“Bismillahirrahmanirrahim”
Rahman ve Rahim Olan
Allah’ın Adıyla
“İnsanların hesap görme günü
yaklaştı. Onlar ise hala gaflet içerisinde yüz çevirip aldırmıyorlar.”
(Enbiya-1)
“Yaklaşan yaklaştı” (Necm-57)
“Onlar (kendi aralarında) çekişip
dururlarken kendilerini ansızın yakalayacak korkunç bir sesi bekliyorlar. O
zaman artık ne bir vasiyette bulunabilirler ne de ailelerine dönebilirler”
(Yasin 49-50)
“Onlar artık kıyametin ansızın
gelip çatmasını mı bekliyorlar. Muhakkak ki onun alametleri gelmiştir (ama öğüt
almıyorlar) Kıyamet kendilerine gelip çatınca öğüt almaları ne fayda verecek?”
(Muhammed-18)
“Sura üfürülmüştür. Artık
bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkmış Rablerine doğru akın akın koşuyorlar.”
(Yasin-51)
“Rablerinin huzurunda durdukları
vakit hallerini bir görsen! Allah diyecek ki; “Nasıl? Şu dirilmek gerçek değil
miymiş?” Onlar; “ Evet. Rabbimize and
olsun ki gerçekmiş.” diyecekler. Allah; “ Öyleyse inkar ettiklerinizden
dolayı tadın azabı”diyecek.” (En’am-30)
“Kıyamet günü onların her biri Allah’ın
huzuruna tek başına çıkacaklardır” (Meryem-95)
Ve Rabbin Huzurundasın !
Biz aciz ve zavallı kullarını
böylesi muhteşem bir kitap ve yaratılmış olanların en şereflisi, Alemlerin
Efendisi, Sevgililer Sevgilisi Habibullah (s.a.v) ile uyardığı için alemlerin
Rabbi olan Allah (c.c)’a sonsuz şükürler olsun. Rabbim bu Ayet-i Kerimeleri
hakkıyla idrak edip rızasını kazanacak şekilde tatbik etmeyi de cümle Ümmed-i
Muhammed’e nasip etsin. Amin
Ayetler, ayetler, ayetler…
Nebiler Nebisi, Alemlerin Efendisi (s.a.v)’nin uykusundan yürüyüşüne, üslubundan
oturuşuna kadar detayı elimizde mevcut veriler. Bizler ümmetiz değil mi? Nasıl bir ümmet? Ne kadar ümmet? Buraya iç açıcı, umut vaat edici çok hoş şeyler
yazmak isterdim. Ama maalesef sokaklar, caddeler realitenin yüzü. Konuşulanlar,
umulanlar, kişilerin kendilerine yakıştırmaları yahut zannetmeleri suret. Asıl
olan sözün bittiği noktada gözlerin gördükleri. Ne garip değil mi? Hemen hemen
her insan ölümü asla ama asla aklına getirmiyor ve yarının da dün gibi
geleceğini hatta daha da iyi olacağını umut ediyor. Hatta bir çoğu elindeki 1
lira ile bakkaldaki şeker ve çikolata reyonunu kapatacağına emin çocuk
saflığında öyle olacağına canı yürekten inanıyor. Elbette umut etmek güzeldir. Ama umulanın
realist olması, sonunun da başı gibi olmasını büyük ölçekte destekler öyle
değil mi? Tasarlanan umutlar ne kadar büyük beklentiler içerirse işlerin sarpa
sarıp kontrolden çıkması durumunda hasarın da o kadar büyük ölçekte vuku
bulacağının kanıtı değil midir? Bir fidanın yıkılması ile bir çınarın yıkılması
aynı titreşim dalgalarını mı oluşturur yeryüzünde? Elbette hayır. “Yarın Cengiz
ile sergi açılışına gideceğiz.”.” Önümüzdeki hafta işleri toparlayıp tatile
çıkacağım.” Planlar, hedefler, umutlar.. Ya hiç hesapta olmayan realite,
Murad-ı İlahi? Ve flash patlar, bambaşka bir alem, bambaşka bir hayat. Ne güzel
söylemiş şair. “Gidiyorum dostlar. Sınırlı olmayan zamana, sınırı olmayan mekana
gidiyorum.” Hiç düşünmek istemediğimiz, o konuda hiçbir planımızın olmadığı,
tamamen “olunca bakarız” mantığında adım adım bize yaklaşan en büyük realite,
ayetlerin, hadislerin ışığında çoğumuzun öteki alem diye tarif ettiği, hayatın
en büyük realitesi. Hakiki alem. Sonsuz alem. Bu dünyanın son buluşu ve çok
daha gerçek, hiç bitmeyecek bir alem.
Cenab-ı Hakk, kitabımız Kur’an-ı
Kerim’de bizi her konuda olduğu gibi mutlak gerçek olan kıyamet konusunda da ve
dahi sonrasında başımıza nelerin geleceği konusunda da uyarıyor. Azıcık aklı
olan beşer, emin olun sadece Meryem
Suresi 95. Ayeti okuduğunda dahi dehşete kapılır. Rabbin huzurunda tek
başınasın. Haydi hayal et. Kapat gözlerini ve 10 dakika, sadece 10 dakika hayal
et. Yaptıklarını, yapamadıklarını, bildiklerini, bilmediklerini hayal et. Mazeret
var mı? Haydi bakalım, orada söyleriz mazeretlerimizi. Eğer konuşabileceksek.
