusur araştırmayın, Müslüman Müslümanın kusurunu araştırmaz. Baaazııı Finans Kuruluşlarına cevaz verdik, Masonları tanımayız, bilmeyiz.” diye acayiplikleri empoze edelim. Gel de gülme. Arkadaş sizler zıkkımı çifte kavrulmuş yiyin yutun, ben yerleri tırmalayayım para kazanacağım diye. Sizin gece uyurken paranız para kazansın, benimki çalışırken değer kaybetsin. Sonra siz “şişşşşş uyandırma kerizi bulandırma denizi” deyin. Bu tıpkı şuna benziyor. Afrikalı bir aydın, batılıların kendi topraklarını istilasını bakın nasıl tarif ediyor.

“Batılılar bizim topraklarımıza geldiklerinde bizim ayaklarımızın altında topraklarımız, onların ellerinde İncil vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmemizi söylediler. Gözlerimizi açtığımızda, bizim elimizde İncil, onların ayaklarının altında ise bize ait topraklar vardı.”

Sen bana gözünü kapat görme de,  zikir çek de, kusur görme de, ayıp araştırma de. Sen semir palazlan şiş. Ben çalışayım sana vereyim. Oohhh ne güzel iş. Süper vallahi.

Değerli kardeşlerim. Uyuyoruz. Hem de ayakta uyuyoruz. Bize anlatılanlar doğduğumuzdan beri yalan. Hayal, uydurma. Buna emin olun. (İnanmıyor musunuz? Bir varmıııışşş bir yokmuuuuuşş ne? Uydurma değil mi? Çocukken inanın aklıma gelirdi. Var mıııı? Yok muuu? Bi karar verseler. Bazen inanırdım bazen inanmazdım.) Gerçek olan tek bir şey varsa o da Allah (c.c). O’nun emir ve buyrukları.  Meselemiz kainatta tek ve değişmez gerçeklerin kişiye ve kuruma göre esnetilmesi saptırılması.

Bakın, adamlar Allah (c.c)’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’i bile kendilerince yorumluyorlar. Ve bize de bunu yutturuyorlar. Çünkü cümleyi öyle bir yorumluyorlar ki siz onun aktardığı boyuttan bakınca “ Aaa vallahi doğru yaaa” diyorsunuz. Ama işin aslı öyle değil.  Daha önceki yazılarımda verdiğim bir misalde, mantık camiasının aralarında doğru ihtilafını uzlaşmaya bağladıkları mesele gibi. Nereden bakarsanız baktığınız yöne göre doğru tanımı gelişen, doğru yorumlanan, doğruların cümleyi evirip çevirmenizle değişim göstereceği meseleler gibi. Bakın adam öyle diyor. “İki Müslümanın” ama diyor. Karşındakini Ehl-i Müslim kabul etmezsen, al sana işi kılıfına uydurdun demektir.

Hiçbir Şey Göründüğü Gibi Değildir

Son zamanlarda sıkça işittiğim, ilk duyduğumda kanımı donduran çok enteresan bir yorumlamayı da sizlerle paylaşmak istiyorum. Nedir biliyor musunuz? Kul haklarını bile Allah (c.c) affedecekmiş.. Hadi buyurun bakalım. Nasıl oluyor bu hülle. Şöyle; Şimdi ben çok iyi bir kulum. Yani 5 vakit namazımı kılıyorum, oruç, zekat, haç her sene banko! Eee? E si şu; Allah (c.c) ahirette diyecekmiş ki “ Kulum, sen bu kulumun sana olan hakkını bağışla, sana cennetten bir köşk vereyim.”   

Değerli dostlar sakın ola buradaki analizimde yanlış anlaşılmasın. Elbette ki Cenab-ı Hakk Teala Hazretleri’ni bağlayıcı hiçbir şey olamaz. O dilediğini affeder, dilediğine azap eder. O, yaptığı hiçbir şeyden sorgulanamaz. Benim sizlere anlatmak istediğim, tıpkı yazımızın başından beri izah edegeldiğimiz konularda olduğu gibi çarpıtmalardır. Elbette ki Allah (c.c) dilediğini dünyalar kadar günahı olsa da affeder. Gelin buradaki hülleyi analiz edelim.

Durum şöyle olur. Mesele yine ayıba girer. Ayıbın tanımına. Yani anlamadan, farkında olmadan, bilmeden birinin hakkı bana geçmiştir ve ben bunu sonra fark etmişimdir. Kendi eksikliğim, düşüncesizliğim yüzünden, olayı hafife almam sebebiyle kulun hakkı bana geçmiştir, ama ben bunu fark edince çok pişman olmuşumdur. Hak sahibini de arayıp bulamamışımdır. Elimden gelen her şeyi  yapmışımdır. Bunun acısını da yürekten çekiyorumdur. İşte o zaman, yine de kesin diyememekle birlikte Allah (c.c) fazlı kereminden rahmetini, affını umabiliriz. Allah (c.c)’ı bağlayıcı hiçbir şey olamaz. Ama muhteremler bunu bu şekilde izah etmiyorlar. Öyle bir anlatıyor ki adeta “ Yav sen ye yut. Sonra git helallik iste. Vermezse sen elinden geleni yaptın canım daha ne olsun.” diyorlar. Çıkıpta “ Yahu kulun hakkını yedin. Adamdan helallik istiyorsun, adam sana hakkını helal etmiyor. Allah onu kıyamette ikna eder. Ona senin namına bir köşk verir, senin hakkını bağışlatır” derseniz baltayı taşa vurdunuz demektir. Sümme haşa ve kella, Allah (c.c) rüşvetçi durumuna sokmuş olursunuz. Sizler bu maksatla mı her sene hacca gidiyorsunuz?  Çok merak ediyorum. Her sene iki umre, bir hac yapan taifeye soruyorum. Resulullah (s.a.v) ömründe kaç kez hac yaptı?? Siz var ya siiiiizzz!! Nasılsa hac her günahı siler değil mi?

Ceddim Osmanlı askeri sefere giderken, bağdan geçerken kopardığı üzüm salkımının yerine bir kese para asıp bırakırken, kul hakkına böylesi ( ki göz hakkı vardır) riayet ederken, şimdi sen çal, çırp, servet yap, palazlan sonra gel benden helallik iste. Etmedim mi de “ E ben ne yapayım, adam inatçı, etmiyor hakkını helal” de. Var  mı öyle yağma?

İyi o zaman, benim aklımda çok zengin olmanın bir sürü yolu var. Çok ciddiyim. Allah (c.c)’tan korkmasam iki senede 2 milyon USD para kazanırım. Şimdi ben bunu hemen uygulayayım. Sonra gidip adamdan ilk çaldığımı geri verip helallik isteyeyim. Adam da etmez büyük olasılık. Ben de “ Ben elimden geleni yaptım adam etmedi” diyeyim. Oldu mu? Kaldı ki adam hakkını helal etse bile benim edindiğim servetin temeli ne olmuş oluyor? Haram değil mi? Oluyor mu öyle peki? Kimin hakkına geçerek servet sahibi oldun. Pişman mısın? Helallik mi isteyeceksin? Gideceksin tüm kazandığın malı mülkü adama bağışlayacaksın. Sıkıyor mu? Olmaz dimi? Hak budur. Sen beni kullanarak servet edinmedin mi? Edindiğin her şey benim sayemde mi? O zaman samimiysen kazandığın her şeyi bana vereceksin. Var mı öyle baba yiğit? Aslaaaa. Kurudan helallik iste. Sonra da kusur araştırma, ayıp ört.

Ayıp şahsi ise tamam araştırmayalım. Kul beşerdir, yanılabilir, hata yapabilir bunu elbette anlarım. Ama sen organize olacaksın, taammüden cürüm işleyeceksin ve bunu adet haline getireceksin. Eee? Sonra bana ekranlardan empoze edeceksiniz “ Müslüman Müslümanın ayıbını araştırmaz.” Ulan “Müslüman bu işi yapmaz” diyemiyorsunuz da, sen görme diyorsunuz. Bunu da bizlere, bizden, canımızdan ciğerimizden insanlarla kırk kere söyletip inandırmaya uğraşıyorsunuz. Bakıyorsunuz kisvelerine, kendi insanlığınızdan utanıyorsunuz. En azından ben vallahi utanıyorum. Ama işte mesele hiçte öyle değil. Sürekli söylediğim bir şey var. Bin kere tekrar etsem bıkmam. Hiçbir şey göründüğü gibi değil dostlar. Bu yaşamsal anayasamı sizlere ilerleyen dönemlerde, dünyanın hiçbir yerinde yayınlanmamış, çok şaşırtıcı, izlediğinizde kanınızın donacağı görsel delillerle kanıtlayacağım. Rabbim ömür ve sağlık verirse inşallah. O zaman hep birlikte şunu tekrar edeceğiz.

“Hiçbir şey gördüğümüz gibi değil” Hem de hiçbir şey. Aksine, sizlere neyi inandırmak istiyorlarsa, onun satış pazarlama uzmanını karşınıza dikiyorlar ekranlarda, psikolojik de baskıyı basıyorlar, hadi gel de yiyip yutmayın. Bu işi tezgahlayanlar, öyle adamı karşınıza çıkartıyorlar ki, izlerken yada dinlerken sizi eziyor “ Baaak sen bunun gibi konuşabiliyor musun? Bunun gibi yaşıyor musun? Bunun gibi giyiniyor musun? Bunun bildiklerini biliyor musun?” beyin telkini. Sizde ruhani denge ve mahkemenizde “Yoookk, vallahi yok, bu kim ben kim” diyorsunuz. Haahh işteee, şimdi beynin loblarını da aldık mengeneye. Şimdi çak ne çakacaksan. Değerli kardeşlerim, mesele öyle sinsice, öyle profesyonelce tasarlanıyor ki, zerre kadar kuşku duymuyoruz.
Öylesine çarpık, öylesine büyük garabetlerle dolu bir alem ki, hangisini yazayım, hangisinden devam edeyim şaşırıp kalıyorum. Aslına bakarsanız her bir konu başlığından bir kitap çıkar ama ben elimden geldiğince, aklım elverdiğince, zihin dağarcığımdakilere temas edeceğim. Dostlarım, alın size en büyük garabetlerden biri daha;

Enteresan Ortaklıklar

Bu gün İslam dünyasının başındaki en büyük belalardan biri Siyonist cerahat, afedersiniz cemaat diyecektim aslında elim sürçtü, evet cemaat değil midir? Arkadaş neyden bu kadar korkuyorsun? 300 tane kitabı olan alimlerimiz var değil mi? Aralarından bir tanesinin bile bu cerahat ( yine aynısı oldu afedersiniz ) cemaatin iç yüzünü insanlığa ifşa edecek tek bir kitap yada kitabı boş verdik, minicik bir el broşürü bile bastırmamaları fazlasıyla enteresan değil midir? Perde arkasındaki anlaşmaları, ticari ilişkiler içerisinde oldukları Müslüman görünümlü kartellerle bağlantıları hakkında tek bir yazısı olan alim biliyor musunuz? Ona da geleceğim.  Allah (c.c) ömür ve sağlık verirse. Yazsanıza bunları, yahut söylesenize. Papua Yeni Gine Sosyal hayatını yazarlar, nasut, melekut, ceberrut, lahut alemlerini A’dan başlayıp Z’ye kadar gidip görmüş gibi yazarlar. İslam’da sosyal hayat, İslam'da asosyal hayat, İslam’da cinsel hayat, İslam’da CİNsel (çarpılacaklar) hayat, İslam’da cins EL (akla gelmeyecek cinslikleri) hayat, çarşı pazar hayatına varınca yazarlar.

Kaynakları yakından takip ediyor olmama rağmen, birkaç kişi haricinde ciddi mana da bu kitleye ait tek bir yazı yok. Neden? Neyden korkuyorsunuz? Yazanlar var ve hala hayattalar, ben yakından tanıyorum, korkmayın bu kadar. Bazı kişilerin bu konuya hiç temas etmemeleri nedendir? Özel bir nedeni mi var acaba? Sizde takip edin bakın. Misal, naçizane ben, bütün ülkenin çok çok iyi bildiği, çok fazla yakından tanıdığı, ülkenin devasa holdinglerinden birinin, görünüşte müthiş bir İslami kisvesi olmasına karşın bu lobi ile aynı karından doğmuş karındaş gibi yakından ticari ve sosyal ilişki içerisinde olduklarını çok iyi biliyorum. Evet yanlış okumadınız. Yüzde 99’un Ehl-i İslam’dır, kefiliz dediği bir holdingin 40 yıldır bu lobi ile ortak sayısız ticari yatırımları olduğunu ve birlikte iş yaptıklarına yakından  tanığım. Sebep bu mudur yoksa?

Bir İslam aydınının, düşünürünün yahut aliminin yeryüzünde yerleşik hayata geçildiği ilk günden beri, yani bu kavmin var oluşundan bu yana sürekli ama istisnasız sürekli kaos ve karmaşadan beslenip, uyarıcı Peygamberleri hayatta iken bile iki kere Allah (c.c)’a asi gelmiş cemaatin kriptoları hakkında tek bir kitabı olmaz mı? Elinizde bilgi belge mi yok? Yazık! Üzüldüm. Siz yazmaya karar verin, söz ben size kaynak sağlayacağım. Haaa 50 senede tek bir yayınınız yoksa bu konuda, ben sorarım. Bu çatal aklımla sorarım. Neden? Allah aşkına bırakın artık sünneti yazmayı, yada  yok çarığını soldan mı bağlarsan eftal, sağdan mı bağlarsan eftal. Ben ne diyorum? Adamlar senin ülkende dahil olmak üzere iklimleri değiştiriyorlar.

Heeeyyy, uyan uyan!!  Zaman eftal meftal zamanı değil. İnanmıyor musunuz? Gelin ispat edeyim. Adamlar dünya üzerindeki ana kıtaları hareket ettiriyorlar. Bakın ne diyor ülkelerin sosyoekonomik durumuna yön veren,  para ve enerji kaynaklarının neredeyse tamamını kontrol eden bu insanlar. Alın size kendi sözcükleri ile. “Dünyada ulus devlet kavramı son bulacak. Tüm dünya halkları tek bir merkezden yönetilecek. Ayrıca şu an mevcut nüfus çok fazla. Var olan nüfusun 4'te 3’ü savaşlarla, salgın hastalıklarla yok edilecek.”

Komplo teorisi mi? Alın bakın. Bu sözleri bu adam söyleyeli neredeyse 20 yıl oldu. Dedikleri aynen olmuyor mu? Aids, Ebola,Sars, Virüsler ve Orta Doğuyu saran savaş ateşi. Sınırlara gelince. Yaklaşık 50 yıldır hummalı bir çalışma yok mu?

Ama sizler bunları bilmeyin. Okumayın. İlerlemeyin. Biri de çıksa dese ki “Arkadaşlar, Müslümanlar olarak ilimde, fende çağın en üst seviyesinde olmalıyız. Bizler, İslami ilimlerle birlikte modern tıp, biyoloji, fizik, kimya alanlarında çok ciddi eğitimler veren medreseler kuruyoruz. Ya da kurduğumuz medreselerde bu ilimleri de en ileri seviye de vereceğiz.” Var mı böyle bir şey ? Yoookk. Neden? Siz bilmeyin, okumayın. Size ne veriliyorsa onu alın, susun ve oturun. Bakın, ben buradan söz veriyorum. Böyle bir oluşum çıksın, hiçte fena olmadığım fizik ve matematik konularında bedava, hiçbir ücret almadan eğitim vereceğim. Benim gibi, benden çok daha iyi, kimya alanında, geometride uzman olan arkadaşlarım var. Benim hatırımı kırmazlar. Onlara da orada bedava eğitim verdireceğim. Var mı böyle bir oluşum? Yok. Neden? Bizim için şu an hayat memat meselesi olan, yemek yerken elle mi yiyelim, çatalla mı? Hangisi daha eftal ? Melekler dişi mi erkek mi? Ne farkı var?

Burada Hiçbir Şey Şansa Bırakılmaz

Bakın değerli dostlar. Burası Türkiye. Bir Norveç, bir Finlandiya, bir Danimarka değil. Burası Avrupa ve Asya Kıtası’nı birbirine bağlayan, jeopolitik açıdan eşi benzeri olmayan kritik noktada, dünyanın enerji siloları Asya ve Orta Doğu’ya açılan en büyük kapısı. Bu ülkede hiçbir şey kaderine bırakılmaz. 30 yıl sonra bizleri idare edecek ve kritik makamlarda olacak adamlar bu gün eğitimlerini alıyorlar. Bu topraklarda hiçbir şey tesadüfen oluşmaz, gelişmez. Asla. Tarih boyu bu hep böyle olagelmiştir ve böyle de devam edecektir. Konuyu politik zeminden asıl meseleye çekersek;

Özetle, bizlere neyin hakkımızda hayır, neyin şer olduğunu her saat başı söyleyecek ( biz safız ya bulamıyoruz onca yazılmış İslami kaynak arasından ) bu  ve  benzeri  şekilde İslam’ın içini boşaltacak, değerlerimizin altını deşecek ince nüansları da Ehl-i Müslim kisvesiyle alim diye bize empoze ettikleri insanlara yaptırıyorlar. Bakın, ayetin hadisin içine minicik bir şüphe sebebi sokuyorlar, kafası çalışan adam bunu sorgulayıp duruyor, sonrada dinden imandan oluyor. Bunları kasıtlı yapılıyorlar. Neden mi?

Arkadaş sizler yıllarca mektep medrese görmüş adamlarsınız. Bilmiyor musunuz ki televizyonların karşısında milyonlarca farklı yapıda insan var ve bizlerin kullanacağı en küçük yanlış bir ifade yüzbinleri dinden eder. Ki bunun yarı ciddi yarı şaka halk arasında “ yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder” diye de ayrı bir tanımı yok mudur? Siz kalkıp üfleye üfleye “ aman ses çıkarmayın, ayıp araştırmayın, kusurları kapatın, masonlar kötüdür diyemem, kar payı caizdir.” şeklinde inciler döktürürseniz, insanları suça teşvik etmiş olursunuz. “Nasılsa bu Müslümanlar saf, vurun abalıya” mantığını hayat felsefesi haline getirtirsiniz bu insanlara. Aman vurulduk susalım, aman ezildik susalım, aman fitneye sebebiyet vermeyelim, aman karışıklık çıkmasın, aman ezilen biz olalım ahirette ecrini alırız. Arkadaş hangi kitapta Allah (c.c) Müslümanlara siz salak olun diyor? Bulun böyle bir ayet ben kafamı keseceğim.

Bakın değerli dostlar, bunlar büyük kartellerin, lobilerin, Müslümanlara yüzyıllardır zerk etikleri sosyal ve psikolojik afyonlardır. Dinin neresinde Allah (c.c) Müslümanlara ezilin diyor. “Siz saf olun, sizi kullansınlar, ben size ecrini vereceğim” nerede diyor Cenab-ı Hakk Teala Hazretleri? Yok böyle bir şey arkadaşlar. Müslüman dünyanın en uyanık adamı olacak. En zeki adamı olacak. En mert, en dürüst, en çalışkan, en akıllı, en adaletli adamı olacak. Gerekirse günde 4 saat uyuyacak, 20 saat çalışacak. Zaman ahir zaman. Bilim, teknoloji artık yapay depremler üretiyor ve ülkelerin ekonomilerini çökertiyor.  Ben bugünkü Müslümanların durumunu 14.yy da Bizans’ın melekler erkek mi dişi mi? tartışmalarındaki traji komik, hiçte gereği olmayan, algı saptırması için sanki özel olarak bir amaca hizmet eden lobiler tarafından tasarlanıp, zavallı halka da “nasılsa inanırlar” diye din adamlarınca beyinlerine zerk ettirdikleri “sen uyu ben şişeyim, sen uyu ben yiyeyim” in alt yapısına benzer şekilde tasarlanıp, son derece saf duygularla din ve iman dairesinden çıkmamaya çalışan Müslümanların durumuna benzetiyorum.

Bakın değerli dostlar. Elin cengaver oğlu proje üretiyor. Hem de öyle böyle proje değil. Dünyanın bir ucundan diğer ucundaki ülkelerin tektonik levha hareketleri tetikleniyor. Bu konular naçizane zavallı şahsımın uzmanlık alanı olduğu için, meseleyi çok yakından takip ediyorum.  Yanı sıra, hedef ülkedeki enerji kaynakları sabote ediliyor, iklimler değiştiriliyor. Kasırgalar oluşturuluyor. Tsunamiler tasarlanıyor. Hortumlar, El Ninolar dizayn edilip nokta atışı yapılıyor. Yanlış okumadınız evet. Bunlar insan eli ile dizayn edilip oluşturuluyor. Richter ölçeği ile 7-8 büyüklüğünde depremler tasarlanıyor ve diledikleri zaman, diledikleri merkez üssünde de meydana getiriyorlar. Elbette bunun için hedef ülkenin tektonik yapısının buna müsait olması gerekiyor. Bu demek değil ki adamlar çölün ortasında 7 büyüklüğünde deprem oluşturuyor. Kısaca hedef coğrafyanın tektonizmasına göre, iklimine göre, coğrafi koşullarına göre, devasa, kitleleri yok edici, doğal görünümlü yapay afetler tasarlanıyor ve uygulanıyor. Bu konuda çok yorum yapıp detaya girmeyeceğim.

Irak’tan Haber var !

Evet değerli dostlar. Müslüman uyanık olacak. Hem de zehir gibi uyanık olacak. Pasif, pısırık Müslüman olmaz, olamaz. İşte bu ve bunun türevi zihniyetler “aman susalım, aman iş kurcalamayalım, aman ayıp araştırmayalım, aman şehirde fitne varsa sen dağa kaç” ı ince ince zerk ediyorlar beyinlerimize. Olan Müslümanlara oluyor. Bakın Irak’a, bakın Filistin’e, bakın Somali’ye. Değerli dostlar, Müslüman yalnızca ahiret için ağlar. Somali’de Müslüman kadınlara BM askerleri manga manga tecavüz ettiğini biliyor muydunuz? Irak’tan gelen 87 yaşında bir imam burada, camide sohbet ederken ağlayarak “ 21 yaşında torunum karnında Amerikan askerinin çocuğunu taşıyor diyor. Evet şehirde fitne varsa sen dağa kaç. Sus, sus, karışıklığa meydan verme. Al eline tesbihi zikir çek.  Biliyor musunuz, felsefede çok enteresan bir tanımlama vardır. Bir yerde bir sorun mu var? Bu sorunu ortadan kaldırmanın en kolay, en zahmetsiz ve hızlı çözümü nedir? O yöne bakmamak. Öyle değil mi?

Ey İslam alemi ! Ey hacılar, hocalar, alimler ! Allah (c.c) şahidim olsun ki bu vebal sizi ahirette çeliğin ateşte eridiği gibi su gibi eritecek. Susun. Konuşmayın. Hiç bir şey söylemeyin. Allah (c.c) sizi, bizi, beni deniyor. İmtihan ediyor. İslam coğrafyasına sağnak sağnak belaları yağdırıyor, bakıyor ki kullarım ne yapacak. Müslümanlar ne yapacak. Şimdi ben size soruyorum.  Cenneti babasının malı gibi bedavadan parselleyip, şunu yaparsan şu cennette şu kadar köşkün hazır, bu zikri çekersen şu kadar hurin hazır diyen sarıklı cübbeli, cübbesiz takım elbiseli, kokuşmuş seküler sistemin seküler üniversitelerinden türlü türlü akademik unvanlar almış maaşlı kadrolu fotoselli emlak komisyoncuları. Hepiniz aynısınız. Rant kavganız yüzünden, konuşunca birbirinize sövmekten, biriniz çıkıpta ekranlara “ İslam’a, Peygamber beldesine, Müslümanlara zulüm vardır, işkence vardır, tecavüz vardır, açlık vardır, soykırım vardır” diyemezsiniz. “Kafir gece gündüz kadınlarımızı, kızlarımı dağa kaldırıyor, şehitliklerimiz bombalanıyor ( Halid Bin Velid (r.a) mezarı gibi ), ey İslam alemi, ey üzerine ölü toprağı serpilmiş ölüler, dirilin” diyemiyorsunuz. Neden? Kimden korkuyorsunuz? Sizin canınızı, rızkını veren Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c) değil mi? Neyden korkuyorsunuz? Sizin takvanız, sizin sıfatınız, kisveniz kime? Evinizde ateşler yanarken ipteki çamaşırlar kurudu mu diye bakan zavallılar.

Ve bunları bariz bir şekilde görüp kananlar. İnananlar. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız? Sakın beni yanlış anlamayın değerli kardeşlerim. Ben ibadet etmeyin, zikir çekmeyin, sünnet üzere giyinmeyin alsa demiyorum. Asla. Bu konu sakın ola yanlış anlaşılmasın. Ben diyorum ki annesini kaybetmiş yetim çocuğa bir öğün yemek yedirmek mi daha evladır yoksa ona bir hayat kurmak, bir gelecek kurmak mı? Bu gün İslam Alemi, Ümmed-i Muhammed annesini kaybetmiş yetim çocuk gibidir. Müslüman coğrafya ateş altında yaşam mücadelesi vermektedir. Geceleri uykuların haram olduğu, yenecek bir tas yemeğin çoğu zaman günlerce bulunamadığı, namusların ırzların ayaklar altında çiğnendiği ve ölümün kol gezdiği İslam beldelerinin varlığını eminim biliyorsunuzdur.

Gay’in Derdi Bizi mi Gerdi?

Şimdi dönelim bizim coğrafyaya. Dört tane kendince İslam alimi birbirini yiyor. Dünyanın dört bir yanında Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da, Arakan’da, Çeçenistan’da, Afganistan’da, Doğu Türkistan’da, Filistin’de ve daha bir çok İslam beldesinde Müslümanların canlarının koyun boğazlanır gibi hatta çok daha vahim ve acı bir şekilde toplu olarak, onar onar yüzer yüzer katledildiği bir dünyada bizim alim dediğimiz adamlar, hayat memat meselesi olmayan, bir iki sahih kaynak araştırmasıyla neyin doğru neyin yanlış olduğu açıkça belli olabilecek ayrıntılar üzerinde birbirini yiyor, bu katliamları görmüyor, görmezden geliyor, anlaşılması çok güç üstünlük savaşlarına tutuşuyorlar.

Neymiş efendim kadın hayız halinde namaz kılar mı, oruç tutar mı? Yok ped miş bilmem neymiş. Hiç utanmıyorsunuz değil mi? Hiç yüzünüz kızarmıyor değil mi? Koca koca kelli felli adamlar milyonların gözünün önünde konuştuğunuz şeylere bakıp hiç utanmıyorsunuz değil mi? En güvendiklerimden biri de çıkıp kendini bunlara kullandırıp onlara malzeme oluyor. Ulan diyorum, utanarak sıkılarak ulan diyorum. Ama hak ediyorlar. Ulan size mi kaldı milyonların önünde kadının özel durumunu en ince ayrıntısına kadar irdelemek. Yahu arkadaş sen anlamıyor musun bu sorular sana kasıtlı soruluyor? Sen fark etmiyor musun? Yok efendim ters ilişki günah mıymış… Ulan bunu konuşacak yer orası mı? Ekranların önünde milyonlar var. Çocuğu genci kızı erkeği.

Ben ne anlatıyorum 40 sayfalık bu yazımda? Ne diyorum? Demiyor muyum ki yüzlerce binlerce çeşit farklı psikolojide insan var bu toplumda? Hani her şey her yerde konuşulmazdı? Faizi yutanları, devleti dolandıranları, dünyanın ve İslam aleminin baş belalarını konuşmayalım ama kadının hayız halini, ilişkisinin nereden nasıl olacağını en ince detayına kadar konuşalım. Bundan beis yok değil mi? Savunmaya bakın ama. Neymiş? Efendimiz (s.a.v) bir kadın gelmişte, eşinin tenasül uzvunu bilmem neye benzetmiş te, Efendimiz (s.a.v)’e ben eşimde bunu buldum demiş te, Efendimiz (s.a.v) ona kızmamış ta…… Ya arkadaş delirmemek ne mümkün.. Lan evladım, olayı niye çarpıtıyorsunuz? Hiç utanmıyor musunuz? 

Velev ki dediğiniz doğru. Kadın, Efendimiz (s.a.v)’e yüzbinlerce sahabenin arasında naklen yayın mı sormuş bu soruyu? İkincisi sen Resulullah (s.a.v) misin? Bak bak.. Bana da sorabilirsiniz yani diyor böyle soruları. Sonra, kalbinde zerre iman olmayan adama maytap malzemesi ediyorsun kendini. Çıkıp şu soruyu sana 3 kere tekrar ediyor. “Adamın biri gerdek gecesi kendini tutamamış ta, namazı kaza etse olur mu?” Sen cevap veriyorsun saf gibi, adam şu kısmı yineliyor. “Kendini tutamamış ta..” Sen yine cevap veriyorsun o aynı şeyi gülerek yineliyor “Kendini tutamamış ta.” Ne mesaj vermeye çalışıyorsunuz? Amacınız nedir? Kime hizmet ediyorsunuz siz? Sen bu kadar salak biri misin ki sana kasıtlı sorulan bu soruları kasıla kasıla cevaplıyorsun? O soru sana reji odasından soruluyor anlamıyor musun?

Gerdek gecesi namazının varlığını bilen biri onun sünnet olduğunu da biliyordur. Namaz kılan bir adam sünnet namazının kaza olmayacağını bilmez mi? Demek ki bu soruyu sana soran puşt oğlu puştun namazla işi falan yok. “Allah (c.c)’ın emrettiği farzı kılmayan bir adam, ömründe bir kereye tekabül edecek sünneti kılsa ne olur, kılmasa ne olur” desene.  Sen bu ayrımları yapamayacak kadar salak mısın yoksa sende bilerek bu oyunun parçası mı oluyorsun? Biri ortalıyor, öbürü şut çekiyor.

Yok efendim gay’lerin durumu ne olacakmış. Selam yolluyorlarmış ta, dua istiyorlarmış ta. Bilmem ne? Niye çıkıp demiyorsun “Yahu arkadaş. Bırak şimdi gay’i may’i duasını muasını. İslam aleminin ırzı çiğneniyor, onların durumu ne olacak? Onlardan niye bir soru gelmiyor? Bu milletin tek derdi nereden nasıl cinsel ilişkiye gireceği ve gay’in guy’un psikolojisi mi?” Bu milletin tek derdi ibneler mi? ( Kızmayın kardeşlerim. Gay=İbne demek değil mi? Türkçede buna ne diyorlar? Gay olunca daha mı makbul oluyor. Bu da yeni moda ya. İsim değiştirip meşrulaştırmak. Banka=Finans Kurumu.. Faiz=Kar Payı. Pazarlamacı=Müşteri Temsilcisi. Sokak Satıcısı=Ön Saha Satış Elamanı. İbne=Gay yada Homoseksüel. Haram helal katıp karıştırıp çalıp çırpan = İş Adamı ) Neyse biz konumuza dönelim.

Arkadaş, herkes bir alime intisap etmiştir. Etmeyenin alimi de şeytandır. Sorunun mu var? İntisap ettiğin, gönül bağın olan alime gidersin, teke tek sorarsın sorunu. Teke Tek’e sormazsın. Kaldı ki bir insan işlediği bir fiilin yahut ihtiva ettiği bir fikrin şer-i kanunlara uygun olup olmadığını çok dert edinse onun cevabını bulmadan gece yatağa girmez. Sen şimdi bir fiili işleyeceksin, bununda caiz olup olmadığını merak edeceksin, içine dert olacak, 20 sene bekleyeceksin ki bir İslam alimi, bir hoca çıksa televizyona da ben ona bunu sorsam. Bu samimi mi? . Bu inandırıcı mı? Demek ki sen bulunduğun durumdan memnunsun. Bakmışsın ki böyle de bir magazinel durum var. Şöyle de bir puşt sorusu ben sorayım ortalık şenlensin fikrindesin demektir. Sorulan sorulara bak ya. Gel de delirme.

El Hayau Minel İman.

Hani Müslümanın ayıbını örtecektik. Kanlar, petler, ters ilişkiler, şerefsizler ibneler saatlerce derdi umum oldu, çarşaf çarşaf serildi milyonların gözünün önüne. Tam 45 dakika cinsellik konuşulur mu ya. Çıkıp desene “Arkadaş bunlar mahrem konular. Şimdi ekranlarda bir sürü çoluk çocuk var, genç var. Dost var, düşman var. Bu konularda yazılmış, gerek bana ait, gerek şu şu kişilere ait muteber kaynaklar var. Tavsiye ederim. Dileyen kardeşlerim buradan açıp baksınlar. Biz bunu böyle ulu orta konuşmayalım ayıptır, günahtır.” desene. Konu böylesi pirim konu olunca ne ar kalıyor, ne ayıp, ne günah, ne adab-ı muaşeret. Ama birilerinin nasırına bastın mı  “Oooooo olmadı şimdi. Özel hayatın mahremi var. Müslümanın ayıbı… Her doğru her yerde söylenmez.” Yahu bu nasıl bir iki yüzlülüktür? Hadi çıkın işin içinden. Nasıl bir sektörün içerisindeyiz biz?

Ben insanlarımız İslam’ı araştırmasın, ilim öğrenmesin demiyorum. Müslüman ilim sahibi olacak. Dünyaya neden geldiğini bilecek. Müslüman ibadetini eksiksiz yapacak. Allah (c.c)’ı  zikir, insanın var oluşunun yegane amacıdır. En büyük amacıdır. Resulullah (s.a.v)’in Sünnet-i Seniyye’si en büyük emelimizdir. Allah (c.c) kalplerimizi biliyor. Elbette ki benim de kalbimi benden çok daha iyi biliyor. Ben şunu söylüyorum. Bir ticaret kapısı oluşmuş sanki. Bir gurup, Allah (c.c)’ın dinini kullanarak yaşamsal metalar elde ediyor sanki. Resmen bunu pazarlıyor sanki. Kıyafet sektörü, aksesuar (tesbih takke, reklam , medya  vs) sektörü, kitapçıklar, yayınlar sektörü oluşmuş sanki. Sanki az mı? Öyle öyle. Ve bu zümre hiçte göründüğü gibi değil. Bir çark kurulmuş dönüyor duruyor. Lan oğlum dünya yanıyor. Müslümanlar yanıyor. “ Bakmayıııııınnnn, duymayıınnnn, hiçbir şey yokmuş gibi davranıııııınnn” bu mudur? Sektör olmuş bu. Hacıoğlu, Hocaoğlu, bereket şirketi mina limited, kuba gıda, tekbir ticaret. Saysam 300 şirket çıkar. Evladım nedir bu? Ticaret mi yapıyorsunuz dini marka mı pazarlıyorsunuz? 

Sizlerin elinde yayın organlarınız var. Televizyonlar var. İstediğinizde istediğiniz şekilde sesinizi milyonlara duyurabilirsiniz. Sizin ilk söylemeniz gereken “ Aman sessiz olun, aman kusur araştırmayın, aman şu kadar zikir çekin mi?” yoksa “Eeeeyyy İslam alemi. Dünyanın her bir köşesinde Müslüman kanı akıyor. Akıtanlar da bunlar bunlardır. Müslümanı boğazlayanlara çanak tutan, onlarla ticaret yapan, ortaklıklar kuran, aynı masada yemek yiyenler de bunlar bunlardır. Allah (c.c) indinde ben bu işten mesulüm, siz de mesulsünüz. Bunu bilin. İster organize olun, isterseniz açın televizyonları izleyin” mi olmalıdır? Tek sözüm var benim. Yazıklar olsun. Başka sözüm yok. Ama şunu da biliyorum ki utanmayan adama ne derseniz deyin. Bir yerden girer diğer yerden çıkar. Zaten utanacak olan, yüzü kızaracak olan, bu işlerden derin elem duyan adam da tepkisini koyar, gerekeni korkmadan canı pahasına haykırır.

Ekran Artistleri

Ey alimler! Sizin milyonda birinizin bildiğini bilmem. Naçizane soruyorum. Yaratılmışların en şereflisi, Allah(c.c)’ın en çok sevdiği, Habibullah, Efendimiz (s.a.v)’in en büyük sünnetlerinden biri neydi? Zavallı aklıma geldi, sordum? Uyumak? Sağ elle yemek yemek? Misvak?

Güneşi sağ elime ayı da sol elime verseniz devam edeceğim dediği, taşlandığı, türlü eziyetler gördüğü, aç kaldığı, uykusuz kaldığı, uğrunda en yakınlarını birer birer kaybettiği sünneti neydi? Resulullah (s.a.v) den sonra İslam’a en büyük hizmeti yapan ceddim Osmanlı’nın en büyük emeli, hedefi, gayesi neydi? İlah-i Kelimetullah’ı yeryüzüne hakim kılmak.

Fatih Sultan Mehmed Han’ın, Yavuz Sultan Selim Han’ın, Sultan Bayezid Han’ın hiç kafası çalışmıyordu değil mi? Onlar şunu diyemediler değil mi? “Karındaşlarım, yoldaşlarım, yarenlerim, kuvvet bizde, kudret bizde, insanlar üzerinde hakimiyet Allah (c.c)’tan sonra bizde. Gerek yok riske girmeye, onca orduyu yollarda heba etmeye, kan dökmeye, ananları evlatsız, sabileri babasız bırakmaya hiç gerek yok. Zikir çekip posta kapanıyoruz” Hiç kafaları çalışmıyormuş bunların. Eee, şimdi ki kanaat önderlerimiz, alim ulemalarımız öyle diyor ya. Şimdi biz, arada kalmış, vatanında Almancı Almanya’da yabancı 3.kuşak jenerasyon misali, kime itibar edeceğiz? Benim zavallı aklım çalışmıyor, durdu?

En sevdiği arkadaşlarını Allah yolunda kaybeden, Allah (c.c)’ın dini için en sevdiklerini, amcasını, arkadaşlarını türlü eziyetlerle kaybeden, bu dünyadan göçtüğünde geride bir hasır yatak, bir çift takunya, bir abdest ibriği servet bırakan ve tek başınayken de ardında yüzbinlerce sahabe varken de Allah (c.c)’ın doğrularını her ne pahasına olursa olsun haykıran Allah’ın Resulü (s.a.v)’ne mi?  

46 yıl sultanlığının tam 10 yılını yatağından uzaklarda, at sırtında seferlerde uykusuz geçirip, İlah-i Kelimetullah’ı yaymak için, ömrünü ehl-i küfre darbe vurmak için düştüğü yollarda seferdeyken bir çadırda noktalayan Sultan Süleyman Han’a mı? İstanbul’u almadan yatağına girmeyen. 49 yaşında, henüz ömrünün baharında, yine Kelimetullah’ı yaymak için yollara düştüğü bir sefer sırasında Gebze’de ki ordugahında, evinden uzakta hayata veda eden. Daha 29 yaşında iken Trabzon’u almak için keşif yaptığı sırada önünü kesen Uzun Hasan'ın annesine “ Ana ana! Biz buraya toprak sevdasıyla değil, Allah (c.c) emrini hakim kılmak için geldik. Yatağımızda ölürsek bunun hesabını Allah’a nasıl veririz?” diyen Sultan Mehmed Han’a mı? Yoksa hayatında iki taşı üst üste koymamış, bir eli yağda öbür eli balda, çiftliklerde, konaklarda, köşklerde sadece konuşarak, hitabetini kullanarak korkunç servetler edinmiş artistlere mi?

Allah (c.c)’ın Doğrusunu Bağırsana !

Ve hulasası; Yineliyorum. Üzerine basa basa tekrar ediyorum. Ben ibadetten geri duralım asla demiyorum. Asla. Bunu hiç kimse diyemez. Ben Allah (c.c) zikretmeyin, Sünnet-i Seniyye’yi göz ardı edin asla ve kat’a demiyorum. Haşa. Sakın ola bu böyle anlaşılmasın. Bir Müslüman, onu yaratana ibadetini eksiksiz kusursuz yapma gayretinde olacak. Resulullah (s.a.v)’in sünnetine harfiyen riayet edecek. Oturuşundan kalkışına, uyumasından dinlenmesine kadar Allah (c.c)’ın Resulü (s.a.v) i taklit edecek. Amaa, bunlar bana yeter, ahireti kurtardım demeyecek.

Müslüman yalan konuşmayacak, politik olmayacak, Allah (c.c)’ın doğrularını milletin önünde kıvırıp, insanlar benden uzaklaşmasın diye yumuşatmayacak. Hem “Ben Allah (c.c)’ın doğrularını söyleyeceğim,  kimin kalbi kırılırsa kırılsın” diyeceksin. Öte yandan sana Finans Kuruluşlarının durumu sorulduğunda, sesini 2 oktav düşürüp, hamur gibi yayılıp siyaset yapmayacaksın. Çıkıp mertçe  dürüstçe “ Kardeşim neyin Finans Kuruluşu. Paran varsa otur sen çalıştır. Meblağ küçük, bir şey yapamıyorum diyorsan kendin gibi bir ihvanı bulacaksın, ortak olacaksın. Ne diyor Cenab-ı Hakk Teala Hazretleri “ Salih niyetlerle ortak olan iki Mü’min’in üçüncü ortakları benim” demiyor mu? Yoksa sen Allah (c.c)’a güvenmiyor musunuz? Sözüne itimat etmiyor musunuz? Kendin çalışmadan emek vermeden elde ettiğin kazanç sana haramdır.” desenize.
Hangisiyle ortaklığınız var, yahut hangisinde kaç paranız var da lafı 80 takla attırıyorsunuz. Çıkıp desenize “Ey ihvanlar ! Ey hocalar ! Sizler peygamber varislerisiniz. Yeryüzünün yaşayan kandillerisiniz. Siz sıradan cahil cühela adamlar değilsiniz. Her birinizin en az 30-40 sene ilmi var. Siz elin Vahhabisinin mimari olarak Allah (c.c)’ın Beyt'i olan Kabe’yi gölgede bırakacak şekilde bilerek ve kasten inşaa ettiği devasa otellerde, Allah (c.c)’ın Beyt'inden 30 metre yüksekte nasıl yatarsınız? Başka otel mi yok? Bir Nabi kadar olamadınız mı? İmanınız vicdanınız nasıl rahat ediyor da Allah (c.c)’ın Beyt'inin 30 metre üzerinde yayılıp yatıyorsunuz?”
Bağırsanıza. Konuşsanıza. Hakkı doğruyu haykırsanıza. Sizler Müslüman değil misiniz? Sizler Mü’min değil misiniz? Müslüman, babası dahi söz konusu olsa, annesi dahi söz konusu olsa, mesele Allah (c.c)’ın dini ise kılıcını adilce kaldıracak. Haa, sen Allah (c.c)’ın ve Resulü (s.a.v)’nün sünnetine aykırı iş mi yaptın. Kafanı o kılıcın altına soktun demektir. Şeriatın kestiği baş şerefli baştır.

Gerçek Alimler

Müslüman adil olacak. Müslüman Allah (c.c)’ın emrinden milim şaşmayacak. Allah (c.c)’ın kanunları neyi emrediyorsa onu yaşayacak.  Müslüman ilimde, fende kaynak olacak, literatür olacak. Müslüman tıpta çağın ilerisinde olacak. İbn-i Sina, Farabi, Ali Kuşçu, Piri Reis, Ak Şemseddin olacak.

Bakın birkaç örnek; Bunların allameliği ile şimdiki artistleri kıyaslayın adilce. Sakın, sakın onlar kim, bunlar kim demeyin. Harezmi’nin de, Fergani’nin de, Ak Şemseddin’in de günü 24 saatti. Onların günü 29 saat değildi. Ve hadis ilmini, fıkıh ilmini, tefsir ilmini, tıptan, astronomiden, coğrafyadan, geometrinden yüzlerce kat iyi biliyor ve o alanda da sürekli çalışmalar yapıp eserler yazıyorlardı. Sümme haşa ve kella, Allah (c.c) yalan söyler mi. Aslaa. Zerre kuşkusu olan cehennemde yansın. Haydi o zaman gelin toparlayalım.

“Bismillahirrahmanirrahim”

“Ey İman edenler ! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutarsanız, dinini uygularsanız) O’da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar” (Muhammed-7)

Şimdiii, Allah (c.c) vaadine kesinlikle sadıktır. Tek bir harfinde bile zerre yanlışlık, eksiklik asla ve asla olamaz. Vaat ediyor öyle değil mi? Ayet gayet açık. Peki yardım etmiyorsa? Ayaklarını sabit kılmıyorsa? Sen hakiki manada teslim olmuyor, Allah (c.c) emir ve yasaklarına harfiyen uyup, dinini yaşamıyorsun demektir. Bakın, gerçek manada Rabbine iman edip teslim olanların Allah (c.c) ufkunu önlerini nasıl açıp onlara zaferler fetihler veriyor. İşte Bedr’de, Hayber’de, Mekke’de, Resulullah (s.a.v)’in ordusu. İşte Osmanlı’nın orduları. İşte hayatını Allah (c.c)’a adamış bilim adamları. İşte hakiki manada alimler;

O kadar çok var ki. 780 ile 850 yılları arasında yaşamış Ebu Abdullah Muhammed bin Musa el-Harezmi ile başlamak istiyorum. Matematik, coğrafya, astronomi alanlarında müthiş araştırmalar yapmış çığır açmış bir bilim adamı 9. yy’da matematikte yaptığı buluşlar, 12.yy’da Chesterli Robert ve Cremonalı Gerard tarafından Latinceye çevrilmiş. İşin en enteresan tarafı şu. Harizmi 9 yy’da öyle bir buluş gerçekleştiriyor ki yazdığı eserlere yüzyıllar sonra bakıldığında,  açıları trigonometrik fonksiyonlarla ifade eden tabloların olduğunu görüyorlar. Harizmi, Batlamuyus’un coğrafya adlı kitabını Kitab-u Suretil Ard adıyla  Arapçaya çeviriyor ve matematiksel coğrafya bilgilerinin İslam dünyasına girmesine sebep oluyor. Harizmi’nin hazırladığı astronomi tabloları asırlar boyunca bilim dünyasına ışık tutuyor. Bakım alime, bakım bilim adamına, bakın değere. Cebirsel alanda yaptığı çalışmalar yüzyıllarca bilim dünyasının el kitabı oluyor. El-Kitab’ul Muhtasar fi’l hesab’il Cebri ve’l Mukabele, Kitab al-Muhtasar fil Hisab el-Hind,  El-Mesahat matematik alanındaki eserlerinden sadece bir kaçı. Zic-ul Harezmi,  Kitab al-Amal bi’l Usturlab,  Kitab’ul Ruhname ise astronomi alanındaki eserlerinden sadece bir kaçı.

Peki ya Ebu el Abbas Ahmed bin Muhammed bin Kesir el-Fergani? Harezmi’den az değil emin olun. 9.yy’da yaşamış Fergani. Öyle bir değer, öyle bir bilim adamı ki batı dünyası Ay’daki krater Alfraganus’un ismini Fergani’ye ithafen koyuyor. Fargani, Batlamyus ve etrafındaki bilim heyetinin iddia ettiği, gök cisimlerinin bazılarının akıl dışı ruhi cisimler olduğunu reddediyor ve bu cisimlerin akli, kati, homosentrik ve eksantrik daireler şeklinde hareket ettiklerini bilimsel olarak ispat ediyor. Yaptığı astronomik hesaplamalar Kopernik denilen zata kadar, bugün peşinde 80 takla attığımız batı bilim dünyasında değişmez ölçüler kabul ediliyor ve asırlarca kullanılıyor. Bunun çeyreği var mı şimdi İslam dünyasında. Yok. Neden acaba? Acep bu adamlar çok mu zekiydi? Yoksa imanın kuvveti ve Allah (c.c)’a kayıtsız şartsız teslimiyet mi? Daha bitmedi.

Fergani’nin Güneşin kendi ekseni etrafında da hareket ettiğini ilk keşfeden bilim adamı olduğunu biliyor muydunuz kardeşlerim. 833 yılında Astronominin Unsurları diye bir kitap yazıyor eser 12 yy’da tam 3 kere Latinceye çevrilip bilim dünyasına ışık tutuyor. Adı da Muhammedis Alfragani Arabis Chronologia et Astronomica Elementa. Şimdi sıkı durun. Bu eser 1231 yılında  Jacob Anatoli tarafından İbranice’ye Qizzur Almagesti adıyla çevriliyor. Dikkat buyurun kardeşlerim İbraniceye. Ayrıca meşhuuuurr entel dantel Dante’nin İlahi Komedya adlı eserindeki evren görüşü de  Fergani den aşırmadır. Bilmeyen cahil batı okusun öğrensin. Hayatı ciddi manada incelendiğinde insanı hayretler içerisinde bırakacak kadar buluşlara imza atmış, batı bilim dünyasına kaynak teşkil etmiştir. Dikkat edin bunlar alim alim. Öyle sıradan adamlar değil. Önce İslami ilimleri öğreniyorlar, sonra Allah (c.c)’ın inayeti ile bilim dünyasına kaynak buluşlara imza atıyorlar. Şimdi alim diye gördüğünüz adamlar bunların rahlesini taşıyamaz. Bunlar neden acaba “Haydi günde şu kadar teşbih çekelim, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayalım, devletten ödenek alıp yiyip yatalım, şişelim” dememişler? Neden ilim denilince anahtarı Kur’an-ı Kerim ve devamıyla Fen, Matematik, Astronomi, Coğrafya demişler? Bileniniz var mı?

Abu Nasr Muhammad al-Farab ( Farabi)’nin hayatını eserlerini okuyun ve kendinizden geçin değerli dostlar. Ebu Ali el Hüseyin İbn’i Abdullah İbn’i Sina el Belh’i ( İbn’i Sina) aynı şekilde, özellikle tıp biliminin genetik şifresi. Ebu Reyhan Muhammed bin Ahmed el-Biruni bir diğeri. Ebu’l Kasım Halef İbn el Abbas el-Zehravi. Cerrahların atalarından sayılabilecek bir değer.  Saymakla bitmeyecek bilim insanları. Alimler. Ya şimdi?

Ümmete Selam Olsun

Sistem, çarklar, rotatifler işliyor sen kurcalama. Bilim, fen, astronomi, tıp ehl-i küfrün elinde, senin nüfusun adamların gözüne batıyor. Silah üretiyor, virüs üretiyor, ilaç üretiyor, hammadde üretiyor sana satıyor. Sen Müslümanın ayıbını ört. Dikkat edin Müslüman ayıp yapmaz yok. Sen ört var. Amman bankalara gitmeyin, küllin haram, Finans Kurumlarına gidin, kar payı alın. Her doğru her yerde söylenmez. Medya patronlarını, kalantorları, finans babalarını, masonları kızdırmayın. Homoseksüellere varıncaya hatırını hesap edip, gönlünü hoş edin ama Müslümanları boğazlayanları görmezden gelin. Kırılırlar, üzülürler, bize cephe alırlar. Hatta suikast düzenlerler, öldürürler, hapislerde süründürürler. Eee? Hani şehit olmak peygamberlikten sonra en büyük makamdı? Hani ne oldu? Sadece susan  “Etliye sütlüye karışma, insanların ayıplarını ört, her doğruyu da her yerde söyleme, bak çorbana dümen yürüsün, senin yumuşak yerlerin büyüsün” diyen banknot  Müslümanlara “ İyide ben ne yapabilirim? Elimden ne gelir?” diyen yaşayan ölülere, hayatını Ümmetin selameti için fiili mücadele ile geçirmiş 67 yaşındaki bir şehidin selamı. Eğer alabilecek vicdanımız varsa !!!  

“Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim ne kalem tutuyor ne de silah. Sesimle yeri göğü inletecek güçte bir hatip de değilim. Ben ki saçları ağarmış ömrünün son demlerinde türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belalarının estiği biriyim. Tek istediğim, benim gibi Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır!

Siz ey Müslümanlar ! Suskun ve aciz helak olmuş ölüler! Hala kalpleriniz sızlamıyor mu başımıza gelen bu acı felaketler karşısında? Bir halk yok mu? Hiç mi kimse yok Allah için ve Ümmetin namusu için kızacak? Şerefli direnişçilerken bizleri katil terörist olarak ilan edenlere karşı duracak! Bu ümmet utanmaz mı şerefi çiğnenirken? Siyonist katilleri ve uluslar arası işbirlikçilerini görmezden gelirken! Omuzlarımıza el verecek ve gözyaşlarımızı silecek bir bakış!

Bu Ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilatları ve bariz şahsiyetleri Allah için kızmaz mı? Tümü birden sokaklara dökülüp bizim için dua etmeye; “ Ey Rabbimiz ! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve Mü’min kullarına yardım et!” diye çağıramaz mı? Buna da mı gücünüz yetmiyor?

Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız ! O zaman alınlarımızda şu yazılacak; “Bizler direndik, ileri atıldık ve kaçmadık !” Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek ! Onları, bu sus pus ve bön ümmete yakıt yapacağız ! Bizden teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin. Çünkü biz bunu yapsak da ölçeğimizi biliyoruz ! Bırakın savaşçı onuruyla ölelim! Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince öcümüzü sizden her biri boynuna taksın ! Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin !!

Temennimiz, Allah’ın emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır. Umarım bizim aleyhimize olmazsınız ! Allah aşkına bari aleyhimize olmayın !!!

Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları !

Allah’ım, sana şikayette bulunuyorum !!! Sana şikayette bulunuyorum !!! Sana şikayette bulunuyorum !!! Gücümüm azlığını, imkanımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı sana şikayet ediyorum ! Sen mustazafların Rabbisin.. Sen bizim Rabbimizsin.. Bizi kime bırakıyorsun? Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana mı?

Allah’ım, akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler aşkına, sana şikayette bulunuyorum ! Sana şikayette bulunuyorum ! Gücümüz dağıldı.. Birliğimiz bozuldu.. Yollarımız ayrıldı..! Halkımızın zaafını ve ümmetimizin bize yardım edip düşmanı yenmedeki aczini sana şikayet ediyorum ! ”

Rabbimin selamı, rahmeti, bereketi, hidayeti tüm inananların üzerine olsun. Amin….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder