" Herşeyi Senin İçin Var Ettim Diyen Rabbine, Herşeyi Senin İçin Terk Ettim Diyebilmektir Aşk " Murat Pul
21 Mart 2014 Cuma
20 Mart 2014 Perşembe
Kardeşime Mektup
“Bismillahirrahmanirrahim”
(Rahman
ve Rahim Olan Allah’ın adıyla)
“Daimi bir hayat sahibi
ancak “O”dur. O’ndan başka İlah yoktur. Onun için dini halis kılarak O’na, hep
O’na yalvarın. Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” (Mu’min-65)
“Göklerde ve yerde ne var
ise hepsi Allah’ındır. Gerçekten Allah hiçbir şeye muhtaç değildir. Daima
övülmeye layıktır. (Lokman-26)
“Göklerde ve yerde olan
herşeyi bilir. Gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da bilir. Allah göğüslerin özünü (kalplerde olanı da)
hakkıyla bilendir.” (Tegabun-4)
“Ve o Allah’tır ki O’ndan
başka ilah yoktur. Evvel de ahir de (dünya ve ahirette) hamd yalnızca O’na
aittir. Ve hüküm O’nundur. Ve O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas-70)
Hala hiçbir şey yok mu?
Yukarıda yazılanları
okuduğumuzda ayetin sonunda bir an bile olsa durarak madde aleminden mana
alemine geçemiyorsak ciddi manada endişelenmemiz gerekiyor demektir. Zira
yukarıda yazılanlar ve yazının tamamında muhtelif yerlerde geçecek olan Ayet-i
Kerime’ler sümme haşa ve kella bana ait sözler değildir. Ali’ye Veli’ye yahut
sizin benim gibi üzerinden damla damla acziyet akan bir beşere asla ait
değildir. Onlar öyle sözlerdir ki elçilerinden Musa (a.s) O’nu görmek
istediğinde, 70 bin perdeden süzülerek gelen bir dirhem nuru ile Tur dağını
paramparça eden, ezeli ve ebedi olan, bütün eksiklerden ve zayıflıklardan
münezzeh, alemlerin Rabbi olan Allah (c.c)’ın sözleridir. Bu muhteşem hadise
Kur’an-ı Kerim’de;
“Musa (a.s) tayin ettiğimiz (belirlediğimiz) zamanda
gelince Rabbi onunla konuştu. Musa (a.s) şöyle dedi; “Rabbim bana kendini
göster. Sana bakayım.” (Allah’u Teala; “Beni asla göremezsin. Ve Fakat dağa
bak! O mekanını kararlı tutabilirse (yerinde durabilirse) o zaman sen beni
görürsün” buyurdu. Rabbi dağa tecelli ettiği zaman onu paramparça etti. Musa
(a.s) bayılarak yere düştü. Sonra ayıldığı zaman “Sen süphansın (Seni tenzih
ederim). Sana tövbe ederim. Ben mü’minlerin ilkiyim dedi.” (Araf-143)
Ayet-i Kerime’sinde anlatılmaktadır.
Koca bir dağ, Rabbinin bir dirhem nuruna dayanamıyor. Saniyeler içerisinde
patlıyor. Kum yığını haline gelip, su gibi akıyor. Azametinin bir sızıntısına
dahi, yeryüzünün direği, sarsılmaz konakları dağlar su olup akarken, inkarın
felsefesini çözümlemek, inkarı akla düşürmek ne biçim bir akılsızlıktır? 70 bin
perdeden süzülen bir dirhem nur. Yerinde duramayan kocaaa bir dağ. Hiç mi
aynaya bakmazsın be insanoğlu? Yatağa düşüp bir bardak suyunu alamadığında “ben
kimim” hiç mi akıldan geçmez be insanoğlu? Bir kalemi dahi, O’nun yarattığı
ağaç olmadan yoktan var edemeyen zayıflık abidesi, bunca cesaretini nereden
alırsın be insanoğlu? İnkar batağına batıp da olmayan aklını var sanan, O’nun
yarattığı muhteşem nizam intizamı göremeyen insanoğlu. Yukarıda geçen sözler, doğuyu batıyı, arşı ve
yerleri ve bütün bunların arasındakileri yaratıp hayat veren Hayy ve Kayyum
olan Allah (c.c)’ın sözleri değil midir? Bir benzeri ve daha mükemmeli ancak ve
ancak yalnızca O’nun tarafından söylenebilecek, Aziz ve Cebbar olan Allah
(c.c)’ın sözleri değil midir? Amenna ve Saddakna..
Diyeceğim odur ki “Yuhyi”
ve “Yumit” olan Alemlerin Rabbi Allah
(c.c)’ın varlığını ispata girişecek kadar henüz aklımı yitirmedim
Elhamdulillah. O’nun varlığını ispatı ne bana, ne de benim gibi yarattıklarına
düşecek kadar basite indirgenemez asla. Dirhem aklı olan beşer, aldığı her
nefes havada, yuttuğu her damla suda, saltanı sonsuzlukla kaim olacak mührün
varlığını yüzbinlerce kez görecektir. Öyle ki sağlıklı bir insanın günde
ortalama 87 bin kez nefes aldığını düşünürsek, en en en zayıfından “ sadece
nefes alma nimetimde bile bana 87 bin kere muhtaçsın ey insan..” mührü
ilahisini görmez mi? Rabbimiz olan Allah (c.c) ne kadar Kerim’dir ki inanana
inanmayana bu ihsanını hiç hesapsız verir. Bakın, bahsi geçen nimeti sadece
nefes. Sen insanoğlu, kendin yaratmadığın halde üzerinde zerre varlık nimetin
olmadığı halde, Allah (c.c)’ın sana bir nimeti olduğu halde, evladın sana asi
olunca, sözünden çıkınca dayanamayıp yaptırımlar uygularken, Rabbinin azametini,
merhametini görüyor musun? Kafire de havasını solutuyor Mü’mine’de. Ya
diğerleri? Gökten yağmurları salıvermesi, güneşi doğdurup yeryüzüne hayat
vermesi, otları bitkileri hesapsızca bittirmesi? Saymaya kalksak biter mi? Asla.
Peki
üzerimizdekiler? Sadece bir böbreğin işlevini açıp okursanız eğer, hakiki
manada aklınız duracaktır. Dolaşım sistemi, boşaltım sistemi ve organların
muhteşem nizam intizam içerisinde koordinasyonu. Yemeğimizi yedikten sonra,
yalnızca sindirim sisteminizin çalışmadığını düşünün. Bir hayal edin. Yok mu
bu? Size en yakın hastanenin yatan hasta servisine gidin bir bakın. 15 yaşından
70 yaşına kadar genç yaşlı ne insanlar yatıyor. Siz dışarıdasınız ve onların
varlığından bihabersiniz. Ama onlar varlar. Yada boşaltım sisteminiz
çalışmıyor. Bir düşünün. Yedikleriniz vücutta birikiyor. Kaç gün sürer bu? En
çok 3-4 gün sonra ne olur biliyor musun? Rabbim Ümmed-i Muhammed’i muhafaza
buyursun, boşaltım sisteminizden vücudu terk etmesi gereken ifrazat ağzınızdan
gelir. Bütün samimiyetimle söylüyorum bu durumu ben bir insanda gördüm. Rabbim
muhafaza etsin. Olamaz mı? Ben olan birini canlı canlı gördüm. Bakın, sadece bu
bile bizi bitirmeye yeter. Ama hiç aklımızdan geçer mi böyle bir sorunun bizi
bulacağı? Geçiren var mı aklından? Kendinin öyle bir hastalığa yakalandığını
hayal eden var mı? Yok. Eminim. Ne büyük bir nimet değil mi bu sağlığın bizde
olması? Rabb'in nimetlerinin hangisinin şükrünü eda edebiliyoruz? Edebilen var
mı? Hadi bakalım biri çıksın, “benim Rabb'in havasına ihtiyacım yok, kendi hava
mı kendim yapar solurum” desin. Var mı öyle bir kudret?
Dikkat edilirse eğer,
yaptığım Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c)’ın varlığını ispata gitmek değildir.
Ne kadar aciz ve cesuruz farkındalık yaratmak ve toparlanma yoluna girmek için
silkelemektir naçizane. Elbette en başta kendi nefsimi. Yoksa, O’nun varlığını
benim gibi aciz birinin ispata gitmesi çook eksik, cılız ve yakışıksız
kalacaktır. O’un varlığının ispatı ancak ve ancak O’nun lisanı ile onun kelamı
ile olur. Ben, naçizane kendi kelamımla buna kalkışırsam, yarın ilah-i huzurda
bunun hesabını veremem. O’nun varlığının ispatına yakışacak kelam olsa olsa
ancak Kur’an-ı Kerim’dir. Hiç konuşma kula bak, daldaki minicik kuşa bak,
yemyeşil yaprağa bak, sonra yere bak. Hala sarsılarak secde etmiyorsa insan bu
durumun sırrını Yasin suresinin ilk 10 ayetinde Rahman ve Rahim olan Allah
(c.c) en yakışır şekilde izah
etmektedir. Dedim ya kardeşlerim lisan Allah (c.c)’ın lisanıdır. Bizler aciz ve
zayıf varlıklarız. Sadece dilsizlere bakın. Kendinizi bir an dilsiz hayal edin.
Ne acı değil mi? Canın yansa anlatamazsın. Karnın acıksa anlatamazsın. Ne acı.
Öyleyse derdimize ve hayatımızın her anına önder Kelimetullah’ı yapalım ve
yolumuza bakalım.
Ya
Küfür Ehlinden Doğsaydık?
Melik ve Kuddüs olan Allah
(c.c)’a, bana bu yazıyı kaleme almayı nasip ettiği için sonsuz şükürler olsun.
Ne demiştik kardeşlerim, hakiki manada bir Müslüman’ın her alanda, her anlamda
rehberi Kur’an-ı Kerim, önderi yaratılmışların en şereflisi Resulullah (s.a.v)
olmalıdır. Öyle bir kitaptır ki o, insanlık alemine rehber ve ışık olsun diye
Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c) tarafından Resul’ü ve kulu;
“Ey Muhammed! Biz seni
ancak alemlere rahmet olsun diye gönderdik.” (Enbiya-107)
Ayet-i Kerimesinde
buyurduğu üzere, rahmet kaynağımız, önderimiz, sevgililer sevgilisi, Habibullah
(s.a.v)’e Rahmanın katında “Pek kutlu
bir elçi” olarak nitelenen Cibril Emin vasıtası ile yollandığı, Rabbim emir ve
buyruklarını muhteva eden mübarek bir kitap olduğu dağlar taşlar gibi
aşikardır. Sonsuz merhamet sahibi olan Rabbimize bize acıdığı, merhamet ettiği,
bizi Resul’ü ile uyardığı için sonsuz şükürler olsun. Sadece bizi Müslüman
yarattığı için ve Habib-i Zişan Efendimiz (s.a.v)’e ümmet yaptığı için Rabb-ul
Alemin’e şükrümüzü hakkıyla asla ve kat’a ifa edemeyiz. Neden mi?
Düşünesinize! Fransa’da
yahut İngiltere’de veya İsviçre’de kafir bir anne babadan dünyaya geldiğimizi.
Müslüman bir coğrafyada 600 yıl İslam’ın sancaktarlığını, hizmetkarlığını
yapmış bir neslin varisleri olarak, ezan-ı Muhammedi’nin gök kubbeyi sardığı
böylesine bereketli topraklarda, Rabb-ul
Alemin’i tanıyan, ona secde eden ve Resul’ünün yolundan giden anne babadan
dünyaya gelmek. Elhamdulillah. Elhamdulillah. Elhamdulillah. Nasıl büyük bir
nimettir. Böylesine büyük bir nimetin bile şükrünü hakkıyla eda edemeyiz. Bu
dahi bize Hak Teala (c.c)’nın bize büyük bir lütfu keremidir. Allah (c.c)
tarafından bize doğarken bahşedilen bu nimetin içerisinde dahi yüzlerce
eksiğimiz, kusurumuz, hatamız varken ya ehl-i küffar’dan doğsaydık? Ne olurduk?
Bir düşünün bize doğarken Rabb-ul Alemin (c.c) tarafından bahşedilen nimetin
büyüklüğünü. Bununla birlikte bilip bilemediğimiz, görüp göremediğimiz, zavallı
aklımızla yetemediğimiz nice nimetleri vardır bize Mevla Hazretlerinin. Saymakla
bitmeyecek nimetlerinin en büyüklerinden biri de hiç kuşkusuz Resulullah
(s.a.v) ve Kur’an-ı Kerimdir. Yaptığı hiçbir şeyden sorup sorulamayacak olan
sonsuz kudreti elinde bulunduran Rabbim pekala dileseydi eğer, bizi hiç uyarmaz,
Resul de göndermezdi. Kim buna karşı gelebilirdi? Yahut kim ses çıkarabilirdi?
Hiç kimse. O dilediğini dilediğince yapmaya muktedir değil midir? Şüphesiz ki
öyledir. Ama O çoookk merhametli, Rahman ve Rahimdir. O bize acıdı, merhamet
etti ve uyarıcı yolladı. Şükürler olsun. O ne kutlu bir Peygamber, o ne müthiş
bir kitaptır. Sayısız mucizeleri içinde barındıran Rabbin kelamıdır. Efendimiz
(s.a.v) ise yaratılmışların en şereflisidir. O yoluna canlar feda, Nebiler
Nebisi Ahmed-i Mahmud-u Muhammed (s.a.v) dir. Sonsuz salat ve selam onun
üzerine olsun. Amin.
Ey kendisine hiçbir
noksanlığın asla ulaşamayacağı, mutlak
kudret sahibi olan Rabbim. Sana sonsuz şükürler olsun ki her bir mucizende
azametin kalplerimizi ürpertiyor, merhametin ümit veriyor ve yüreklerimizi sana
sonsuz aşık ediyor.
Kur’an-ı
Biz İndirdik şüphe yok ki O’nu Biz Koruyacağız. (Hicr-9)
Teknolojinin artık insan
zihni ile yarışır hale geldiği, bilginin ulaşılması son derece zahmetsiz ve
kolay olduğu bu yüzyılda Kur’an-ı Kerim’i inkar etmek yada zihinlerde zerreden küçük
bir “ Acaba?” barındırmak ne büyük bir acziyet ve zavallılıktır. Kuşku duyan
yahut tümden inkar eden kalplerin sahibi bir kere olsun açıp okumadan,
araştırma zahmetinde ve tenezzülünde bulunmadan, kulaktan dolma (görünen
iblislerin kulaklara fısıldadığı) bilgilerle inkara kapı aralayan insanlık ne
acı bir gaflet içerisindedir. Hayran olduğu futbolcunun yahut aktör veya
aktristin hayatını, ilişkilerini takip edip ezbere bilen, lakin onu yok iken
var eden yaratıcısı Rabbinin kelamını
bir kere merak edipte “yahu ne diyor bu kitap?” deme tenezzülünde bulunmayan
insanlık. Nasıl elem dolu bir akıbete sürüklendiklerini bir bilselerdi. Ah bir
bilselerdi sonun ne olduğunu. Bir
kerecik olsun onu açıp okusalardı.
Ondaki sayısız mucizeleri bir görselerdi. İnsanlık alemine “ Ben Rabbin
Kelamıyım” çığlıklarını bir duysalardı. İman eden ruhları titreten azametini,
yürekleri kuşatan huzuru ve güvenini bir duysalardı. O’ndaki sırlar denizine
bir dalsalardı. Bilmiyorlar! Ne acı ki hiç bilmiyorlar! Hidayet ya Rabbi.
Hidayet ya Rabbi! Eyy dilediğine hidayet eden Rabbim. Hidayet ya Rabbi!
Arşın ve yerlerin, doğunun
ve batının, bilinen ve dahi hiç bilinmeyecek olan alemlerin tek Rabbi olan
Allah (c.c)’ın insanlık alemi ile konuştuğu o mukaddes kitabın Rabbin kelamı
olduğunun yüzbinlerce kanıt vardır hiç kuşkusuz. Bunların bizlere malum
olanlarını yazmak bile kuşkusuz insan ömrünü alır. Lakin benimde ilk okuduğumda içimi titreten bir
kaçına değinmek isterim.
Elementlerin güneş ışığı
altında yarılanma ömrü ve türevlerini oluşturan bir çok yaş tayini, dünyanın
yaşının yaklaşık olarak 4,5 milyar yıldır var olduğuna işaret etmektedir. Bu
yaşın İslami hiçbir mesneti olmayıp sadece modern bilimin çalışmaları sonucu
elde edilmiştir. Kabul edelim ki öyle. Şimdi sadece düşünmeye davet ediyorum.
İnsanı insan yapan en büyük değere düşünmeye. Ey insanlık ve üstün bilim alemi,
minicik bir hücreyi dahi yoktan var edemezken, 4,5 milyar yıldır bu devasa
dengeyi zerre kadar şaşmadan, hiçbir şeyi zerre karıştırmadan, muhteşem bir
şekilde ayakta tutan Rabbine ve onun
“İnna nahnu nezzelnez
zikre ve inna lehu le hafizun” mealen
“Şüphesiz ki o Kur’an-ı biz indirdik, şüphe yok ki O’nu biz koruyacağız.”
(Hicr-9)
Ayet-i Kerimesinde
buyurduğu üzere katından indirilen ve korunan mukaddes kitabı Kur’an-ı Kerim’e
nasıl şüpheler ve acabalar ile yaklaşırsın? Minicik bir karıncayı dahi yoktan
var edemeyen zavallı inkar alemi, bilimin üstünlüğüne inanıp başka güç
tanımayan acınılası varlıklar, hangi aklına, hangi becerine, hangi gücüne
güvenir ve Rabbine kafa tutarsın? Evet, o minik karıncayı yoktan var edebilir
misin? Gezegenler arası turlar düzenleyen, insanı halden hale sokup meydan
okuyan bilim dünyası, bir karıncayı yoktan var et gücün yetiyorsa. İlerleyen
bölümde insanlık aleminin en basit varlık olarak gördüğü, hatta çoğu zaman
görmediği karıncanın nasıl bir sanat eseri, nasıl muhteşem bir tasarım olduğunu
göreceğiz. Gezegenler arası seyahatler etseniz de. En güçlü silahları icat edip
bir bomba ile ülkeleri yok etseniz de, ürettiğiniz yoktan var değil, var olanın
birleştirilmesidir. Girin bir laboratuvara, hiçbir materyali kullanmadan demir
yapın, sonra onu silaha çevirin. Var mı buna gücünüz?
“O göklerin ve yerin eşsiz
yaratıcısıdır. Bir şeyi dilediğinde ona sadece “Ol” der. O da hemen oluverir.”
(Bakara-117)
Cenab-ı Hakk Teala Tekaddes
Hazretleri sadece ol der. Hepsi bu. Kün fe Yekün. O ne eşsiz yaratıcıdır. O ne
kudretli yaratandır. Yarattıklarının bir benzerini veya dilerde çok daha
üstününü ancak kendi yaratabilir.
“De ki! Siz mi yeri iki
günde (iki evrede) yaratanı inkar ediyor ve ona ortaklar koşuyorsunuz? O
alemlerin Rabbidir.” (Fussilet-9)
“O dört gün içinde (dört
evrede) yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket
meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar
taktir etti.” (Fussilet-10)
“Böylece onları iki günde
(iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini vahyetti. En yakın
göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk. İşte bu mutlak güç sahibi ve herşeyi
hakkıyla bilen Allah’ın taktiridir.” (Fussilet-12)
İnsan aklının zerre kadar
idrak edemeyeceği büyüklükte kudreti elinde tutan Rabbim, bizi Kur’an-ı Kerim
ile nurlandırdığın için sana ne kadar şükretsek azdır. Öylesine büyük bir
kitaptır ki o, sayısız mucizeleri, sırları ihtiva etmektedir.
Dünyanın
Yarıçapı Kur’an-ı Kerim’de mi?
Bundan tam 1404 yıl önce,
miladi 610 yılının Ramazan ayında indirilmeye başlanan Kur’an-ı Kerim, o günkü
yaşam koşulları göz önüne alındığında, insanlığın aklını durduracak, hiçbir
zekanın kavrayamayacağı muhteşemlikteki sırlarla, mucizelerle, insanlık alemine
rahmet olması için, Allah (c.c) tarafından bize bahşedilmiştir. Her ayetinde
ayrı bir mucize, her ayetinde ayrı bir nur ve muhteşemlik olduğu açıkça
görülmektedir. Bunların milyarda birini yazmaya beşer ömrü yetmeyeceği için ve
hakkıyla yazılamayacağı için, buna asla kalkışma cüretinde bulunmayacağım.
Sadece söylediklerimin havada kalmaması için, yazdıklarıma mesnet teşkil etmesi
açısından, Rabbimin af ve mağfiretine sığınarak, naçizane aktarabildiğim kadar
bir kaçına değineceğim. Sizlerden istirhamım, bu söylediklerimi Kur’an-ı
Kerim’i açarak, bahsedeceğim ayetleri incelemenizdir. Varlık alemine bir yol
gösterici, bir rahmet kaynağı olsun diye indirdiği Kitab-ı Mukaddes’te En’am Suresi
35. Ayet-i Kerime’de Mevla Teala
Hazretleri;
“Eğer onların yüz
çevirmeleri sana ağır geldiyse bir delik açıp yerin dibine inerek yahut bir
merdiven kurup göğe çıkarak bir mucize getirmeye gücün yetiyorsa durma yap!
Eğer Allah dileseydi onları elbette hidayet üzere toplardı. O halde sakın
cahillerden olma” buyurmaktadır. Çıplak gözle bakıldığında eminim ki bir
çoğunuz “ Eee? Ne var bunda? Her ayet gibi bir ayet işte” diyorsunuzdur. Siz
yeter ki O’na teslim olun ve kalpleri O’na yöneltin. Bakın şimdi ne var bunda.
En’am Suresi Kur’an-ı Kerim’de kaçıncı sure? 6. Peki yazdığım ayet En’am
Suresinin kaçıncı ayeti? 35. Peki En’am Suresi kaçıncı cüz? 7. Hadi şimdi
toparlayalım. 6.Sure,35.Ayet ve 7.Cüz. Yani;
6.35.7. ?? Bu rakamların
dizilimi size bir şey hatırlatıyor mu? Süphanallah. Bu sayı yeryüzünün yarı
çapı değil mi? Kutuplardan ölçüldüğünde dünyanın yarıçapı 6357 km değil midir?
Peki ya ayetin içeriği. Yerden delik açmak ve merkeze inmek? Sure numarası,
ayet numarası, cüz numarası bahsi geçen konu. Sizce bu bir tesadüf olabilir mi?
Ben hiç sanmıyorum. Ümmi biri, o zamanda zerre kadar fizik astronomi bilgisi
olmayan biri böylesi bir bilgiye sahip olabilir mi? O dönemde yaşayan ümmi
birinin, sahibine sonsuz kere aşık eden böylesine muhteşem kelamlarla insanlık
alemine seslenmesinin izahatı ne olabilir? Bunda inanan kalpler için elbette
müthiş ibretler vardır.
Karıncaların
Muhteşem Sırrı Ne?
Milyonlarca mucizelerden
sadece bir tanesi daha; Her harfinde bir
mucize, her ayetinde sonsuz şifa barındıran Mübarek Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in
Rum Suresi 3. Ayette Rumların yenilgiye uğramalarından bahseder. Bakıldığında
her ayet gibi bir ayet olarak görülür. Lakin bu ayette geçen ve çoğu müfessir
tarafından “yakın” diye tefsir edilen kelimeler “Fi Ednel” ve “El Ard”
etimolojik olarak incelendiğinde, Edn’a kelime kökü olarak dünüv kökünden
taftil ismi olup lügatta hem yakın olarak hem de alçak olarak geçmekte olduğu
açıkça görülecektir. Tarihi kaynaklar araştırıldığında ise, Rumlar ile Persler
o tarihte bugünkü Suriye Filistin ve Ürdün topraklarının kesiştiği bir bölgede,
Lut Gölü havzasında savaşmışlardır. Bu havza, yani savaşın geçtiği alan ve Rumların
yenilgiye uğradıkları saha coğrafi açıdan özel bir alandır. Özelliği ise
yeryüzünde deniz seviyesinden yükseklik olarak en düşün seviyeye sahip
olmasıdır. Yani kısaca bu alan yeryüzünün kot olarak en düşük kota sahip
alanıdır. Bundan 1404 yıl önce hangi teknoloji, hangi topoğraf, hangi gps
cihazı böylesine kritik bir bilgiyi ölçüp biçip, Alemlerin Sultanı (s.a.v)’a
vermiş olabilir? Bu bilgiyi ümmi birisi nasıl edinebilir? Bildiren Allah Azze
ve Celle Celalühu ise herşeyi bilir.
Elhamdulillah.
Hiç şüphe yok ki Kur’an-ı
Kerim hakkıyla inanan, teslim olan kalpler için sonsuz kuşatıcı bir imanı
yaymaktadır. Ve Cenab-ı Hakk diğer bir ayet-i kerime’de karınca anlamına gelen
Neml Suresi 18. Ayette;
“Nihayet karınca vadisine
geldiklerinde bir dişi karınca dedi ki; “Ey karınca topluluğu kendi
yuvalarınıza girin. Süleyman ve orduları farkında olmaksızın sizi kırıp
geçmesin.” buyurmaktadır.
Neden karınca? Bunca
hayvan varken neden karıncalar ve özellikle karıncaların iletişimi?
Oxford Üniversitesi’nden
Jeremy Thomas, uzun yıllar yaptığı bilimsel çalışmalar sonucunda karınca
topluluklarının bir işi yapmadan önce kraliçe karıncadan sesli emir aldıklarını
ispatlamış ve bu sesleri de kaydetmeyi başarmıştır. Thomas, bir işe başlamadan
önce komut almak için işçi karıncaların adeta insan gibi esas duruşta çeneleri
açık, antenleri havada, saatlerce hazırolda beklediklerini ifade etmiştir.
National Geographic ise uzun yıllar gerçekleştirdiği bilimsel araştırmalarda
tüm karıncaların kafa yapılarındaki kompleks duyu organları sayesinde diğer
hayvanların aksine milyonlarca hatta çok daha fazla kimyasal ve görsel sinyali
yakalayıp ayırt edebildiği sonucuna ulaşmıştır. Yapılan geniş kapsamlı ve uzun
zaman süren bilimsel çalışmalar neticesinde ise karıncaların beyinlerinde
yaklaşık 500.000 ( beşyüzbin) sinir hücresinin varlığı tespit edilmiştir. Çok
küçük olmalarına karşın böylesine muhteşem bir iletişim sistemine sahip
olmaları ve ses ile iletişim kurmaları Kur’an-ı Kerim’de 600 lü yıllarda hangi
teknoloji ile tespit edilmiş olunabilir? Ve Kur’an-ı Kerim’de neden özellikle
konuşmalarına yani diyaloglarına dikkat çekilmiştir? Hz. Süleyman (a.s)’ın
ordularının birkaç karıncayı ezip geçme riski mi dikkate alınmıştır sizce?
Yoksa burada muhteşem bir sır mı gizlidir? Sır kelimesini bilerek kullanıyorum
çünkü tam da bir sırlar dünyasını aydınlatmaktadır mukaddes kitabımız.
Buradaki
bir diğer çok önemli dikkat edilmesi gereken husus ta ayet-i kerime’de geçen
“sizi kırmasın” cümlesi. Dikkat edilirse eğer, dünya var olduğundan beri,
iletişimin her lisanında kendinden küçük bir şeyin üzerine basıldığında, o
nesne elastikiyete sahip ise “ezme” kelimesi kullanılır. Japonca da da böyledir,
Fransızca da da, Rumca da da. Peki, neyin üzerine basıldığında “kırmak”
kelimesi ile eylem tanımlanır? Elastik mukavemeti olmayan cam,taş vs gibi
nesneler canlılar için. Öyle değil midir? Siz hiç muftakta bulaşık yıkarken
bardağı ezdim veya “bu çocuklar çok yaramaz, ne zaman bizim evin bahçesinde top
oynamalarına izin versem mutlaka topla camımı eziyorlar” diyen duydunuz mu?
Sizce ayet-i kerime’de kullanılan “kırmak” kelimesi lügat zayıflığından mı
kullanılmış olabilir yoksa müthiş bir sırra dikkat çekmek için mi? Karıncaların
vücut yapılarının araştırılmasını özellikle öneririm. İnsanı dehşete düşüren,
tam bir tasarım harikasını okuyup inceledikçe, Alemlerin Rabbi Gafur ve Kerim
olan Allah (c.c)’ın kudretini gözlerinizle göreceksiniz, defalarca hayran olup
kelimenin tam manası ile aşık olacaksınız. Kusursuz tasarlanmış sindirim
sistemi, bir o kadar kusursuz tasarlanmış dolaşım sistemi ve minicik bir
karınca beyni. Ama içerisinde 500.000 bin sinir hücresi. Sen ne büyüksün Ya
Rabbi! Bizler seni asla hakkıyla bilemeyiz.
Ve son olarak Kur’an-ı
Kerim’de Allah (c.c) Mutaffifin Suresi 14. Ayette şöyle buyurmaktadır.
“Hayır, hayır! Doğrusu
onların kazanmakta oldukları kalplerini paslandırmıştır.”
Süphanallah ! Kalp ve
paslanmak. İki zıt kavram. Paslanmanın demir elementinin oksijen ile reaksiyona
girmesi sonucunda oluştuğunu hepimiz çok iyi biliriz. Peki kalp ve paslanmak?
Bu ifadenin Kur’an-ı Kerim’de geçmesi acaba ne anlama gelmektedir? Burada,
günümüzde kullanılan mecazi anlam ifade edilmek isteniyor olsaydı pekala
“kararmak, kötüleşmek, katılaşmak vb.” kelimeler kullanılabilecekken, neden özellikle
paslanmak?
Modern tıbbın çalışmalarıyla,
oksijenin kanımızdaki hemoglobinde bulunan demir sayesinde damarlarımızda
taşındığı görülmüştür. Bu taşınma esnasında kandaki demir, oksijen ile
reaksiyona girer. Bu esnada kanda yani dolaşım sisteminde ve elbetteki dolaşım
sisteminin ana komuta kontrol merkezi olan kalpte tıpkı paslanmaya benzer bir
reaksiyon söz konusu olur. Zaman zarfında karaciğerden atılamayan demir vücutta
aşırı demir birikmesine ve dolayısıyla oksijenle reaksiyonu sonucu karaciğer ve
kalp gibi hayati önem teşkil eden organlarda paslanmaya neden olur. Bu paslanma
her insanda olur fakat dışarı atılır. Eğer yeteri kadar dışarı atılamaz ise
Hemokrotamozis denilen bir hastalık meydana gelir ki bu durum zamanla pastaki
zehirli etkilerin yarattığı tahribatlar pankreas, karaciğer ve kalp gibi çok
önemli organları iflasa kadar sürükler.
Bu durumu henüz yeni yeni keşfeden tıp dünyasından Dr. Sharon McDonnell
“ bunu bizler kelimenin tam manasıyla organların paslanması olarak
nitelemekteyiz” şeklinde ifade etmektedir.
Bundan 1404 yıl önce hangi
tıp bilgisi ile bu muhteşemlik telaffuz edilebilir? Söz konusu bu paslanma
etkisinin Kalp, karaciğer, pankreas gibi son derece kritik organlar üzerinde ne
denli hayati öneme sahip olduğunu konuyu araştıranlar göreceklerdir. Bu ve
bunun gibi bilinen veya henüz keşfedilmemiş milyonlarca mucizeyi ihtiva eden Kur’an-ı
Kerim, Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c)’ın kelamı, insanlık alemine bir lütuf,
sonsuz bir nimet değil midir?
“Göklerde ve yerde
olanları bilir. Ve gizlediklerinizi açıkladıklarınızı bilir. Ve Allah
sadırlarda (gönüllerde) olanı en iyi bilendir” (Tegabun-4)
“Ve sen sözü açığa vursan
da gizlesen de Allah için birdir. Çünkü O gizliyi de bilir, ondan daha gizli
olanı da” (Taha-7)
Ayet-i Celilerinde de açıkça
bizlere bildirildiği gibi, Allah (c.c)’ın hakkıyla kalplerin özünü, sinelerden
geçeni ve dahi az sonra geçecek olanı eksiksiz bildiğine iman ettik.
Dolayısıyla, bu yazıyı kaleme almamdaki asıl meramımı bilen Rabbime sonsuz
şükürler olsun. Meramımın aslı ahkam kesmek değil, sizlerin şahitliği altında
kendi nefsimi dövmektir. Yaşadığım, Rabbin bana tayin ettiği ömrün buraya kadar
olan kısmında tam da “el yumruğunu yemeyen kendi yumruğunu balyoz sanarmış”
mana cihetinde ise “ne çok şey görmüşüm yahu” inanmışlığıma mukabil ben biliyorum ki
yaşadıklarım bir hiçtir. Biliyorum ki ben hiç bir şey görmedim ve asıl
göreceklerim çok ama çok vahimdir. Ruh emanetinin sahibine teslim edilmesi ki
özellikle araştırılmasını şiddetle tavsiye ederim. İman edip salih ameller
işleyerek Rabbin rızasını kazanmış bir ruhun teslim alınması ve küfür
deryasında yüzerek Rabbin rızasından uzak bir hayatın neticelenmesinde ruhun
teslim alınması. Sonrasında kısa bir hazırlık süreci ve kabir. Neden suratımızı
ekşitiriz, oflayıp puflamaya, sıkılmaya başlarız bu meseleler açıldığında?
Neden? Olmayacak mı? Ben şimdi Hansel Greter mi anlatıyorum? Gidin oturun
Zincirlikuyu girişine yahut Karacaahmet girişine, akşama kadar sayın gelenleri.
Onlar kardan adam mı? Chuky bebek mi? Onlar, senin benim gibi, bir gün önce
burada yürüyen, “yarın kendime bir ceket bakacağım”, “haftaya amca oğlunun düğünü
var, şık bir takım elbise alsam fena olmaz” diye plan yapanlar değil miydi? Hiç
hesapta olmayan bir anda kabir. Kendi nefsim duy. Hiç hesapta olmayan karanlık
bir çukur ve zindan. Zorlu dar geçitler. Sığmak zorunda olduğum incecik iğne
deliğinden dar yollardır beni nefsime böylesi düşman eden.
“Bu yazıyı okuma”
“Oofff içini bayıyor
adamın bu”
“Ne karamsar, şimdi sırası
mı bunları düşünmenin”
“Tamam biliyoruz da ne
gerek var şimdi moral bozmaya”
“Depresyona mı girelim
yani”
Bak nasıl fısıldıyor içten
içe nefis. Hoşlanmıyor. Şeytanın siyam ikizi nefis. Şimdi bu yazıyı burada
kessem ve Best Model of the World 2014 adaylarından bahsetsem, onların
fotoğraflarını paylaşsam, ekranla aramızdaki mesafe yarıya, hatta üçte birine
düşer mi düşmez mi? Benim kan düşmanım nefsim. Derin bir uykuya düçar eden
nefsim.
Ve bir an gelecek “Haydi kalk, uyan artık. Kalk ta sana
sorulması gerekenleri soralım. Gelişinin manasını hayra mı, yoksa şerre mi
yoralım?” diye sarsılarak uyandırılacağım gün çok yakındır. Elbette tam tersi
de mümkün. Rabbin rızasını kazanarak, ehl-i sünnet bir hayat yaşayarak emaneti
teslim edebilirsek, aman ya Rabbi! Aman ya Rabbi! O, ne güzel bir ölümdür. O,
ölüm değil düğündür. Meleklerin ruhu teslim alırken “ Rabbin senden razı, sen
Rabbinden razı olarak bedeni terk et” diyerek, bembeyaz elbiseler içerisinde,
parıl parıl, nur ile gülümseyerek ve adeta insanın üzerinden bir ipek bezin
kayıp gitmesi gibi alınması var. Birde tam tersi. “Rabbin gazabını kazanmış ruh,
çabuk o bedeni terk et” ağır hakaretleri altında, demirlerle dövülerek, kılıç
darbeleriyle ve testerelerle lime lime edilerek, binbir zorluk ve tarifi
imkansız acılarla alınması var. Seçim bizim. Nasıl yaşarsanız hak ettiğiniz
şekilde ölürsünüz. Bütün bunlar Kur’an-ı Kerim’de, Habib-i Zişan Efendimiz(s.a.v)’in
hadislerinde bizlere çok açık ne net ifade edilmiyor mu?
Kur’an-ı
Kerim’in Muhatabı Kim?
Ya hiç uyarılmasaydık? Bu
da mümkündü değil miydi? O zaman ne öldüğümüzde başımıza nelerin geleceğinden,
ne Rabbin varlığından, ne Allah (c.c)’ın neleri sevip nelerden hoşlanmadığından
zerre kadar haberimiz olmazdı ve ölünce ebedi aleme gittiğimizde “gel bakalım
buraya” diyerek hesaba çekilip pekala ceza yahut ödül ile karşı karşıya
kalabilirdik öyle değil mi? Ama bunu yapmadı Cenab-ı Mevla. Sonsuz adalet ve
merhamet sahibi El-Adl, Rahman ve Rahim olan Allah (c.c) değil midir? O zerre
kadar haksızlık asla yapmaz. Dolayısıyla bizleri Resul’ü ve Kitabı ile uyarmış,
iyiye ve güzele sevk etmiştir.
Peki, hakkıyla okuyup
anlamaya çalışanların kanını donduracak muhteşemlikte, Ruh-ul Emin aracıyla,
hiçbir mahlukat yokken, ilk yarattığı, yaratılmışların en mukaddesi Habib-i
Zişan Efendimiz (s.a.v)’e getirilen alemlerin nuru Kur’an-ı Kerim’in hak ve son
kitap olduğu bu kadar aşikarken, taşıdığı mesajlar kimedir? Yoluna canlar feda
Resulullah (s.a.v) efendimize mi? Sadece Efendimiz Resulullah (s.a.v) mi
mesuldür bu kitaptan? Değilse nedir üzerimizdeki bu gaflet hali? Nasıl olur da
bu ayetlerden bir tanesi dahi kan damarlarımıza hakkıyla nüfuz etmez,
kalplerimizi titretmez? Kur’an-ı Kerim’de bir çok yerde geçen, alemlerin Rabbi
olan Allah (c.c) tarafından insanlara defaatle tekrar edilen “Hiç düşünmez
misiniz?” uyarıları nasıl olur da bizi gerçek manada düşünceye sevk etmez?
Allah (c.c)’a hakiki manada iman mı yoktur sinelerde? Hep bir ağızdan “Haşaaa”
değil mi? Duyar gibiyim. Peki, o zaman Kur’an-ı Kerim’e mi itibar yoktur
deistler gibi? Yazıyı okuyan herkes eminim “Aaa o ne biçim söz” diyor değil mi?
Peki sorun ne? Sorun nerede? Allah (c.c) bizim Allah’ımız kabul ettik,
Kur’an’da maşallah herkesin kitabı. Eee?? Bir gariplik yok mu?
“Evet ya Rabbi sen bizi
yarattın. Sen de alemlerin Rabbisin! Ama yav sen gel bizim işimize karışma!”
mı? Bu o demek değil mi?
Ben biliyorum ki nefisler
inkara meyillidir. Peki, o zaman hadi birlikte biraz hayal kuralım. Ama gerçek
manada lütfen. Misal; aracınla hiç bilmediğin bir yolda ilerliyorsun ve çevre
yoluna çıkmak istiyorsun. Navigator sana yolu tarif ediyor. Ama sen ısrarla
kendi içinden geçen hislerinin seni yönlendirdiği yoldan gidiyorsun. Bu şimdi “
sen ne anlarsın asıl yol bu yol” demek değil mi? Ya da gece evde oturuyorsun.
Televizyonda da senin bayıldığın, reenkarnasyonda tıpkısının aynısının bir “level”
üstü olduğun aktör/aktristin filmi oynuyor. Birden elektrikler kesiliyor ve sen
elinde kumandayla kalakalıyorsun. Samimice düşünelim şimdi ama, mutlaka
gözümüzde canlandıralım. Kaçımız kumandayı televizyona uzatıp açmak için power
düğmesine basar? Hiçbirimiz değil mi? Peki neden? Çok basit. IQ su 25 olan
insan (sanırım idiot diyorlar) dahi bilir ki elektrik yoksa televizyon açılmaz.
Televizyonun elektriksiz çalışmayacağını bilir ve buna inanır. Bu çokta
doğrudur. Dolayısıyla, inanmadığı bir şey için harekete geçmez. Bir farklı
misal; Seyahat etmeyi çok seviyorsunuz ve aracınıza bindiniz. Şehirler arası
yola çıktınız. Giderken benzin göstergesi dikkatinizden kaçtı ve hiç olmadık
bir viyadükte, ıssız bir yerde benzininiz bitti ve kalakaldınız. Kaçınız motoru
tamamen durmuş, yakıtsız bir aracı harekete geçirmek için vitese takıp gaz
pedalına basar? Hiç değil mi? O aracın çalışacağına zerre kadar inansanız bunu
yaparsınız. Araç durduğunda birkaç kez çalıştırmayı denersiniz. Ne zaman
bırakırsınız? Artık çalışmayacağına tamamen inandığınızda kesinlikle harekete
geçmezsiniz değil mi? Yada biraz daha farklı ama bir çoğumuz bilmediği bir
şeyde fikir sahibi olmak için kullandığı, başvurduğu profesör Google.
İlgilenenler mutlaka bilecektir yakın zamanda güneşe uzaklığı 43 AU olan ve 237
C⁰ sıcaklığa sahip çok şirin bir renkte Macenta
gezegeni keşfedildi.
Hawai’nin Mauna Kea yanardağının üzerinde kurulmuş bir teleskop'un keşfettiği bu gezegen pembemsi bir
gaz bulutu şeklinde
görülmüş. Hooop hemen profesör Google açıldı değil mi? Doğru mu söylüyor
bu adam? Neden başımızın tacı annelerimize seslenmiyoruz? “Anneee ! Yeni bir
gezegen keşfedilmiş diyor bu adam, doğru mu?”
Ben eminim ki bileceğine yüzde yüz inansak annelerimize yahut
babalarımıza sorarız. Ya Google? O’nun yazdığı bir bilgiyi teyit eder misiniz?
Asla değil mi? Vay be! Ne acı! Vallahi de billahi de tallahi de çok acı! Rabbin
kelamının Google kadar güvenilirliği inanılırlığı yok. Gerçekler ve
yaşantılarımız bunu göstermiyor mu? İstediğimiz kadar inkar edelim. Realite bu
değil mi?
Şimdi burada müthiş bir
riya yok mu? Sen Rabbimiz Allah (c.c)’sın. Kur’an’da senin kelamın amenna.
İnanıyoruz. Eeee? Ne eeesi? “Yav kardeş sende çok kurcalamaaaa. Alla allaaa..
Ne yapmaya çalışıyorsun? Amacın ne? İnanıyoruz dedik kurcalama işte. Sen kendi
işine baaakk.” Gerçek bu değil mi? Kesinlikle.
Toprağın
Altı Yoksa Yalan mı?
Farklı bir cihetten; Bin
yıllardır toprağın altına bir sevkıyat var mı? Var. Aksini söyleyen var mı? Bu
dağ gibi gerçeği görürüz. Cenazelerin yanından bakar bakar geçeriz de sanki o
tabutun içinde yatan uzaydan geldi, bizler bu dünyanın yangında ilk
kurtarılacak demirbaşlarıyız. O yangın
çoookk büyük olacak dostlar, hemde çok ve bilesiniz ki o yangında ilk
kurtaracak olan da son kurtaracak olan da yalnız ve yalnız alemlerin Rabbi olan
Hayy ve Kayyum olan Allah (c.c)’dır. Bu büyük sevkıyatı görürüz de hiç
üzerimize kondurmayız. Var mı kalan? Yok. Eee? Ne olacak yani “ Onu da gidince
düşünürüz”mü diyoruz. Var mı bu mantığı taşıyan. Yahu arkadaş sen hiç sınava
hazırlanmadan gidip “sınava girince bakarız, o zaman düşünürüz ne yapacağımızı”
deyip başaran bir öğrenciye tanık oldun mu? Ben 15 sene öğrencilik hayatımda
bir tane bile görmedim. Sınav salonundan içeri girdin mi iş bitmiştir. Hatta
“sınava bir iki saat kala çalışmayı bırakın. O fayda vermez. Daha fena aklını
karıştırır bildiklerini de unutursun” derdi deneyimli büyüklerimiz. Ne kadar
benziyor değil mi? Öteki alemden pencere açıldı mı iman fayda vermez.
“Biz İsrailoğulları'nı
denizden geçirdik. Ama firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere onları
takip etti. Nihayet denizde boğulma hali gelince Firavun “Gerçekten
İsrailoğulları'nın inandığı tanrıdan başka tanrı olmadığına bende iman ettim.
Bende Müslümanlardanım” dedi. Şimdi mi iman ettin. Halbuki daha önce isyan
etmiş ve bozgunculardan olmuştun. (Ey Firavun) Senden sonra geleceklere ibret
olman için bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan
bir çoğu hakikaten ayetlerimizden gafildirler.” (Yunus-90/91/92)
Çok açık bir şekilde
görülüyor ki son anda gelen iman zerre kadar akıbeti değiştirmiyor ve fayda
sağlamıyor. Allah (c.c) mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bize bunu nasılda
açık ve net açıklıyor. Neden? Dikkatli olalım ve ateşe atlamayalım diye.
Kesinlikle biz ateşe atlıyoruz. Bilerek kasten. Bunun başka izahatı var mı?
Ayetler ortada. Olan biten tam manasıyla içimizdeki nefsimize teslim oluyoruz,
o da bizi göre göre, baka baka, bile bile nar-ı cehenneme sürüklüyor. Bilmeyen
var mı? Var mı? Yok. O zaman mesele de yok.
Ben kendi nefsime çok
basit, tamamı dört işlemden oluşan, ilkokul 2. Sınıf matematiği ile işlem
yaptırdım. Ahir zaman ümmetinin ömrü en çok ( herhangi bir sürpriz kazaya
kurban gitmezsem) 70 sene. Kaç yaşındasın? De ki 50. Kaldı 20 senen. Bunun
yarısını çık. Kaldı 10 senen. Neden çıktık yarısını? Çünkü uykuda geçecek ve
hiiiççç bir şey anlamayacaksın. Yaşın 30 ise kaldı 40 senen. Yarısını çık.
Kaldı 20 senen ki bu da demek oluyor ki yaşadığın kadar yaşamayacaksın. Eee.
Hesap ortada. Ayetler ve akıbetler de ortada. Karını zararını kim bilmez? Ben
sadece soruyorum. İtham etmiyoruz maazallah . Sadece soruyorum. Karını zararını
kim hesap edemez? Ve o gün gelecek dostlar. O gün gelecek ve sıcacık
yatağımızdan, koltuğumuzdan, makamımızdan, giyip içerisinde salına salına caka
sattığımız elbiselerimizden bizi ayıracaklar. Onlar kalacak, ama ben buz gibi
toprağın altına gireceğim. Ve ilk gecem. Evet, en sevdiklerimin beni kendi
elleriyle o karalık, daracık çukura indirip koyacakları ve çok kısa bir süre
sonra da akıbetime terk edecekleri ilk gecem. Yavaş yavaş hava kararacak. O
mezara sessizlik çökecek ve ben orada beni nelerin beklediğini hadislerin,
ayetlerin ışığında az çok biliyorum. Olmayacak mı? Sen inmeyecek misin oraya?
Yok, hayır diyorsan keselim bu yazıyı. Evet, ineceğiz diyorsak ki hiç kuşkusuz
evet. Peki ne diyeceğiz? Ey kardeşlerim. Bana aklınızdan her acizliği her
zayıflığı geçirebilir, yakıştırabilirsiniz. Başka işi gücü yok, nelerle
uğraşıyor, aklını yemiş de diyebilirsiniz. Peki ne diyeceğiz? Ben ne diyeceğim
orada? Açıp bakalım. Kur’an-ı Kerim’de bunları da açıkça anlatıyor bize Allah
(c.c). Bir sürü ayet ve hadis var
bununla ilgili. Bilerek, bile bile, kasten yaptığımız haramlar ve yapmadığımız
emirler için ne diyeceğiz? Bilmiyorduk mu? Bilmiyor muyduk? Kardeşlerim! İblisi
bu kadar sevindirmek kanımıza dokunmuyor mu?
“Cehennem
neredeyse öfkesinden patlayacak dağılacak gibi olur. Oraya her bir topluluk
atıldıkça oranın bekçileri onlara “ Size uyarıcı bir peygamber gelmemiş miydi?”
diye sorarlar (Mulk-8)
Ne
diyeceğiz? Hayır mı? Biz bilmiyorduk mu ? Allah aşkına sevgili dostlar ne
diyeceğiz? Eğer Kur’an’a inanıyorsak bakın, Allah (c.c) tarafından oradakilere
bu soruların birer birer sorulacağına dair önceden uyarılmıyor muyuz? Bizi
önceden defalarca uyaran Rabbimize şükrümüzü eda edebiliyor muyuz?
“O
günahkarların Rablerinin huzurunda başlarını öne eğecekleri “ Rabbimiz, gördük,
duyduk. Şimdi bizi dünyaya geri gönder de iyi işler yapalım. Artık kesin olarak
inandık” diyecekleri o anı bir görsen.” ( Secde-12)
Bakın!
Nasılda Rabbimiz bize olacak olan herşeyi önceden haber veriyor. Hiç bakıyor muyuz? Öyle bir zamanda dünyaya
geldik ki yıllar ay, aylar hafta, haftalar gün, gün ise sanki bir saat gibi
olmuş. Kaç kez saatin karşısına geçip saniye kadranına “ nereye? Bu acelen ne ?
nereye doğru ilerliyorsun?” diye içimizde sorduk? İlerlemiyor, kelimenin tam
manası ile koşuyoruz. Ben bu yazıyı kaleme alırken kendime soruyorum. Dün
neredeydin ve neler yapıyordun? İşteydim, çalışıyordum, yemek yedim.. Kanıt?
Dünden bu güne gelen ne? Kanıt var mı? Yok. Çok klasik bir söz vardır “ Üç
günlük dünya !! “ Evet, üç günlük. Dünden gelen sadece bir rüya. Anımsama.
Sanki vardı. Bu gün işte o da geçiyor. Yarın?
Hızla sona doğru koşan bir avuç ömür için değer mi? Yalana, dolana,
Allah (c.c)’ın gönlünü kırmaya bizi sevk
eden ne? Bu nefis bizi ateşe sürüklüyor kardeşlerim. Vallahi billahi dur
demezsek eğer sonumuz cehennemdir, ateştir.
Cehennem kütükleri !
“
Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyeninde uykusunda iken canlarını alır da
ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe
yok ki bunda iyi düşünecek kavim için ibretler vardır.” ( Zümer-42)
Uyuyoruz.
Acaba uyanabilecek miyiz? İşte bizi yoktan var eden Allah (c.c) durumu bize
çokta berrak bir şekilde açıklıyor. Uyurken canınızı alıyorum ve geri
vermeyebilirim diyor. İşte burada insanları anlamakta çok ciddi zorluklar
yaşıyorum. Sabah gazetemizi alıp okuyoruz ve sizin gibi, benim gibi insanın
yazdıklarına kayıtsız şartsız inanıyoruz. Televizyonu açıyoruz ve yarın hava
yağışlı olacak diyor inanıyoruz. Hiç kuşku duymuyoruz. Daha da elimi bir
arkadaşımız bir başkası için “ biliyor musun? Falanca şunu şunu dedi, şunu
yaptı” dediğinde kayıtsız şartsız inanıyoruz. Gökyüzünde milyarlarca yıldız var
dendiğinde inanıyoruz. Çok daha acısını söylemek gerekirse, Müslümanın diye
iddia edenlerimizin bir çoğu her yılbaşı yaklaşırken, büyük ikramiyenin çıkma
olasılığı 10 milyonda bir olmasına ki bunun literatürdeki karşılığını ben
“imkansızın küpü” diye tanımlamama karşın, inanıyor ve koşarak bilet alıyor.
Baktığımız her zerrede Cenab-ı Hakk kulakları ve gözleri patlatırcasına
bağırırken, zerrenin dahi en küçük yapı taşı hücreyi imal edemezken insanoğlu,
ne hikmetse hiçbir aklın alamayacağı cesurlukta, baktığı herşeyi müthiş bir
nizam intizam içerisinde yaratan yüce yaratıcının kelimelerine kulak tıkıyor,
merak edipte açıp bir kez bile okumuyor, okuyanların yüzde 99 unun da
yutaklarından aşağıya ulaşmıyor. Hadi bakalım, düşünelim şimdi bu zavallı ne
diyor? Evet yanlış okumadınız.
“Yok
canııım. Kim? Ben mi? Ben okuyorum yahu. Bu adam diğerlerinden bahsediyor.”
diyenleri görür gibiyim. Okuyorsan ve hayatında tatbik etmiyorsan Emile Zola’yı
oku. Sami Paşa Zade Sezai oku. Ne bileyim ya da Cervantes oku.
Evet,
Kur’an-ı Kerim’i okuyoruz. En azından buna inanmak istiyorum. Peki, dışarıda
hepimizin gördüğü etini rezilce teşhir eden cehennem kütükleri, meşe palamudu
kızlarımız, eşlerimiz kimin? Durun ben tahmin yürüteyim. Bunlar
İblis taifesinden bir güruh tarafından Unidentified Flying Object yada bilinen
adıyla UFO araçları ile yeryüzüne indirilerek sokaklarda, caddelerde, alışveriş
merkezlerinde henüz güneş doğmadan senin benim göz zevkimi bozmaya programlı,
bir çoğumuza nar-ı cehenneme tek yön bilet kesen maaşlı, sigortalı, sendikalı
bildiğin senin benim gibi kadrolu elamanlar değil mi?
Yanına
yanaş hele. Sen daha Allah demeden, İslamiyet demeden, günah demeden onlar
fotoselli “Benim kalbim temiz”i patlatıveriyor. Şaka değil, sen İsla… derken
henüz m yi kondurmadan sonuna, onun micro kamera devreye giriyor “Kalbim temiz”
i patlatıveriyor. Oysa ki İslamköy Isparta’ya mı bağlı Burdur’a mı diyecektim.
“Tabi yaa benim kalbim temiz” hazır. Bunu da hiç anlamış değilim ya neyse.
Kalbim temiz. Be yavrum sırat köprüsünde turnike mi var sanıyorsun. İki
görevli. Hey sen! Kalbin temiz mi? Pokemon sesli bir kız.
“Hı
hı. Kalbim temiz benim. Ben çok temiz kalpliyim. Geçebilir miyim ben”
Arkadan
bir başkası turnikeye gelince.
“Ama,
ama benim ki ondan daha temiz”
Ha
bu kadar kolay yani. Bunca Allah dostu, bunca evliya gece gündüz saf oldukları
için seccadede ağlıyor, af mağfiret diliyor. Allah dostları gece yatak yüzü
görmeden haybeye sabahlara kadar zikir çekip namaz kılıyor ve ağlıyor değil mi?
Onlar akılsız, hiç bir şey bilmiyor, sen işin formülünü çözdün. Kalbim temiz de,
tamamdır. Arasat meydanında;
“Aaa
bunun kalbi temiz. Ne bekletiyorsunuz bunu burada yav. Hadi hiç vakit
kaybetmeden Adn Cennetine.”
diyeceklerini
sanıyorsun değil mi? Başımdan geçen ve beni çok sarsan bir anımı paylaşmak
isterim. Bir gün bir ilim meclisinde sohbeti can kulağıyla dinlerken gözüm
orada bulunan birkaç genç delikanlıya takıldı. Allah (c.c) kalbimi biliyor ya
uzun süre imrenerek izledim ve düşüncelere daldım. Sohbet gitti kulaklarımdan,
ben başka alemlere gittim o an. Baktım baktım baktım. Kılık kıyafet ehl-i
sünnet. Başlar edeple önde. Zaman zaman hocalarının gözüne haya ile bakıp acaba
hocamız bize bir mesaj verir mi diye yokluyorlar. Yaşları en çok 20 ila 30
arası. Yüzlerinden nur saçılıyor. Bunlarda genç değil mi? Bunlarında nefsi var
değil mi? Hevesleri var değil mi? Ne yapmışlar? Allah (c.c) ve Resulullah
(s.a.v) diyorlar susarken bile. Kalkarken bile. Yürüyüşleri bile Allah (c.c) diyor.
O’nun emrine yürüyorlar. Resulullah (s.a.v)’in sünnet-i seniyyesine adım
atıyorlar. Beni düşüncelere salan neydi biliyor musunuz? Bunlar insan mı?
Bunlar insan ise ben neyim? Ben insan isem bunlar ne? Ayrımı yapın bakalım. Yaa!
Öyle kolay değil bu mesele. Öyle kolay değil cennet. Öyle kolay değil Rabbin
rızası. Öyle kalp temizliği falan filan fasarya. O şeytanın senin nefsini,
gönlünü pışpışlaması. Hem de dik alası. Bir insanın kalbi hakiki manada temiz
olsa Allah’a meyleder. Kalp Allah (c.c) evidir. Hakiki manada tertemiz olsa o,
Allah (c.c) demeden asla mutmayn olamaz. Asla. Asla huzur bulamaz.
Ben
Müslüman’ım diyen adam yalan konuşamaz. Ben Müslüman’ım diyen adam hak yemez. Kardeşinin malını yemez. Ben
Müslüman’ım diyen adam Allah (c.c)’ın haram kıldığı yerde oturamaz. İnsanları
kandıramaz. Onların hayalleriyle oynamaz. Öyle kolay değil Müslüman olmak. Öyle
iki satır Kur’an okumaylada Müslüman olunmaz. Bir Müslüman ağzından çıkan söze
sadık olur. Canı pahasına olsa dahi konuştuğunun arkasında durur. Sen Kur’an-ı
ye yut istersen. Hayatına hakiki manada tatbik etmiyorsan, benim Çin Halk
Cumhuriyeti milli marşını ezberlemem gibi bir şey olur. Ezberlesem ne olur ki.
O ruhu taşıyor muyum? Hayır. Eeee? Boş. Müslüman hakiki manada Allah (c.c)
kitabı Kur’an-ı Kerim’i hayatına hem ahlaken, hem ilmen, hem fikren, hem fiilen
tatbik eden insandır. Ben Müslüman mıyım? O zaman sana bir vaadde bulunuyorsam
Müslüman vaadine sadık olur. Politikacılar gibi günün iklimine göre yelken
açmaz. Müslüman güvenilir olur değil mi? Kalbin temizse bu hayatının her anına
yansır. Allah dostu yüzlerce sayıya ulaşmış kalabalıktaki cemaatine bakmış ve
“Eyvaahhh eyvaaahh. 3 kişi bile olamadık” demiş. Ömrüne bereket olsun. Ne güzel
söylemiş. 300 kişi den 3 kişi çıkmıyorsa biz bittik demektir. Hesap günü çok
yakındır. Vallahi çok yakındır. O günü düşünmeliyiz. O gün çok çetin olacaktır.
Ben bütün gençlerimiz için Ümmed-i Muhammed için derin endişeler içerisindeyim.
Ne
olur kendimize gelelim. İblis bizi görüyor ve inanın her hareketimizde yüreği
yağ bağlıyor. Çook mutlu oluyor. Oysa biz kaybediyoruz. Emin olun kaybediyoruz.
Ebedi bir hayatı çok ucuza terk ediyoruz. İblise satıyoruz.
Allah’ın Resulü (S.A.V) neden evinden
uzaklaştı?
Kovulmuş,
sonsuza değin lanetlenmiş İblis taifesinin pek yakın ilişkide olduğu ve bu
ilişkilerinde onları farkından olmadan kullanıp kışkırttığı, sosyal hayatımızın
derin ve kanayan yarasıdır kadınlarımızın hali. Kimseyi tenkit etmek değil
niyetim demiştim. Farkındalık tesis etmek. Kadınlarımız. Bunlar dediğim gibi
UFO ile gelmiyorlar buralara. Senin benim ailemiz, akrabamız. Kadınlarımızın
durumları erkeklerden çok daha vahimdir ki bunu söylememe en büyük sebep setr-i
avrettir. Nedir setr-i avret? Avret yerlerini örtmek. Örtmek mi? Örtünmekte ne?
Hangi asırda yaşıyoruz, insanlar uzaya gidiyor diyen kardeşlerim. Örtünmek
Allah (c.c)’ın emri. Kadınlarımıza, kızlarımıza, Allah (c.c)’ın en, en ve
sayısız en kadar çok ve yine bir o kadar büyük emri. Ve siz erkek kardeşlerim.
Eminim biliyorsunuzdur, lakin ben yine de hatırlatayım. Kızlarımızın,
kadınlarımızın örtünmesinden bizlerde hesaba çekileceğiz. Sanmayın ki onlar
yanacak sadece bu sebepten. Eğer sen kızına, eşine bunu yaptırmıyorsan, vallahi
sende bunun hesabını vereceksin. Örtünmek Allah (c.c)’ın en büyük emirlerinden
biri. Kardeşlerim! Eğer Kur’an-ı Kerime inanıyorsak ki amenna ve saddakna. İşte
kanıtı;
“Mümin
kadınlara da söyle. Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar.
Ziynet yerlerini açmasınlar. Bunlardan kendiliğinden görünenler müstesnadır.
Baş örtülerini yakalarının üzerine koysunlar. Ziynet yerlerini kendi
kocalarından, babalarından, kocalarının babalarından, oğullarından, kocalarının
oğullarından, kendi erkek kardeşlerinden, kendi erkek kardeşlerinin
oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, kendi kadınlarından,
kölelerinden, erkeklik duygusu kalmayan hizmetçilerinden veya henüz kadınların
gizli yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkalarına göstermesinler.
Gizleyecekleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Ey Müminler
hepiniz Allah’a tövbe edin. Böylece korktuğunuzdan emin umduğunuza nail
olursunuz..” ( Nur-31 )
Ve
bir diğer ayette Allah (c.c) şöyle buyuruyor;
“
Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle,
cilbablarına sarınsınlar. Bu onların cariye olmadıklarının hür ve iffetli
olduklarının bilinmesi ve onlara eziyet edilmemesi için daha uygundur. Ve Allah
Ğafurdur, Rahimdir.”(Ahzap-59)
Çok
dikkat edilmesi gereken nokta şudur ki bu emir “Müminlerin kadınlarına da
söyle” şeklindedir. Ben Mü’min değilim diyorsak o zaman sorun yok. Muhatap biz
değiliz demektir.
Artık
örtünme konusunda daha ne denilir. Yoruma açık mıdır? Asla.. Alemlerin Rabbi
olan, Rahim ve Kerim olan Allah (c.c) böyle emretmiştir ve konu kapanmıştır.
Bunun en güzel uygulaması iki cihan serveri, yaratılanların en hayırlısı
Efendimiz Hz. Resulullah (s.a.v)’ın hayatında bakın nasıl cereyan ediyor.
Resulullah
(s.a.v) bir gün Hz.Aişe (r.a)’nin evine girer. Bu sırada Hz. Aişe (r.a) annemizin
yanında kız kardeşi Hz. Esma (r.a) vardır. Allah’ın Resul’ü onu görünce hemen
dışarı çıkar. Bunun üzerine annemiz Hz.Aişe (r.a) hemen kız kardeşine dönerek “
hemen buradan uzaklaş. Resulullah sende hoşlanmadığı bir şey gördü.”der. Hz.
Esma (r.a) oradan uzaklaşınca Resulullah (s.a.v) içeri girer. Hz. Aişe (r.a)
Alemlerin Sultanına “ Ya Resulullah ! Niçin az önce buradan uzaklaştın?” der.
Allah’ın Resul’ü kendi elbisesinin yenini yalnızca mübarek parmakları görünecek
şekilde üzerine çekerek “ Kız kardeşini görmedin mi? Mümin bir kadın işte
şurasından başkasını göstermez.” buyurur. (Mecmeu’zzvaid nr4168)
Yine
bir gün Sevgililer sevgilisi Habibullah (s.a.v)’ın huzuruna Hz. Ebubekir
(r.a)’in kızı Hz.Esma (r.a) ince bir elbise ile girer. Bunu gören Resulullah
(s.a.v) ondan hemen yüz çevirir ve şöyle buyurur;
“
Ey Esma! Şüphesiz kadın ergenlik çağına girdiğinde onun şu ve şu yerlerinden
başkasının görünmesi uygun değildir.” buyurur. Resulullah (s.a.v) bunu
söylerken mübarek yüzüne ve avuç içlerine işaret etmiştir.
Bir Kadın Etini Neden Teşhir Eder?
Ey
kardeşlerim! Hiç düşünmez miyiz ki Cenab-ı Hakk en değerli şeyleri örtmüştür. En
değerli mineral elmastır. Ve yerin binlerce metre altında binlerce santigrat
derece ısı ve yüksek basınç altında Carbon elementinin birbirleri ile kovalent
bağ yapması ile oluşur. Ve orada, ana kayacın içerisinde dört bir yanı örtülü,
ışıktan havadan uzak kaldıkça değeri
artar. Açık arazide gezerken hiç elmas bulan olmuş mudur? Yine en değerli
kayaçlardan granit ve andezit yerin binlerce metre altında, aynı şekilde eriyik
lavların bir katman yukarıda soğuyup katılaşması ile oluşur. Yer yüzünde çıplak
halde bulunan çakıl taşı mı değerlidir yoksa granit mi? Bir farklı örnekte,
yerin yüzlerce metre altında, deniz canlılarının ( bitki ve hayvan vs) havadan
ve ışıktan uzak, yüksek sıcaklık ve basınç altında, yüzmilyonlarca yıl kalıp,
çok değişik yapıda hidro carbon zincirleri şeklinde kimyasal reaksiyona girmesi
sonucunda oluşan, bugün dünyanın en değerli enerji kaynağı ham petrol değil midir?
Ve o da değerini yüzmilyonlarca yıl, çok ama çok derinlerde, havadan ışıktan
uzak, jeolojide örtü katmanları denilen tabakaların arasında edinmez mi?
Neden
en değer verdiğimiz eşyalarımızı, takılarımızı kutularda saklarız? Dünyada
elden ele dolaştıkça değerini yitirmeyen ne vardır? Neden bir teneke yığını
olan otomobil bile satılırken gazetelere “ ilk sahibinden” veya “ garaj
arabası” diye ilan verilir ve neden kapalı garaj arabasının değeri ticari
olarak kullanılmış yahut şirkette şoförü dahi belli olmayan araçtan daha
fazladır ve tercih sebebidir? Bizim kadınlarımızın, kızlarımızın bir otomobil
kadar dahi kıymeti yok mudur? Binlerce insana teşhir edilirler. Neden? Allah
aşkına ne olur, bir kadın bana çıkıp şu sorumu açıklasın. Bir kadın neden etini
teşhir eder? Yıllardır bunu düşünürüm ama bulamam. Altın oran sayısıyla arzın
merkezini birbirine bağlarım, astral seyahat ile 4. boyutu anlarım ama bunu
zavallı aklım yıllardır bulamaz. Neden?
Ben
Kur’an-ı Kerim’e inanmıyorum veya ciddi manada acabalarım var diyorsa birileri,
onlara zaten sözüm yok. Yak dörtlüleri, geç en sol şeride, roket derim.
Bitmeyen yol var mıdır? Amaa, hem Müslüman’ım diyeceksin, hem de ağzını doldura
doldura “ Elhamdulillaaaahhh” diyeceksin, sonrada yaptığınla inandığın
örtüşmeyecek. Oldu mu? Olur mu?
Allah
aşkına dostlarım, kardeşlerim ! Çıkın sokağa bir gün, sadece 10 dakika Allah
(c.c) için, Allah (c.c)’ın şer-i kanunları çerçevesinde bakın bakalım. Burası
bir İslam beldesi mi? Norveç’ten, Londra’dan, Mexico City’den ne fark var?
Sadece günde 5 kere okunan ezanlar dışında. Her yerde meyhane, birahane,
zevkhane, kumarhane (iddia, toto, loto, at yarışı, piyango bayisi vs.),
meşkhane ve affınıza sığınarak yazıyorum kerhane. Yok mu? Yok deyin beni
ayıplayın. Yok mu? İslam beldesi burası, öyle mi? Dünyanın 10 farklı ülkesinden
10 aydın akademisyen getirin. Lakin uçakta gözlerini bağlayın ve nereye
gittiklerini bilmesinler. Bu 10 kişiyi gözleri bağlı şekilde Taksim’e indirin
ve İstiklal Caddesi’nde gözlerini açın. Sonra yine gözlerini bağlayın bağlı
şekilde Sarıyer’e götürün ve gözlerini açın. 5 dakika izlesinler. Sonra yine
gözlerini bağlayın ve bağlı şekilde Nişantaşı’na götürün ve orada da açın.
Tekrar bağlayın ve Bostancı’ya götürün. Daha sonra Kadıköy rıhtıma. Daha sonra
Bağdat Caddesi’ne. Daha sonra Bebek sahile ve sonra Tarabya sahile. Sonra
sorun. Biz nasıl bir ülkedeyiz.
a- Musevi
b- İsevi
c- Yezidi
d- Süryani
e- Şinto ( diyeceğim ama çekik gözlü
değiliz, olsun onu da koyalım şıklara)
f- İslami
g- Sihi ( araya üç beş tane alnının
ortasında kına dövmeli kadın sıkıştırırız)
h- Hepsi
Sizce
hangi şıkkı işaretlerler? Çok acı değil mi? Ve bizler artık kanıksıyoruz
herşeyi. Normal geliyor değil mi? Amaaan yaa bu adam ne zırvalıyor diyenleriniz
vardır eminim.
“Ya Rabbi ! Ben Bunları Tanımıyorum !”
Peki
dostlar. Hani olmazda, olduğunu farz edelim. Resulullah (s.a.v) yeryüzünde
olsa, yaşasa şu an. Düşünelim ama. Hakikaten. Kaçımız onu evinde misafir
edebilir? Şu şehirde, sokaklarda, caddelerde yürüse ne derdi? Onun devrinde,
henüz İslamiyetle şereflenmemişken yeryüzü ve insanlık, yani cahiliye devrinde,
bugün olan sapıklıklar açıklıklar var mıydı? Kadınlar o devirde böylesi çıplak
geziyor muydu? Nasıl ümmetiz biz? Ve hangi yüzle onun ümmetiyiz diyeceğiz
mahşerde? “ Benim bir sünnetimi yapmadınız, Allah’ın bana ve benden önceki
bütün Peygamberlere ve ümmetlerine farz kıldığı namazı terk ettiniz, faizi
yutma yuttunuz, zina sizin için övünç kaynağı oldu, erkekler hayatına giren
kadınların sayısıyla birbirine övünür oldu, toto, loto, piyango, iddia, at
yarışı, it yarışı en büyük eğlenceniz oldu, bira, rakı milli içkiniz oldu,
günlerce bir selat-u selam getirmediğiniz ve hatta günlerce kelime-i şehadet
etmediğiniz zamanlar oldu, günlerce Allah’ı bile hatırlamadığınız oldu, maçlar,
diziler, sinema filmleri, alışveriş merkezleri, cafeler hayatınızın merkezi, en
büyük uğraşınız oldu, başınız bayramdan bayrama secdeye varır oldu, küfür
jargonunuz, yalan en büyük lisanınız oldu, kalp kırmak meziyet, bismillah size
eziyet gelir oldu. Şimdi ben sizi tanımıyorum.” Ve Rabbine nida ederek “ Ya
Rabbi ! Ya Rabbiiii ! Ya Rabbiiii…. Ben bunları tanımıyorum. Bunlar benim
ümmetim değil.” derseeeee..
Eyy
kardeşlerim ! Allah için ne olur. Bunu derse Allah’ın Resul’ü. Bizim halimiz ne
olur?? Bizi kim kurtarır? Ateş bizi ne hale sokar. Allah (c.c) bize nasıl
muamele yapar?
Allah
(c.c)’ın Resul’ü Efendimiz (s.a.v) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur;
“Cehennem
kıpkırmızı kesilinceye değil bin yıl yakıldı. Sonra bembeyaz kesilene kadar bin
yıl daha yakıldı. Daha sonra simsiyah kesilinceye kadar bin yıl daha yakıldı. O
şimdi simsiyah ve kapkaranlıktır.” (Tirmizi Cehennem 8; İbn Mace Zühd 38)
Bir
başka hadis-i şerifte Resulullah (s.a.v);
“Şüphesiz kıyamet gününde cehennemliklerin azap itibarı ile en hafif
olanı ayaklarının altına iki kor parçası konulan ve sıcaklığından beyni
kaynayan kimsedir. O zanneder ki kendisinden daha şiddetli azap gören kimse
yoktur. Halbuki o azabı en hafif olandır.” buyurmuştur. (Buhari, Rikak 51;
Müslim, İman 363-364; Tirmizi, Cehennem 12)
Daha
söze hacet var mı? Allah şahidim olsun ki elimde olsa, bir kişiyi İblisin
arkadaşlığından kurtarmak için ciğerimi çatlatırcasına anlatırdım. Sadece
Rabbimin rızasını kazanmak için. Ne mutlu onlara ki onlar için korku, elem,
üzüntü yoktur.
“ 3 Kişi Bile Olamadık !”
Acı
bir şekilde görüyoruz ki insanlarımızın çok çok fazlası adeta efsunlanmış,
afyonlanmış şekilde inandık diyor, iman ettik diyor ama amelde zerre kadar
bağdaşmıyorlar. Bu çok acı verici bir durum değil midir? Bu yekunun içinde
Kur’an-ı Kerim’i okuyanlarda var. Benim sözüm sadece yoncalara değil. Başak
edasıyla dolaşanlara da.
Onlara
da tek sözüm Kur’an-ı Kerimden.. Bilenler bunun ne anlama geldiğini çok çok iyi
anlayacaklardır hiç kuşkusuz. Ne müthiş bir cevaptır o.
“
Ey İman edenler ! Allah’a Peygamberlerine ve Peygamberlerine indirdiği kitaba
ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı meleklerini kitaplarını
peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse derin bir sapıklığa düşmüş olur.”
(Nisa-136)
Dikkat
ediliyor umarım ! “Ey iman edenler, iman edin”… Söylenecek fazla söze lüzum
görmüyorum. Ve biliyorum, yaşıyorum diyenler eminim ne demek istediğimi çok iyi
anladılar. Yok anlamak istemiyorlarsa bundan önceki 4 ayeti de okusunlar ve
sonra bunu tekrar okusunlar, eminim anlayacaklardır.
Diyor
ki Allah dostu en yakınındaki arkadaşlarına “ Sizin aranızdan 70 kişi gerçek
manada İslamiyeti yaşasın, bu ülkede devrim olur”
Ve
yine bir sabah namazında onun deniz derya sohbetini dinlemeye gelen yüzlerce
ihvan’a bakıp gözlerini kapatıyor, sadece çok yakınındaki bir iki kişinin zar
zor işittiği “ Eyvaaahhh. Eyvaaahh.. 3
kişi bile olamadık !” sözcükleri dökülüyor ağzından.
Ne
acı değil mi? Bir sabah namazı ve bin kişiye varacak, yüzlerce insana sadece 10
saniye kalp gözüyle bakıp durumun vahametine yanmak. Ne acı.
Okuyan
kardeşlerim. Evet okuyoruz. Okuyoruz da dediğim gibi sadece akciğerlerden gelen
havanın ses tellerimizin birbirine yaklaşıp uzaklaştırarak bir ses dalgası
oluşturuyoruz. Hepsi bu.
İnanmak
uygulamak demektir. İnsan akşam olunca kendi evi olduğuna inandığı eve gider.
Sen hiç komşusunun kapısına dayanan adam gördün mü ? İnanmak uygulamayı gerektirir. Sen hiç “yemek
yemeden durabilirim, o parayı da tasarruf yaparım” diyen birini gördün mü?
Yemek yemeden hayatta kalacağına inanan kaç kişi vardır? İnanmak harekete
geçmektir, adım atmaktır. Ay sonunda patronunun sana maaşını vermeyeceğine canı
gönülden inanırsan, sabah kalkıp işe gider misin? Hayır değil mi? Bütün bunlara
katılıyorken, Hakkın Kelamı dediğin o kutsal kitabın ayetlerine neden
inanmıyoruz? Sakın…Sakın inanıyoruz demeyin bana. Kendimizi kandırıyoruz.
Bakalım İlah-i Huzur’da Celle Şanühu kanar mı? Sümme haşa.. Asla. Asla. Asla.
Allah (c.c)’ın Affına Güvenenler
Dikkat!
İnanıyor
muyuz? O zaman neden uygulamıyoruz? Neden? Bakın değerli dostlar. Son zamanlarda
yazılı ve görsel medyada müthiş derecede “Rabbin merhameti sonsuzdur, zina
yapanda afv olacak. Hiiçç korkma. Devam. Çal çırp, bina yap, üstüne de kaçak
kat çek, malzemeciye de karşılıksız çek, Rabbin afv ve mağfireti sonsuzdur..”
mod medyanı zerk ediliyor. “Aman canım ne var, ben yetim hakkı yemiyorum,
hırsızlık yapmıyorum, yalan konuşmuyorum, kimsenin kuyusunu kazmıyorum, en kral
Müslümandan daha düzgün yaşıyorum” safsatalarıyla kendini avutan, sayısı hiçte
yadsınamayacak kadar fazla insan görüyorum. Bakın bu duruma Cenab-ı Hakk nasıl
cevap veriyor.
“Ey
insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının.
Ne babanın evladı ne evladın babası namına bir şey ödeyemeyeceği günden
korkun. Bilin ki Allah’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi
aldatmasın ve şeytan, Allah’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.”
(LOKMAN-33)
Daha
bundan açık bir ifade olur mu? Daha nasıl izah edilebilir durum? Açıklamaya,
üzerinde yorum yapmaya gerek dahi duymuyorum. Sonsuz kere hamd-ü senalar olsun
Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c)’a.
Hala
bunu okuyup “ben haram yemiyorum, ben çalmıyorum çırpmıyorum, benim kalbim
temiz.” diyenleri zebaniler çok güzel çırpacak
7 metre patiskanın içerisinde. Elbette ki çalmamak, haram yememek, yalan
konuşmamak, güler yüzlü olmak, insanlara hayırlı, iyiliksever olmak bir
Müslümanın olmazsa olmazıdır. Lakin temel taşlar olmadan bunların Allah katında
zerre ehemmiyeti yoktur.
"İçinizden
her kim dininden döner ve kafir olarak ölürse, işte onların dünyaya ve ahirete
yönelik tüm yaptıkları boşa gidecektir. Yaptıkların iyilerin faydasını bu
dünyada da öte dünyada da göremeyeceklerdir. Onlar cehennem halkıdırlar ve
sonsuza kadar orada kalacaklardır.” (Bakara-217) de Cenab-ı Hakk Celle Şanühu bu
durumu çok açık bir şekilde ifade etmektedir. Bununla birlikte yine;
“İnkar
edenlere gelince, onların işleri engin ve ıssız bir çöldeki serap gibidir ki
susayan kimse onu su zanneder. Nihayet oraya vardığında umduğundan hiçbir şey
bulamaz. Fakat Allah’ı bulur. O da onun hesabını tam tamına görür. Allah hesabı
çok çabuk görendir.” (Nur-39)
ayet-i kerimede çok açıkça anlaşıldığı üzere iman
etmeyenlerin yaptıkları iyiliklerin nazar-ı İlahi’de zerre kadar ehemmiyeti
olmadığı anlaşılmaktadır. Kainatı yoktan var eden Allah (c.c) bu durumu çöldeki
seraba benzetmesi de çok çok anlamlıdır. Çünkü insanlar çölde su olduğunu
sanarak aldanır ve o istikamette doğru yolda olduğunu zannederler, buna
inanırlar ama vardıklarından umduklarının zerresini orada bulamazlar. Tıpkı bu
dünyada yaptıkları iyiliklerin karşılığını alacaklarını sanarak iman etmeden
boş bir serabın peşinden gitmeleri gibi.
“Vallahi Cennete Gidemezsin !”
Cebinizde
500 Milyar Metical olsun. Siz bunu alıp bir markete gidin. Bakalım onunla bir kutu sakız alabiliyor musunuz. Yada bir döviz
bürosuna gidin. Nafile. Ama bu para ile Mozambik’te çok şeyin sahibi olabilirsiniz.
Burada o banknotlar sadece çöptür.
Hakiki manada iman etmiyorsak, yapılan iyilikler muhatabı için çok şey
ifade edebilir, lakin kainatın sahibi, bizi yokken bir su damlasından var eden,
muhteşem bir ahenk içinde ( hücreler, organlar vs) donatan ve yine vakti
geldiğinde bizi toprak edecek olan ve yine vakti sadece kendi katında saklı
dirilme günü geldiğinde diriltip bölük bölük huzuruna toplayacak olan, hesap
gününün yegane sahibi olan Allah (c.c), yapılan onca hayırlı işlerin kendi
katında ise hiçbir şey ifade etmeyeceğini, yapılan dünya kadar iyiliğin çölde
seraba benzediğini Nur suresi 39. ayette açıkça söylemiyor mu? Söylüyor.. Peki
daha neyin serhoşluğunda bu millet? Kime bu Showlar?
Demek
ki ilk şart neymiş? Yani yapılanların Nazar-ı İlah-i de bir kıymet teşkil
etmesi için olmazsa olmaz neymiş? İman.
“Bismillahirrahmanirrahim”
Amentübillahi
( Ya Rabbi ben iman ettim)
Ve
Melaiketihi ( Meleklerine)
Ve
Kütübihi ( Kitaplarına)
Ve
Rusulihi (Peygamberlerine)
Velyevmilahiri
(Ahiret Gününün Hak Olduğuna)
Vebilkaderi
(Kadere)
Hayrihi
ve Şerrihi MinAllahi Teala (Hayır ve Şerrin Allah’tan Geldiğine)
Velbağsübağdelmevti
Hakkun ( Öldükten Sonra Dirileceğime)
Eşhedüenlailaheillallah
ve Eşhedüenne Muhammeden Abdühu ve Resüluhu (Ben Şahitlik Ederim ki Allah’tan
Başka İlah Yoktur. Ve Yine Şahitlik Ederim ki Hz.Muhammed (s.a.v) O’nun Kulu ve
Resüludur)
Herkesin
bildiği üzeredir değil mi bu? Evet kesinlikle. Şimdi bunu alıp beynimize 28 lik
mıh ile çakacağız. Tek bir tanesine zerre kuşku duydun mu, o imanı iman
değildir. Zerresini damarlarında, her hücrende, yapı taşında, kelimenin tam
anlamı ile hücre çekirdeğinde hissetmiyorsan o iman iman değildir. Birini dahi
dışarıda bırakamazsın. Amaaa ne dedik? Eğer iman ediyorsak. Ediyorsak eğer, zaten
iş dönüyor başa yine. Uygulayacaksın. Hiç esneme payımız yok. Asla. Nasıl
Kur’an-ı Kerim’in tek bir ayetine inanmayan tümden kafir ise, bu da aynen öyle.
Bir maddesine kuşkun varsa, iman toz kaldırmaz. İman göz nurundan hassastır.
Gözün çıkar, yedeği vardır. İman çıktı mı? Bittin! Ejderha olsan, dünyayı yesen
yutsan, gün görmemiş elmasları çıkartıp fakire fukaraya yedirsen, Afrika’daki
açları doyursan asla ve asla cenneti
iğne deliğinden bile göremezsin.
Sadece
ve “kütübihi”yi ele alırsak ne bizim ömrümüz yeter, ne yazan kalemler yeter
hakkıyla anlatmaya. Kur’an-ı Kerim’e inanıyorsak eğer, biz inandık demek
yetmiyor. Hiç kimse kendini kandırmasın, buna ben de dahil. Öyle kolay değil bu
mesele. İnandıysak tatbik edeceğiz. Nasıl? Herkes çok iyi biliyor, lakin işine
gelmeyen İnönü oluyor hemen. Allah (c.c)’ın “Seni yaratmayacak olsaydım kainatı
yaratmayacaktım” dediği Habibullah ( Allah’ın Sevgilisi ) ki hiçbir mahlukat
yokken ve hatta uzay ve galaksi sistemleri dahi yokken nurundan yarattığı Efendimiz
(s.a.v) dahi günde yüz defa tövbe-i istiğfar
çekerken bize ne oluyor? Ne olması gerekiyor artık dirilmek için kardeşlerim?
Daha ne gerekiyor?
“Ey
kızım Fatıma! Ben Muhammed’in kızıyım diyerek sakın namazını terk etme. Zira
beni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki beş vakit namazını
kılmadıkça asla cennete giremezsin.” (Meclisu'lEnvari'lMuhammediye)
Daha söze hacet var mı? Böylesine kutlu bir Peygamber, alemlerin
rahmet sebebi, Allah (c.c)’ın sevgilim dediği bir Nebi’nin kızı dahi olsa, 5
vakit namazını eda etmeyince cennete ASLA giremeyeceğine yemin ediyor Habib-i
Zişan Efendimiz (S.A.V).
Bunun üzerine ne diyecek acaba kalbi pek temiz olan muhterem
insanlarımız. İnananların namaz kılmaları konusuna nasıl önemle dikkat etmeleri
gerektiğini Mevla bizlere Kur’an-ı Kerim’de bir çok Ayet-i Kerime’de defalarca
anlatırken, ölüm gelip bizi yakaladığında ne diyeceğiz? “Ya Rabbi, bizi dünyaya
gönder sana hakiki manada kulluk nasıl yapılır gösterelim” mi? Ama bununda
zerre kadar önemi olmayan bir boş laf
olduğunu Cenab-ı Hakk bize Kur’an-ı Kerim’de söylüyor. Daha neyin peşindeyiz?
Zerre kurtuluşu affı yok. Namazı kılacağız.
İşte
bundan sonra diğer ameller değer kazanıyor. Neymiş? Dinin direği, ana taşıyıcı
kolanları 5 vakit vaktinde eda edilen namaz. Bu yoksa diğerlerinin pek bir
ehemmiyeti kalmıyor. Kısacası bu konunun özeti şudur değerli dostlar. Namazın
zerre kaçışı yok, esneme payı yok ve dahi zerre kadar mazereti de yok. Şu örnek
sanırım bu konuda nokta olacaktır. Diyelim ki Allah muhafaza felçlisiniz.
Vücudunuzda hiçbir yere hakim değilsiniz. Eğer aklınız başınızdaysa
kılacaksınız. Yatakta ve göz ile. Ruh ile. Mana ile. Başka söze hacet var mı?
Sonra
oruç, zekat ve diğerleri. Bunlarla birlikte ise salih ameller. İşte bundan
sonra yapılan salih amellerin ecri Rabbin katındadır ve zerre kadar haksızlığa
uğramaz.
“
Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz)
Allah’a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir
görevdir.” ( BAKARA-45)
“Ancak
defteri sağdan verilenler böyle değildir. Onlar cennet içerisindedir. Suçlulara
“ Sizi bu yakıcı ateşe sürükleyen nedir ?” diye sorarlar. Onlar şöyle cevap
verirler. “Biz namaz kılanlardan değildik.”
( MÜDESSİR 39-43)
Çok
dikkat edin. Bakın Allah (c.c) ne diyor Ayet-i Kerime’de; O namaz ki Allah’a
saygı duymayanlara pek ağır gelen bir iştir diyor. Daha nasıl izah edeyim
durumu. Ben daha nasıl anlatayım. İşe yarayacaksa kelimelere 80 takla
atlatayım. Lakin ben bilirim ki anlamaya niyeti olan çoktan anlamıştır.
Kulakları ve kalbi sağır olana da 12 ciltlik iman risalesi yazsam anlamaz,
hatta okumaz. Ruhu onu boğar. Bu yazılanları okurken daralır, sıkılır ve hatta
çok kuvvetli ihtimal bu satıra kadar dahi gelemez.
Allah
c.c’ın Resulü Efendimiz S.A.V buyurdular ki “ Allah’ın en çok sevdiği amel,
vaktinde kılınan namazdır.”
Rabbine Hergün 5 Kez İsyan !
Kime
secde etmiyoruz değerli dostlar? Hiç düşündük mü? Kime bu gurur? Kime bu kibir?
Yoo haşa demeyin. Bir kişi, kendisini yoktan var edene, yedirip içirene, kendi
mülkü olan yeryüzünde serbestçe gezdirene secde etmiyorsa bunun adı sadece
kibirdir, inattır, ayak diremedir. Bunu bize makul gösteren ise Şeytan’ın;
“ Amaaan bir sürü işin var işlerini bitirince
kılarsın.”
“
Daha çok gençsin, hayat kaçmıyor ya, şöyle 50 falan olunca bi tövbe edersin
kılarsın, nasılsa Allah affeder.”
“
Ne yani işi gücü bırakıp namaz mı kılayım? Aç mı kalayım?”
“Çalıştığım
yerde nerede kılacağım. Kalk abdest al, yer bul, namaz kıl. Ohoo işimden
olurum.”
“Bir
eksiğin namaz olsun, o da olmayıversin canım ne olacak. Senin ne iyi yönlerin
var.”
“
Baksana şu namaz kılanlara, her türlü pisliği yapıyorlar. Vallahi sen onlardan
daha dindarsın, kalbin melek gibi.”
“Ne
yani, şimdi bir tek namaz kılmıyorum diye cehennemi mi gideceğim. Bu çok
saçma.”
“
Namaz kılıp onca pis işleri yapacağıma namaz olmayı versin ama dürüst olayım,
mert olayım, hak yemeyeyim bana yeter”
“Bence
durumu çok abartıyorlar. Din diye bir sürü hurafeleri insanlara yutturuyorlar.”
gibi
sayısız, kişiye ve ruha özel tasarım, ikna edici, pek mantıklı gerekçe ve
telkinleri vardır.
Biliyor
musunuz, şimdi laf tamda sıraya geliyor. Öyle Hristiyanlar var ki senden benden
çok daha dürüst. Zerre kadar yalan da söylemiyor ve kimsenin hakkına hukukuna
tecavüz etmiyor. Bir o kadar mert, işini çok düzgün yapan ve kimsenin malına
mülküne zerre tecavüz etmeyen Yahudi yok mu? Var. Şimdi oldu mu peki? Eğer
Allah (c.c)’ın rızasını kazanmak ve cennete gitmek için iyi olmak, dürüst
olmak, mert olmak, yardımsever olmak yetiyorsa, senden benden onlarca kat daha
yardımsever Yahudi ve Hristiyan yok mu? Var. O zaman onlarda cennete mi gidecek?
Habib-i Zişan Efendimiz (s.a.v)’e inanıp tabi olmadıkça, Kur’an-ı Kerim’e iman
edip hayatında tatbik etmedikçe gidemeyeceğine göre. Çözümleme çok basit.
İyilik, doğruluk yetmiyor. Mesele bu kadar basit.
Peygamberler
zamanı. Henüz 40’lı yaşlarda Tüccarlık yapan bir adam, sabah erkenden kalkar ve
müşterilerinden alacaklarını toplamak için yola koyulur. Kapıdan çıkar çıkmaz
genç bir adam ona selam verir.
“Nereye
gidiyorsun?” der.
O
da “falan yere gidiyorum” der.
Genç
adam tüccara “izin verirsen eğer ben
sana yol arkadaşı olmak isterim” der.
Çok
fazla arkadaşı olmayan tüccar bunu kabul eder. Çünkü çok yalnızdır ve hiç doğru
dürüst dostu yoktur. Birlikte yola koyulurlar. Yolda ilerlerken aralarında son
derece sıcak sohbetler geçer ve derken bir köyden geçerlerken öğle ezanı
okunur. Bu iki arkadaş yemeklerini yerler ve aynı hoş sohbet ile yollarına güle
oynaya devam ederler.
Bir
başka mezrayı aşarken ikindi ezanı okunur ve tüccar yol arkadaşına “dilersen
burada biraz dinlenelim” der. Genç adam bunu kabul eder. Bir süre dinlendikten
sonra yola koyulurlar ve biraz daha ilerlediklerinde bir kasabaya varırlar ve
orada akşam ezanı okunur. Bu iki dost akşam yemeklerini de yerler ve bir süre
dinlendikten sonra tekrar yola koyulurlar. Derken gece hayli ilerler ve yatsı
ezanı okunur. Bu iki dost günün yorgunluğunu atmak için ve ertesi güne daha
zinde başlamak için bir handa konaklarlar. Sabah olur iki dost tekrar yan yana
gelir.
Tam
yola çıkacakları esnada tüccara katılan yol arkadaşı o’na “ Seninle benim
dostluğum buraya kadar. Artık bensiz yoluna devam edeceksin” der.
Buna
çok üzülen tüccar “ Neden? Seni üzecek incitecek bir şey mi yaptım? Eğer
anlamadan bir hatam olduysa, ne olur beni affet. Söz veriyorum bundan sonra
asla seni incitecek hiçbir şey yapmayacağım” der.
Lakin
adamın kararı kesindir ve ona “ Bak !! Aksine, sen beni çok memnun ettin. Ben
kimim biliyor musun? “ der.
Şaşkın
ve üzgün tüccar “ Hayır bilmiyorum, lakin sen çok iyi bir dostsun” der.
Bunun
üzerine adam “ Ben iblisim.” der. “ Ben ki yeryüzünde ve arşı alada Allah’a
secde etmedik tek karış yer bırakmadım. Ben ki bütün meleklerin vaiziydim. Ben
ki binlerce yıl Allah’a sadece ve sadece ibadet ederek yaşadım. Bir kere,
sadece bir kere Allah’a asi geldim ve emrine itaat etmedim. O’da beni ebediyen
lanetlenmiş ve sonsuza dek cehennem ehli kıldı.” der.
Adam
hayretler içerisinde adeta nefes dahi almadan yol arkadaşını dinlemektedir. Ve
devam eder.
“
Sen ise çok kısacık bir günde tam 5 kere Allah’a isyan ettin. Emrine itaat
etmedin. Ben vallahi de korktum. Sen çok cesursun. Ben seninle artık asla
arkadaşlık yapmam.” der.
Ne
acı değil mi? İblisi dahi korkutacak insanların yeryüzünde var olması ve ne
enteresandır ki biz iman ettik demeleri ne acı değil mi? Ardımızda, yanımızda
iblis. Sürekli ama her an, göz açıp kapayacak kadar bir zaman dahi şeytan bizi
yalnız bırakmıyor. Sürekli nefsimizi kabartacak, nefsimize hoş gelecek şeyleri
bize fısıldıyor. Farkında mıyız?
- Sen
iyi bir insansın, merhametlisin, onca iyiliklerin de var. Ne yani onlar boşa mı
gidecek. Tabi ki hayır. Allah’ın bağışlaması çoktur. Bi tövbe edersin olur
biter.
-
Daha
çok gençsin. Yaşlanınca bi tövbe edersin namaza başlarsın. Haaahhh işte
tamaaaamm. Neyi dert ediyorsun?
- Baksana
etrafına ne insanlar var. Senin yaptığın ne ki. Ne yani bi namaz kılmıyorsun
diye cehenneme mi gideceksin?
-
Hurafe
hurafe. İnsanların uydurmaları bunlar. Din diye hurafelere inanıyorlar.
- Yav
ne örtünmesi? Bu zamanda? Yok daha neler. İnsanlar senin için ne der biliyor musun?
Yobaaaazz. Gericiii. Bağnaaazz. Kendine gel kendine. Saçmalama. Ne varmış
kıyafetinde? Onların içi fesat. Senin kıyafetin gayet masum. Senden daha beterleri
var seninki ne ki. Uzay çağındayız. Bu devirde olur mu böyle şeyler.
Daha
neler neler. Şeytanın işi bu. Yeryüzündeki tek amacı işi bu. Seni Allah (c.c)’tan
uzaklaştırmak. Resulullah (s.a.v) sünnetinden uzaklaştırmak. Yemek yemez o,
uyumaz, dinlenmez, dalmaz, yorulmaz. Sen uyurken bile uyandığında sana neleri
fısıldayacağını düşünür. Seni senden çok daha iyi tanır. İsteklerini,
zevklerini, heyecanlarını, zaaflarını vallahi de senden çok daha iyi bilir.
Resulullah
(s.a.v) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur; “Kocası gurbette olan (yabancı) kadınların yanına
girmeyin. Zira şeytan birbirinizin içinde
vücudunuzda kanın dolaştığı gibi (kendisini hissettirmeden) dolaşır.
(Tirmizi Rada 17-1172)
Bir
başka hadis-i şerifinde ise Resulullah (s.a.v); “ Şeytan insanoğlunun kalbinin
üzerinde tünemiş vaziyette bekler. Allah’ı zikredince siner çekilir, eğer Allah’ı
zikirden gaflet ederse vesvese verir” (Buhari Tefsir Kuleuzubirabbinnas 1)
buyurmuştur.
Attığımız
her adım, aldığımız her nefes, konuştuğumuz her kelamda onu mu memnun ediyoruz
yoksa Rabbimizi mi?
“And
olsun ki biz kendilerinden önceleri de denemişken insanlar sadece “ inandık”
deyince denenmeden bırakılacaklarını mı
sanırlar? Allah elbette doğruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da
ortaya çıkartacaktır.” (ANKEBUT 2-3)
Ölüm
gelip bizi uyandırmadan uyanmanın zamanı gelmedi mi? Müslümanca, Ümmetce
yaşamanın zamanı gelmedi mi?
Namaz
kılmayana kafir denmez. Ama unutmayın ki
kafirler namaz kılmaz.! Kime benziyorsak o’yuz. Öyle değil mi?
O
zorlu yollarda, dar ve karanlık geçitlerde, bir annenin evladından kaçtığı o
zor günde, insanların acı içerisinde kaçıp saklanacak yer aradığı ama
boğazlarına kadar tere battığı hesap gününde, Alemlerin Rabbi olan, Gafur ve
Kerim olan, Hayy ve Kayyum olan Allah (c.c) bizleri merhametiyle karşılar
inşallah. Rabbimizi merhametli ve bağışlayıcı bulmak için ona sunacak
amellerimiz olsun. Yine ve son kez hatırlatırım ki gerçek manada iman
etmeyenlerin dünyalar dolusu kadar iyi ve hayırlı işleri de olsa bunlar Rabbin
nazarında kasırgaya çıkarılmış bir kül yığını gibi olacaktır. Kasırga o kül
yığınından geriye ne bırakırsa, işte gerçek manada iman etmeyenlerin dünyalar
dolusu iyilikleri, hayırlı işleri de aynı külden arta kalanlar gibi olacaktır.
Rabbim
rızasını kazanarak, Resulünün mahşerde gurur duyacağı, “ İşte beni görmeden
bana inanan kardeşlerim, işte benim ümmetim.” diyerek kucak açacağı ümmet
olmayı hepimize nasip eylesin. Amin.
“Allah
şöyle buyuracaktır. Bu doğrulara doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara
içerisinde ebedi kalacakları zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah
onlardan razı olmuştur. Onlarda O’ndan razı olmuştur. İşte büyük kurtuluş ve
kazanç budur.” (Maide-119)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)