Eğer dehşetten dilimiz dönecekse.
İslam'ın Truva Atları
Namaz kılmayanlar. Kılıyorum
sananlar. Yalan konuşanlar. Mevzu bahis kendi çıkarları olduğunda Allah(c.c)’ın
ayetlerini ters yüz yapıp kendine lehine yorumlayanlar. Verdiği sözden
cayanlar. İnsanların umutlarıyla, hayatlarıyla, gelecekleri ile oynayanlar.
Başkasının hakkını yiyenler. Ego (nefs)ları için seksen takla atanlar. Son
zamanlarda hemen hemen her platformda oldukça sık rastladığım “aman o ne der,
şimdi insanlar bana cephe alır, tepki çekerim, insanlar benden uzaklaşır,
sevenlerim azalır, makamım mevkim tehlikeye girer vb” endişelerle Allah
(c.c)’ın doğruları tümden yahut yumuşatarak, bir kısmını yada bir çoğunu
değiştirerek menfaat sağlama derdinde olanlar. Komşularının, arkadaşlarının, eşrafının, binbir fırıldakla haksız kazanılmış suni sevenlerinin, hatta hatta daha da yakınındakilerin ne düşüneceğini, bakış açısını, birinci dereceden çok bilinmeyenli doğrudur belleyip, doğru budur ben biliyorum zannederek yaşayan, kendi doğrularını henüz doğuramamış, atalarının örf-i ve şer-i tabularını T.C Anayasasının ilk üç maddesi belleyip, o diyorsa doğrudur diyerek onların doğrularıyla amel edenler. Daha da elimi, kendine ait sandıkları kiralık hayatların tapusuna sahip olduklarını zannederek, Çin malı asaleten hayatları Alman malı diye bilip, gerçeklerin zerre farkında dahi olmadan emaneten yaşayanlar. Büyüklere masallar. Uyuyun uyuyun.
Evet, size söylüyorum. Ehl-i Müslim kisvesiyle, dışarıdan bakıldığında sünnet-i seniyye üzere, içinde binbir fırıldak çeviren hacılar, hocalar. Sayılarınız yadsınamayacak kadar çok ne yazık ki. En tehlikeli insan nedir biliyor musunuz? Yanlış bildiğini doğru sanarak onunla yaşayanlar. Evet evet, bir insan çocukluğundan beri telkinlerle bir şeye inandırılır. O bunu yüzlerce kez hatta binlerce kez duyduğu için artık bunun kemikleşmiş doğru olduğuna inanır. Oysa bildiği ona öğretilen tamamen yanlıştır. Fakat öğreten kişiler o insanların hayatında öylesine sarsılmaz makam ve mevkidedir ki kişi onun söylediğini sarsılmaz doğru beller ve hatta çoğu zaman sorgulamaz sorgulayamaz bile. Bu onun için tabudur. Sorgularsa suçluluk duygusuna kapılır ve sorgulamanın ilk safhasında ruh ve beyin bir sıfır yenik başlar. Şartlanmıştır artık. Örfi anonim kuralları ve kaideleri kendi doğrularıyla harmanlayıp çoğu zaman din bazen de adab-ı muaşeret diye beyinlere zerk edip kendi hayatlarını başkalarında yaşatma emelini bazen okulda öğretmen bazen sosyal çevrede bir bilen bazen çok yakın akrabadan yaşı kemale ermiş bireyler üstlenir. Değerli dostlar, benim için yazılarımdaki başarının somut ederi, yazılarımın yüzbinlerce okuyanının olması değil, yüzlerce okuyan içerisindeki 2 kişi üzerinde ciddi manada farkındalık yaratıp, yanlış bilinenlerin doğrularla trampa edilerek, düşünsel ve işlevsel tatbikatını gerçekleştirebilmektir. Bu sebeple, bu paragrafta size anlatmak istediğimi dilerseniz gelin çok ciddi yaşanmış somut örnekle ispat edelim.
Colin Luther Powell. Tanımayanınız yoktur eminim. Jameika asıllı bir ailenin bireyi.1989-1993 yılları arasında ABD Genel Kurmay Başkanı. 2001-2005 yılları arasında ABD Dış İşleri Bakanı. 11 Eylül saldırıları henüz tasarı aşamasındadır. Amerika ekonomisi ciddi tehlike altındadır ve acil kaynak yaratılmalıdır. Bunun içinse en iştah açıcı materyal petroldür. OPEC ülkeleri arasında Suudi Arabistan ve İran'dan sonra petrol üretiminde üçüncü sırada bulunan Irak en kolay ve hızla sindirilebilecek lokmadır. Hedefe ulaşmak için meşru bir gerekçe uydurulmalı ve ivedilikle Irak petrollerine el konulmalıdır. Irak'a saldırılıp işgal edilmesi için ise dünya kamuoyuna elbette "biz petrolleri emmeye gidiyoruz" diyemeyecekleri için, en meşru gerekçe olan terörü yaratıp ABD halkını korkutmak dolayısıyla "bakın bizim kalbimize hançer saplayanları yakalamak için dünyanın asıl kalbine, Mezopotamya'ya iniyoruz" denmelidir. Bu işin ateşleme mekanizması olarak da World Trade Center tasarlanmıştır. Saldırıyı tasarlayan ABD li para babalarının tetikçisi telefonla Powell ile çok gizli görüşme yapar. Konuşmanın içeriği, bu saldırıları İslami unsurların gerçekleştirdiği terörist bir saldırı olduğunun ABD halkına nasıl inandırılacağıdır. Çünkü ABD hava güvenlik sistemlerine takılmadan, dünya ticaret merkezlerine böylesi bir saldırının gerçekleştirilebileceğine 5 yaşında çocuk bile inanmaz. Bakın Powell telefonda ne diyor. " Saldırılardan bir ay önce başlayarak her gün, küresel terör ve küresel terörün tehlikelerini defalarca, bıkmadan, yılmadan televizyonlarda işleyeceğiz. Bir şeyi ne kadar çok tekrar ederseniz, insanların bunun doğruluğuna o kadar çok inanır." İnsan psikolojisini, kitle psikolojisini 30 yıllık profesyonel bir psikologdan çok daha iyi bilen bu insanlar bakın ne diyor. Başka söze ne hacet. Bu yaşanmış acı örnekle eminim ne demek istediğim çok daha iyi anlaşılmıştır.
Konu çok derin ve acı son derece de ciddi sentezleri barındırıp , sosyal handikapları içermesi hasebiyle şimdilik teğet geçip asıl meramımıza döneceğim.
Evet, size söylüyorum. Ehl-i Müslim kisvesiyle, dışarıdan bakıldığında sünnet-i seniyye üzere, içinde binbir fırıldak çeviren hacılar, hocalar. Sayılarınız yadsınamayacak kadar çok ne yazık ki. En tehlikeli insan nedir biliyor musunuz? Yanlış bildiğini doğru sanarak onunla yaşayanlar. Evet evet, bir insan çocukluğundan beri telkinlerle bir şeye inandırılır. O bunu yüzlerce kez hatta binlerce kez duyduğu için artık bunun kemikleşmiş doğru olduğuna inanır. Oysa bildiği ona öğretilen tamamen yanlıştır. Fakat öğreten kişiler o insanların hayatında öylesine sarsılmaz makam ve mevkidedir ki kişi onun söylediğini sarsılmaz doğru beller ve hatta çoğu zaman sorgulamaz sorgulayamaz bile. Bu onun için tabudur. Sorgularsa suçluluk duygusuna kapılır ve sorgulamanın ilk safhasında ruh ve beyin bir sıfır yenik başlar. Şartlanmıştır artık. Örfi anonim kuralları ve kaideleri kendi doğrularıyla harmanlayıp çoğu zaman din bazen de adab-ı muaşeret diye beyinlere zerk edip kendi hayatlarını başkalarında yaşatma emelini bazen okulda öğretmen bazen sosyal çevrede bir bilen bazen çok yakın akrabadan yaşı kemale ermiş bireyler üstlenir. Değerli dostlar, benim için yazılarımdaki başarının somut ederi, yazılarımın yüzbinlerce okuyanının olması değil, yüzlerce okuyan içerisindeki 2 kişi üzerinde ciddi manada farkındalık yaratıp, yanlış bilinenlerin doğrularla trampa edilerek, düşünsel ve işlevsel tatbikatını gerçekleştirebilmektir. Bu sebeple, bu paragrafta size anlatmak istediğimi dilerseniz gelin çok ciddi yaşanmış somut örnekle ispat edelim.
Colin Luther Powell. Tanımayanınız yoktur eminim. Jameika asıllı bir ailenin bireyi.1989-1993 yılları arasında ABD Genel Kurmay Başkanı. 2001-2005 yılları arasında ABD Dış İşleri Bakanı. 11 Eylül saldırıları henüz tasarı aşamasındadır. Amerika ekonomisi ciddi tehlike altındadır ve acil kaynak yaratılmalıdır. Bunun içinse en iştah açıcı materyal petroldür. OPEC ülkeleri arasında Suudi Arabistan ve İran'dan sonra petrol üretiminde üçüncü sırada bulunan Irak en kolay ve hızla sindirilebilecek lokmadır. Hedefe ulaşmak için meşru bir gerekçe uydurulmalı ve ivedilikle Irak petrollerine el konulmalıdır. Irak'a saldırılıp işgal edilmesi için ise dünya kamuoyuna elbette "biz petrolleri emmeye gidiyoruz" diyemeyecekleri için, en meşru gerekçe olan terörü yaratıp ABD halkını korkutmak dolayısıyla "bakın bizim kalbimize hançer saplayanları yakalamak için dünyanın asıl kalbine, Mezopotamya'ya iniyoruz" denmelidir. Bu işin ateşleme mekanizması olarak da World Trade Center tasarlanmıştır. Saldırıyı tasarlayan ABD li para babalarının tetikçisi telefonla Powell ile çok gizli görüşme yapar. Konuşmanın içeriği, bu saldırıları İslami unsurların gerçekleştirdiği terörist bir saldırı olduğunun ABD halkına nasıl inandırılacağıdır. Çünkü ABD hava güvenlik sistemlerine takılmadan, dünya ticaret merkezlerine böylesi bir saldırının gerçekleştirilebileceğine 5 yaşında çocuk bile inanmaz. Bakın Powell telefonda ne diyor. " Saldırılardan bir ay önce başlayarak her gün, küresel terör ve küresel terörün tehlikelerini defalarca, bıkmadan, yılmadan televizyonlarda işleyeceğiz. Bir şeyi ne kadar çok tekrar ederseniz, insanların bunun doğruluğuna o kadar çok inanır." İnsan psikolojisini, kitle psikolojisini 30 yıllık profesyonel bir psikologdan çok daha iyi bilen bu insanlar bakın ne diyor. Başka söze ne hacet. Bu yaşanmış acı örnekle eminim ne demek istediğim çok daha iyi anlaşılmıştır.
Konu çok derin ve acı son derece de ciddi sentezleri barındırıp , sosyal handikapları içermesi hasebiyle şimdilik teğet geçip asıl meramımıza döneceğim.
Hayatta hiç bir şey ama istisnasız hiç bir şey göründüğü gibi değildir. Aslında yazacak, sıralayacak o
kadar çok madde, o kadar çok değişik rengi barındıran zümre var ki. Bu konuya
bir başka yazımda, Allah (c.c) ömür ve sağlık verirse, İslam’ın Truva atları
olmaları hasebiyle detaylı bir şekilde ayrıca değineceğim inşallah. Taklacı
güvercinleri sizlere, çok çarpıcı, bizzat yaşadığım, gördüğüm delillerle
anlatacağım.
Kantarın topuzunun zerre
haksızlığa eğilmeyeceği bir mizanda yargılanmadan evvel kendimizle baş başa
kalıp, adil şekilde yargılamalıyız kendimizi. Eğer bu gün yargılamazsak, yarın
ilah-i huzurda başımıza nelerin geleceğini tahmin bile edemeyiz. Annenin evladından kaçacağı o
dehşetli günde, ne yaman bir halde olacağız. O yargılanma, yaptığımız zerreden
hesaba çekilme gününde, inanın bana burada ne olduğumuz, malımızın çokluğu,
sırtımızın pekliği, adımızın önünde yazan unvanımızın kalınlığı, ağırlığı,
zerre kadar bize iltimas sağlamayacak. Aksine, kılın kırka yarılıp her bir
parçasının da micro zerrelerine ayrıldığı, hiç kimseye zerre haksızlık
yapılmayacak olan mahkemede, üzerimizdeki sorumluğu, hakkı, hukuku misliyle
artıracaktır. Neden? Konu başlığı çok çünkü.
Artık nasıl verilir onca meselenin hesabı yaşarken anlarız. Rabbim! sen
bize merhamet et. Rabbim! sen bize acı. Bize İslam şuuru, Resulullah (s.a.v)
ahlakı ver. Amin.
Kimlikte Müslüman Kimliksiz Müslümanlar !
Biraz detay bakarsak aslında, çok
kısa bir hayatı “işte geldik gidiyoruz” şekliyle yaşayamıyoruz. Evet,
yaşayamıyoruz. Dünyevi çıkarlarımız, egolarımız söz konusu olduğunda, menfaat
sağlayacaksak eğer sineğe bypass ameliyatı yaparız da, mevzu İslam olunca,
mesele din olunca, Allah (c.c)’ın emri
olunca nasıl down sendromuna bağlıyoruz bunu bir anlasam, ah bir anlasam. Konu
Allah (c.c)’ın ayetleri olunca, sen ben iki saniyede hemen nasıl Papua Yeni
Gine’deki Toulambis şefi Omua’ya
evriliyoruz bir anlasam. Dil lal oluyor, beyin bıngıldaktan üfleme yapıyor.
Sanırsın bu galaksiden değil.
Bakın dostlar. Lafın en ciddisi şaka yoluyla
söylenir. Şakacıktan Papua Yeni Gine falan filan, şirinlik olsun diye
yazmıyorum bunları. Emin olun tamda öyle oluyor. Sorarsan herkes imanı bütün
ehl-i İslam, bildiğin cennet kuşu.
Durum hiçte öyle değil.
Yargılayın bakın. Şer’i hukuka göre koyun amellerinizi mizana, bakın topuza.
Yaşantımıza bakarsanız eğer, kahir ekseriyetimiz Ne Müslüman ne Hristiyan..
Kesinlikle öyle. En acısı da sanıyoruz. Yaşadığımızı sanıyoruz. Müslüman
olduğumuzu, doğru olduğumuzu, doğruları yaşadığımızı sanıyoruz. Meşhur “Sanal”
alem hayatımızın tamda kendisi. Sanıyoruz ve alıyoruz. San ve Al. Birini
tanıyoruz. Doğru olduğunu sanıyoruz, bizi yarı yolda bırakmaz sanıyoruz ve
alıyoruz. Biriyle ortak ticaret yapıyoruz. Bize kazık atmaz sanıyoruz,
inanıyoruz ve alıyoruz. Namaz kılıyoruz, kılarken 81 vilayeti dolaşıyoruz,
kıldık oldu sanıyoruz. Evet, her şeyi ama her şeyi öyle sanıyoruz. Ona inanmak
istiyoruz belki de.
Müslüman yalan konuşur mu hiç? Müslüman Allah (c.c)’ın emrine itaatsizlik eder mi hiç?
Müslüman sözünden cayar mı hiç? Müslüman
başkasının rızkına elini uzatır mı hiç? Müslüman Allah (c.c) hoşlanmayacağı bir
işin içinde olur mu hiç?
Efe ile Yorgo'nun hikayesi gerçek
midir efsane midir bilinmez ama kişilik kayması, modernize siyasi üslupla pek
moda eksen kayması diye tanımlanır durumun aslı. Hah işte, tam da o dur
halimiz. Bir başka şekilde realize edecek olursak eğer, sözüm ona Müslüman,
Düsseldorf’ta mukim Kemal efendi ile Clara arasında geçen aşk pazarlığında
cereyan eden durum, bakalım sosyal yapıtaşımız mı, değil mi? Son 100 yılda o
hale evrilmedik mi, anlatayım da siz karar verin.
Bizim Kemal Efe 30 lu yaşlarda
bıçkın gurbetçi gencimiz, pek bir aşık olduğu Clara ile evlenmek ister. İster
de hadi gelin, gelin adayımızı ikna edin kolaysa. Neden mi? Efendim, ithal
gelin adayımız deisttir ve kimlikte Müslüman kimlik bunalımlı Kemal Efemizin
dini pek bir endişeye gark etmiştir kızımızı. Durum tam bir kangren halini alır
ve Kemal Efe sevdiği kızı Alamanya’nın pek meşhur randevu mekanı Pup’a davet
eder ve başlar ikna turlarına.
Hayatımlar, canımlar, aşkımın
yazılmamış efsanesinin leylası, pembe pancurlu yuvamın HD görüntüde 30 bin
megapixel çözünürlüklü rüyası komplimanları kızımızı santim yerinden oynatamaz.
Oynamaya meramı yoktur ve yeri de dardır ayrıyeten. ( Doğrusunun panjurdur bu
arada J )
İşin şakası bir yana, gerçek manada Efemizin demir kıran çabalar netice vermez
ve ithal gelinimiz ağzındaki baklayı çıkarıverir. Sorunun İslam olduğunu ve bu
durumun onu son derece korkuttuğunu anlatır bıçkın aşığa. Ve Kemal Efe alır
eline mikrofonu. Yahu der ve devam eder;
- Yahu ne var Müslüman oluşumda? Nedir sorun senin
için bu kadar? Sevgimin büyüklüğünü görmüyor musun? Sorun nedir?
-
Kema’lim Ediz Hun’um. Kemal’im Kadirizm felsefem
anlamıyorsun sen
der ve devam
eder;
-
Sen
Müslümansın ve ben Deistim. Sizde içki haram.
-
Aaaa. Sorun bu mu? Bak canım birlikte bira
içiyoruz ya!
Kız 10 saniye
düşünür ve
- Haklısın. İçiyoruz. Ama sizde namaz dinin emri.
Ben kılmam senin kılman da beni rahatsız eder çünkü üzerimde psikolojik baskı
hissederim.
-
Aşk olsun Clara. Sen beni hiç namaz kılarken
gördün mü?
-
Yok doğru görmedim. Ama sizde örtünme var. Ben
örtünemem. Asla
-
Birtanem! Bak sen benim kız kardeşlerime, onlar
örtülü mü?
-
Yok değil. Haklısın.
Der ve masadan kalkar. “En
azından ben bir şeye inanıyorum. Senin ne …k olduğun belli değil, ben bulunduğu
zemine göre renk alan bukalemunlarla hayat geçirmem” der ve kalkar gider. Şaka
mı yapıyorum sanıyorsunuz? Çıkın sokağa bakın şaka mı gerçek mi? Gelin ramazan
da Kadıköy Rıhtım Caddesinin üst taraflarına bakın. 100 yıllık adını değiştirip
barlar sokağı olan, adını Osmanlı da şer-i hukuku eksiksiz tatbik eden
kadılarımızdan alan yere gelin bakın. Şehir efsanesi mi, yoksa gerçeğin ta
kendisi mi. Gelin bakın. Sona doğru gidiyoruz derken, bir ikinci bölümün
olduğunu ve esas oğlanın Clara ile uzlaştığını sanıyoruz değil mi? Yılan ile
dervişin kıssasında “ Bende bu evlat
acısı, sende bu kuyruk acısı olduğu müddetçe asla” olduğu gibidir vuslat.
Şuurla toparlanma, bizi sonsuz uçuruma çeken stabilizeden çıkıp, hak yolda dik
durmanın zamanı ne zamandır? Flash patlayınca mı? Flash patladığında fotoğraf
çekilmiştir ve artık poz değiştiremezsin. Gözlerim kapalı çıktı, 333 diyecektim
tam çekerken sızlanmaları hiiiiçç işe yaramaz artık.
Kedidir Kedi
Çok az kaldı değerli dostlar, hem
de çok az. Bundan 1400 sene önce, Alemlerin Efendisi Resulullah (s.a.v)
sahabe-i kiram efendilerimizle konuşurken, mübarek işaret parmağı ile orta
parmağını kaldırıp “İşte ben kıyamet ile böyle (yakın) gönderildim” buyurmadı
mı? 1400 sene önce böylesi yakın iken kıyamet, şimdi nedir sizce?
Allah (c.c) Ayet-i Kerime’de ne
buyuruyor? Onlar kendi aralarında çekişip dururlarken, ansızın kendilerini
yakalayacak kıyamet demiyor mu? Bakın, şu an dünyanın ve insanlık aleminin
haline. Her şey bize olanı, olacak olanı adeta haykırıyor. Ama bizler yine
Ayet-i Kerime’de olduğu üzere bunlardan gafiliz. Artık daha neyin olmasını
bekliyoruz? Zaman Ebrehe zamanı değil. Semud ve Ad zamanı da değil. Ve uyarıcı
da gelmeyecek. Peki biz neyi bekliyoruz? Hakkıyla ima edip, hakkıyla tatbik
edip, böylesi fena bir zamanda, Allah (c.c) dinini yaşamak ve dahi hizmet etmek
için neyi bekliyoruz. Yeryüzünde, özellikle İslam coğrafyasının başına sağnak
sağnak yağan kan ve ölüm böylesi ayyuka çıkmışken neyi bekliyoruz? Konu üzerine
500 sayfa yazı yazılabilecek iken, ben yine lafın tamamı deliye denir cihetinde,
anlayana susuyorum sadece. Kana kana susuyorum hem de…….
“Ey İman edenler! Siz Allah’ın
dinine yardım ederseniz ( İslama ve
Müslümanlara yardım edip, Allah’ın emrini tutar dinini uygularsanız) Allah’ta
size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.” (Muhammed-7)
Peki ama nasıl?
Anonim bir sözdür bilirim, lakin
benim ilk kez cennet mekan babaannemden duyduğum “uşağum kabahat ipekten gömlek
olsaydi oni kimse sirtına giymezdi” sözü aklıma geldi. Yahu, camide,
sohbetlerde, hocalar kendilerini parçalıyor adeta, ama bakıyorum cemaate herkes
“kedidir kedi” mantalitesinde. Biri de çıkıp “evet bu adam bizden bahsediyor”
dese, orada düşüp bayılırdım herhalde. Yahut “ Sen ne dürüst bir adamsın elini
öpeceğim” derdim emin olun.
Dini yaşamak, Allah (c.c)’ın
dinine hizmet etmek nasıl oluyor? Haftada bir Cuma namazına gelmekle yahut 5
vakit namaz kılmakla oluyor mu? Bir önceki yazımda namazın ehemmiyetinden uzun
uzun bahsetmiştim.
“Yazıklar olsun o namaz kılanlara
ki, onlar namazlarında gafildirler” (Maun-4/5)
“Ey Muhammed! Kitaptan sana
vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz insanı hayasızlıktan ve
kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak ( namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah
yaptıklarınızın hepsini bilir.” (Ankebut-45)
Ayet-i Kerimelerini açarak
üzerinde konuşmaya ve bu günkü hal ve gidişatımızla anlamaya çalışırsak,
binlerce metre ipekten gömleklerimiz olur ki çırılçıplak kalırız da bir çocuk
kral çıplak demez, diyemez. Bunda hiç kuşkum yoktur. Nasıl mı?
Allah’ın Resulü (s.a.v) hayatta.
Ve ayete bakar mısınız? Yazıklar olsun o namaz kılanlara. Aradan 1400 sene
geçti. Şimdi diğer ayetle ikisini korele edelim. O namaz ki sizi bütün
kötülüklerden, hayasızlıktan alıkoyar. Öyle demiyor mu ismine kurban olduğum
Allah (c.c)? Evet diyor. Peki, sümme haşa ve kella Allah (c.c) yalan söyler mi?
Haşa. Sonsuz kere haşa. Peki o zaman, ne çıkarım ediniyoruz buradan? İslam
alemi namazda. Siz namazda, ben namazda. Pekiiii.. Yalan konuşmak? En en en
büyük suçlardan biri değil mi? Müslüman asla yalan konuşmaz demiyor mu
Alemlerin Sultanı (s.a.v)? Diyor. Allah aşkına bir özeleştiri yapalım. Gün boyu
kullandığımız kelimeden yüzde kaçı yalan? Yada bir kelimemizin yüzde yüz
doğruluk derecesi, ayarı, karatı ne? Örnek vermeme gerek var mı?
-
Yarım saat sonra ordayım….. (????)
-
Bu çok kaliteli bir ürün (???)
-
Bu çok taze, bu gün geldi (???)
-
Ben asla yalan konuşmam (???)
-
Yahu yüzün diye demiyorum neden bilmem ama ben
seni çok seviyorum (???)
-
Ben hiç kimsenin hakkını yemem (???)
-
Ben seni çok seviyorum, ölene kadar seni
bırakmam (???)
Emin olun yüzbinlerce cümle
türetebilirim. Ama sıkılırsınız. Namaz kılıyorsun değil mi? Hımm evet evet.
Allah’ın senin kıldığın namaza zerre kadar ihtiyacı yok, senin kıldığın namazın
ecrine dünyalar kadar ihtiyacın var.
Allah (c.c)'ın Doğrusu Tektir
Bir Mü’min asla yalan konuşamaz.
Yahut söz verdiğinde, ağzından bir söz çıktığında cayamaz. Öyle bir lüksü yok.
Bakın Resulullah (s.a.v)’ın hayatına. Binlerce örneği vardır. Önderimiz eğer O
ise, onu örnek almayacak mıyız? Bir Mü’min ben Müslüman’ım diyorsa eğer,
kardeşinin gönülden rızası olmadan asla onun malına elini dahi uzatamaz. Bakın
alamaz demiyorum. Uzatamaz. Bir Mü’min eğer ben Müslüman’ım diyorsa, kendi
çıkarları yahut egosu söz konusu olduğunda doğruyu çarpıtamaz, çarpıtmaz. Sonunda
zararı ne olursa olsun. Yalan konuşulmasına müsaade edilen haller fıkıhta
bellidir. Bakın değerli dostlar. Felsefede tek doğru yoktur. Hele hele mantıkta
hiç yoktur. O yüzden bakan ve yorumlayan kişiye göre yüzde yüz zıt olan iki şey
doğru algılanabilir. Örnek mi?
Ünlü mantıkçı “ Nadir bulunan
şeyler değerlidir.” demiş. Tüm mantık çevresi “ Aaa doğru söylüyor. Nadir
bulunan şeyler değerlidir.” diye kabul etmiş. Ki öyledir de. Elmas, yakut,
zümrüt, altın…. Uzar gider. Öyle değil midir? Hiç kuşkusuz bu önerme doğrudur.
Peki. Sivri zekalı bir başka mantıkçı da çıkmış “ Kör at da nadir bulunur. O da
mı değerlidir?” demiş. Haydi bakalım buyurun. Yanlış mı? Gözleri görmeyen ama
bir at. Binlerce at arasından belki bir tane çıkar, belki de çıkmaz. Çıksa da
ne işe yarar ki? Atın insanlık alemine hizmeti nedir? Binek olması. İkinci
aşamada ise yük taşıması. Kör bir at ilk amacında nasıl değerlendirilir? Kör
bir atı kim alır da binek yapar? Etti mi iki doğru? Konumuz mantık değil
felsefe hiç değil. O bakımdan burada anlatmak istediğimizi bu misal ile
anlattığımızı düşünüyorum. Daha da açıklayıcı olup, beyindeki Glukoz’u israf
etmemek adına; Allah (c.c)’ın doğrusu birdir ve hacısına hocasına, uçanına
kaçanına, alimine abidine, mekteplisine medreselisine göre değişim göstermez,
esnetilemez. “Bana göre şu ayet” diye başladın mı, sorarlar. Sen kimsin? Resul
müsün? Ki, O dahi bana göre, bence diye hiçbir ayeti yorumlamamış. Rahman’ın
vahyettiğini ve kalbine şavkını nakletmiş. Alemlerin yaradılış sebebi, yoluna
canlar feda Habib-i Zişan Efendimiz (s.a.v) dahi ayetleri “bence, bana kalırsa,
bu böyle olmalı, olabilir, diye düşünüyorum” şeklinde yorumlamazken, açın
televizyonları bakın, neredeyse her kanalda maaşlı kadrolu müfessir, alın
kitaplarını inceleyin bakın, ceberut aleminin sırlarına vakıf imitasyon alimler.
Hadesten taharet, necasetten taharetin fıkhını dahi hakkıyla bilmeyenler, Cuma
saatinde televizyonlarda canlı yayında, saf torik insanlarımıza sözüm ona İslam
fıkhını anlatıp, ayet tefsir ederler de biri çıkıp sormaz senin bu saatte
burada ne işin var diye. Geleceğim. Onların nefes alış verişlerindeki
tutarsızlıklara da geleceğim, lakin ayrı bir yazıda.
Asli konumuza dönecek olursak
eğer, demek ki nedir mesele? Benim hiç aklımdan çıkarmadığım ve hayatımda Allah
(c.c)’a kul olma ilk ve asli hedefimden sonra en önem verdiğim konudur adil
olmak. “İyi olmak kolaydır. Zor olan adil olmaktır” demiş ya Victor Hugo. İşte
mesele budur. Kendi çıkarların, egon ezildiğinde, attığın her adımda, aldığın
her nefeste, verdiğin her kararda ve konuştuğun sana ait her cümlede, egon,
çıkarların ezilecek olsa dahi adil olabiliyor musun? Mesele budur. Bir Müslüman
her ne olursa olsun adil olmalıdır. Parmağı kesilecekse bile. Malını mülkünü,
her şeyini kaybedecekse bile. Yapamıyor musun? Kendini yargıla. Mutlaka
yargıla. Cennet ve Allah (c.c)’ın rızası öyle kolay değil. Öyle ağızdan, bol
keseden beylik lafları dökmeyle olmaz bu iş. Müslümansan, Allah (c.c)’ın dinini
yaşayacaksın. Nasıl? Ne dedik? Bir Müslüman asla yalan konuşmaz. İnsanları
aldatmaz. Aldatmak kimin hasletidir? İlk aldatan kimdir? İblis değil midir?
Kim olursa olsun, ister Mü’min,
ister kafir, aldatamazsın. Şimdi, diyelim ki sen beni kandırdın. Ben de sana
hakkımı helal etmedim. Ne olacak? Haydi bakalım. Nasıl olacak? Değerli dostlar.
Bizlere bu işler oyuncak gibi geliyor ama maalesef değil. Hangi akıl, hangi
zeka, sayısı belli bir güne karşın, hiç bitmeyecek sonu olmayan bir hayatı
ipotek altına alır ki? Böyle bir zeka var mıdır? Gidiyor işte bak. Kaç
yaşındasın? Yaşadığın kadar daha yaşayacak mısın? Sadece okuma.. Düşün. Dur ve
düşün.
Evet, namaz kılıyorsun ve yalan
konuşuyorsun. Namaz kılıyorsun ve harama bakıyorsun. Namaz kılıyorsun ve hak
yiyorsun. Namaz kılıyorsun ve kardeşinin arkasından konuşuyorsun. Oldu mu
şimdi? Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c) ne diyor? O namaz ki sizi bütün
kötülüklerden alıkoyar demiyor mu? Eeee?? Allah (c.c) zerre kadar yalan
söylemeyeceği kesinken. Sorun nerede? Demek ki sorun kıldığımız namazda. Ben namaz
kılıyorsam ve insanları aldatıyorsam, nasıl olacak? Bunun büyüğü küçüğü yok. Bu
huydur. Çocuğu kandıran büyüğü de kandırır. Bir kere kandıran sürekli kandırır.
Demek ki neymiş? İnsanları aldatıyorsam kıldığım namaz olmuyor. Hakkıyla, huşu
içinde kılın namazı görün. Yapamazsınız. Aldatamazsınız. Bir kere yaparsınız,
iki kere yaparsınız, emin olun içiniz içinizi yer. Delirirsiniz. Aklınız çıkar
kafanızdan. Uykularınız kaçar. Hakkıyla, huşu içinde kılın namazı görün. Gerek
işinizde, gerek sosyal hayatınızda, bırakın birinin hakkına tecavüz etmeyi,
aklınızdan bile geçiremezsiniz. Deneyin görün. Suçlu hissedersiniz kendinizi.
Daha yapmadan hemde.
Resulullah (s.a.v)'a Komşu Olmak
Değerli kardeşlerim. Son yakın.
Yazının başına dönüp, Allah (c.c)’ın zerre şaşmayacak karar hükmüne bakın. Amaç
dosdoğru, Allah (c.c)’a kul, Habibine yaraşır ümmet olmak. Asli hedef budur.
Bundan başka ne olursa olsun, Karun’un varisliğine götürecek hedeflerimiz dahi
olsa ateştir. Zerre kadar şaşmayacak hedef, Allah (c.c)’ın emir ve yasaklarını
eksiksiz yaşamak ve dinine hizmet etmektir. Kıyamette o mübarek sancağın
altında, Nebiler Nebisinin kutlu ordusunda saf tutabilmek için, şehitlerle, sıddıklarla,
alimlerle omuz omuza saf tutabilmek için, Hz. Ebubekir (r.a), Hz. Ömer (r.a),
Hz. Ali (r.a), Hz. Hamza (r.a) ve Hz. Bilal (r.a)’in tamda yanında, kol kola,
yürek yüreğe Rabbin rızasını kazanıp, Firdevs cennetinin mukimi olabilmek için,
bu kısacık hayatta zerre kadar değeri olmayan dünya metasının ardına düşerek
değil, Allah (c.c)’ın dini için nefsimizle savaşmak yegane gayemiz,
fiiliyatımız olmalıdır. Bunun başkaca yolu asla yoktur.
“Allah mü’min erkeklere de mü’min
kadınlara da ebedi kalmak üzere girecekleri içinde ırmaklar akan cennetler vaad
etti. Hem Adn cennetlerinde hoş hoş konaklar. Hepsinden alasıda Allah’ın kendilerinden
razı olmasıdır. İşte en büyük mutluluk en büyük başarı budur.” (Tevbe-72)
“İman edip makbul ve güzel işler
yapanlara gelince, onlara da konak olarak Firdevs cennetleri hazırlandı.”
(Kehf-107)
“Kim Allah’a ve elçisine iman
eder, namazını kılar, zekatını verir ve ramazanı da oruçlu geçirirse, ister
Allah yolunda hicret etsin ister doğduğu yerde otursun Allah’ın onu cennete
koyması kendisi için bir haktır.”
“Cennette yüz derece vardır ki
Allah Teala bunları Allah yolunda cihad edenler için hazırlamıştır. Her iki
derece arasında gök ile yer arasındaki kadar mesafe vardır. Allah’tan
istediğiniz zaman Firdevs’i isteyiniz. Muhakkak ki o cennetin ortası ve en
yüksek yeridir. Onun üstü Rahmanın arşıdır ki cennet ırmakları orada kaynar.”
(Buhari-Tavhid 22, Müslim-İmare 46)
“Gerçek Mü’minler ancak Allah’a
ve Resulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen Allah yolunda malları
ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.” (Hucurat-15)
“Onlar ki gayba iman edip namazı
dürüst kılarlar ve kendilerine verdiğiniz rızıktan Allah yolunda harcarlar.”
(Bakara-3)
“Sen ancak Kur’an’a tabi olan ve
görünmediği halde Rahman olan Allah’tan korkan kimse sakındırırsın. İşte onu
bir bağışlama ve çok şerefli bir mükafatla müjdele.”(Yasin-11)
“Onlar görmedikleri halde
Rablerinden korkarlar, kıyamet saatinden de titrerler.” (Enbiya-49)
Hamd yalnızca O'nadır. Mülk O'nundur. Hayy ve Kayyum olan O'dur. Hz. Muhammed (s.a.v) O'nun kulu ve son elçisidir. Sonsuz salat ve selam O'nun üzerine olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder