Kainatta ilk söz, son söz, her söz, Alemlerin Rabbi
olan Allah (c.c)’a aittir. Mutlak hüküm sahibi yalnız O’dur. Hamd O’na
mahsustur. Kainatta her şey O’na muhtaçtır. O, bütün eksikliklerden zayıflıklardan münezzehtir. O, doğmamış, doğurulmamıştır. Eşi ve ortağı yoktur. Hayy
ve Kayyum olan O’dur. O’nu hakkıyla tesbih edip yüceltmek ancak O’nun muhteşem
kelamı ile olur. Yarattıkları hangi lisanı kullanırsa kullansın, O’nu hakkıyla
yüceltemez, tesbih edemez.
Ey Alemlerin Rabbi olan Allah’ım!
Seni senin lisanındaki en sevdiğin, duymaktan en çok hoşnut olduğun sözlerle
tesbih ederim. Bizler aciziz, bizler eksiğiz, bizler zavallıyız. Sen
merhametlilerin en merhametlisisin. Sen bizlere yaptıklarımızla değil, sonsuz
merhametinle muamele eyle. Amin.
Akılla bulunan
ruha hükmeder. Telkinle bulunan terke nükseder.
“Hakkı söylemeyen, haksızlık
karşısında suskun kalan, dilsiz şeytandır.” (İbn Kayyim-Cevabu’l Vafi Syf 136)
Sahih kaynaklarda delili
olmamasına karşın bazı literatürlerin neredeyse cem-i cümlesinde yoğun bir kanı
ile Efendimiz (s.a.v)’e ait bir söz olduğu nakledilen bu sözle girizgahı yapmak
istedim. Çünkü temel noktada meselenin başı da bu, ortası da bu, sonu da budur.
Bu yazımızda sizlerle birlikte
müşahhas bilgi ve hadiselerden yola çıkarak, her düşünen insanın mutlak suretle
hayatına zaman zaman uygulamasının iman ve ihlas noktasında fevkalede
perçinleyici etkisi olduğuna inandığım bazı basit tümevarımlar yaparak ve yine mutlak suretle adalet terazisinde
zerre adaletsizliğe mahal vermeden, (teşbihte hata olmaz) birlikte kendimizi
mizana çekeceğiz.
“Bismillahirrahmanirrahim”
“Şüphesiz göklerin ve yerin
yaratılışında gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar
sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde Allah’ın gökyüzünden indirip
kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı
yaymasında, rüzgarları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip
çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.” (Bakara-164)
“Sana içki ve kumarı sorarlar. De
ki; “Onlarda hem büyük günah hem de insanlar için (bazı zahiri) yararlar
vardır. Ama günahları yararlarından büyüktür.” Yine sana Allah yolunda ne
harcayacaklarını soruyorlar. De ki; “ İhtiyaçtan arta kalanı.” Allah size
ayetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz” (Bakara-219)
“ Düşünesiniz diye Allah size
ayetlerini böylece açıklamaktadır.” (Bakara-242)
“Onlar ayaktayken otururken ve
yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerine
düşünürler. “Rabbimiz bunu boş yere yaratmadın. Seni eksikliklerden uzak
tutarız. Bizi ateş azabından koru.” derler.” (Al-i İmran-191)
“ Hala Kur’an’ı düşünüp anlamaya
çalışmıyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı
mutlaka onda bir çok çelişki bulurlardı.” (Nisa-82)
“Şüphe yok ki bunda düşünüp
görebilen kimseler için ibretler vardır.” (Hicr-75)
Kainatın ve bütün varlık aleminin
Rabbi olan, Hayy ve Kayyum olan Allah (c.c)’ın mübarek kelamı Kur’an-ı Kerim’de
yüzlerce ayette Cenab-ı Hakk Teala Hazretleri akılla üstün kıldığı ve yeryüzüne
halife tayin ettiği insanlık alemini düşünmeye ve onu diğer mahlukattan üstün kılan
aklını kullanmaya davet eder. Elbette bunda bir çok hikmetli sebepler vardır.
Akılla bulunan, ruha hükmeder, telkinle
bulunan, terke nükseder derim her zaman.
Benim bu sözüme paralel “Sokma akıl iki adım gider”, “ Akılsız iti yol
kocatır”, “Akıl insanı rezil de eder vezir de” gibi anonim, halk arasında pek muteber sözler de
aklın önemine vurgu yapmaktadır. Peki akıldan kasıt nedir? Kullanmadığımız yahut kullanamadığımız bir
şey bizim midir? Mesele aklını kullanmak ve düşünmektir elbette. İnsanlık alemi için hayati bir meseledir bu. Akıl ve aklın etkili kullanımı insanı diğer mahlukattan üstün kılan en önemli edinimdir.
Köprüden Önce
Son Çıkış
Aklın doğru ve etkili kullanımı neden önemlidir? Celeron 1.1 Ghz işletim
sistemine sahip, insanın ömrünü törpüleyen bir bilgisayar düşünün. En küçük
noktada, çok çok basit gibi görünen bir hatayı atladığınızda, kapatıp açarsanız
yahut sistem geri yükleme noktasına gönderirseniz meseleyi çözmüş olduğunuzu
zannedersiniz. Asla. Emin olun o problem hiç ummadığınız anda tıpkı insan
vücudunda kuluçkaya yatan, organizmanın direnç bakımından en zayıf olduğu anı
kollayarak, tam da o zamanda işe koyulup devasa bedeni yer ile yeksan eden,
gözle görülemeyecek kadar minik bir virüs gibidir. Çok çok önemli bir projeyi
hazırlarken, projenizin son halini tam kayıt edeceğiniz anda çıkagelir ve
aylarca süren emeğinizi bir anda yok edip, bir başka zamanda sizi darmadağın
etmek için geri dönmek üzere tasını tarağını toplayıp kuluçkaya yattığı hücreye
geri döner.
Sakın aramayın. Nerede olduğunu
asla bulamazsınız. Çünkü o, sizin sisteminizi darmadağın ederken, siz aldığınız
hasarın acısıyla onun menşeini, gramını, kilosunu düşünecek durumda
değilsinizdir. Baka baka giden emeğinizi, umudunuzu, inancınızı çökertirken siz
can derdine düşmüşsünüzdür. O işini yapar ve sonsuz başarının verdiği sinsi bir
haz ile geride bıraktığı enkaza bakma
tenezzülünü dahi göstermeden bir başka görevde bir başka organizmayı dağıtmak
üzere karargahına döner.
İşte konumuzun muhtelif
yerlerinde derleyici toparlayıcı olarak inşa edeceğimiz tümevarımlar, bir nevi
bu terminatörlerin bir daha gün yüzüne çıkmamak üzere ilelebet karantinaya
hapsolması olacaktır. Fakat bilirim ki bazı psikolojiler vardır ve komut almaya
meyilli K9 gibidir. Komutla iş yaparlar. Kendi hayatlarını ilgilendiren en
küçük kararları bile kendileri alamaz, başkalarının kararlarını tatbik ederler.
Başkaları için de bir gün Emr-i Hakk vaki olduğunda kahramanlarımız kolu kanadı kırık bir kuş gibi hayatın
içerisinde çırpınıp dururlar. Askeri nizamda da durum aynı paralelde seyreder. Siz ne yapacağınızı asla bilemezsiniz. En ilkel yollarla öğrenilen açlığınızı giderme amacıyla harekete geçeceğiniz yemek yemeye geçiş eylemi dahi komutla yapılır. Ne zaman yatacağınız, ne zaman uyuyacağınız dahi komutla size bildirilir. Her şey ama her şey komutladır.
“Dikkaaaatt ! Tüfek çatılacak ! Çat!” Mantığa bakar mısınız? Kısaca “Evladııımm. Siz salaksınız. Ben size direk “çocuklar tüfek çatın” dersem anlamazsınız” demek isteniliyor ama “Açık açık dersem, bunların arasında azıcık kafası çalışan, kişilikli olanı olabilir. Alınır garip. O bakımdan en iyisi böylesi” deniliyor. Çok enteresandır bu psikoloji. Enteresan mesajlar içerir. Şöyle ki;
Önce “Dikkaaaaatt !” gelir. Bu “Ayda yılda bir kullandığın bıngıldağını kıpraştır. Bak bak, bir emir gelecek, uyuyan güzeller uyanın” demektir. Sonra bildirim komutu gelir. Yani “ Sizler o kadar salaksınız ki küçücük bir işte bile eylem safhasına geçmek için ne yapmanız gerektiğini ancak üç ayrı komutta kavrar ve uygulamaya geçirebilirsiniz.” demektir. Ardından emir komutu gelir. Bu da “diğer ikisini anlamadıysan, muhtemelen birazdan ağzın burnun dümdüz olacak” demektir. Bu askeri nizamı sivil hayatında yaşayan kadın erkek o kadar çok insan vardır ki. Yanınızdakilere dikkatle bakın. Etrafınızdaki insanları bir kere de bu farkındalık ile izleyin. Dikkatle.
“Dikkaaaatt ! Tüfek çatılacak ! Çat!” Mantığa bakar mısınız? Kısaca “Evladııımm. Siz salaksınız. Ben size direk “çocuklar tüfek çatın” dersem anlamazsınız” demek isteniliyor ama “Açık açık dersem, bunların arasında azıcık kafası çalışan, kişilikli olanı olabilir. Alınır garip. O bakımdan en iyisi böylesi” deniliyor. Çok enteresandır bu psikoloji. Enteresan mesajlar içerir. Şöyle ki;
Önce “Dikkaaaaatt !” gelir. Bu “Ayda yılda bir kullandığın bıngıldağını kıpraştır. Bak bak, bir emir gelecek, uyuyan güzeller uyanın” demektir. Sonra bildirim komutu gelir. Yani “ Sizler o kadar salaksınız ki küçücük bir işte bile eylem safhasına geçmek için ne yapmanız gerektiğini ancak üç ayrı komutta kavrar ve uygulamaya geçirebilirsiniz.” demektir. Ardından emir komutu gelir. Bu da “diğer ikisini anlamadıysan, muhtemelen birazdan ağzın burnun dümdüz olacak” demektir. Bu askeri nizamı sivil hayatında yaşayan kadın erkek o kadar çok insan vardır ki. Yanınızdakilere dikkatle bakın. Etrafınızdaki insanları bir kere de bu farkındalık ile izleyin. Dikkatle.
Yeryüzünde x,y,z düzlemlerinde boşluk
doldurmak suretiyle bir hacim teşkil eden, bununla birlikte hiç utanmadan sıkılmadan birde
yer çekimi ivmesiyle organik bağ kurup hızlanmaya karşı direnç göstererek kütle
ihtiva eden, ilahi lütuf bütün bu pozitif özelliklere karşın henüz karakter
iskeletini geliştirme yetisine vakıf olamayarak sabunsu/jel ara formda takılı
kalmış varlıkların kendilerine ait ve var olduklarına inandıkları sosyal
hayatlarında komutla iş gördürme eylemi, askeri nizamdaki şekliyle sesli olarak değil, psikolojik olarak şahsın
etrafında oluşturulan manyetik alan kıskacıyla gerçekleştirilir. Bu insanların
büyük çoğunluğu, hayatının sonuna kadar bu durumun farkında olmadan yaşar ve
ölürler. Bir kısmı da farkına varırlar ama iş işten çoktaaaan geçmiştir. Söz konusu
manyetik alan bütün hücrelere sirayet etmiş ana kumanda merkezini tamamen esir almıştır. Artık çok geçtir.
Bu karaktere haiz, kaçak katlarda
kiralık hayatları emaneten idame ettiren, kısacası henüz kendi olamamış arkadaşlara
son sözüm; “ Arkadaşlar, köprüden önce son çıkış”
Evet, gidene selamet dileyerek
biz bizimle olanlarla önümüze bakalım. Zira tarih, inandığı değerler uğruna
savaşanları yazar. Diğerleri ise tarihi yazar…. Yazın 14.04.2014
Ne diyorduk? Bazı sistemsel
hataları insan ruhu o an kabul etmiş gibi görünse de emin olun en uygun zamanı
kollamaktadır ve isyan patlamasının gelişini siz dahi anlayamazsınız. Şimdi siz,
asgari 1.0 Ghz (32 bit) PAE, NX işlemciye sahip olmayan bilgisayara Windows 8,1
kurabilir misiniz? Asla.. İnsanda böyledir. Mevcutta bir kapasite vardır ve siz
o kapasite oranında işletim sistemleri yükler ve o işletim sistemine göre işler
gerçekleştirebilirsiniz. Commodore 64’e Autocad 2012 kuramayacağınız gibi. Bu
durumu Anadolu diliyle anlatmaya kalkarsak eğer, her koyunu aynı değnekle
güdemezsiniz. Gütmeye kalkarsanız hiç ummadığınız bir anda sürüden ayrıldığını,
muhtelif cins kurtları da günahkar yaptığını görürsünüz.
Bu mantıkla dünyaya getirdikleri
evlatlarına ahlak, terbiye, din gibi konularda eğitim verdiğini zannedenlerin ilerleyen yıllarda nasıl kazalara konu olduklarını anlatmama gerek yok sanırım.
Sokaklar bunlarla dolup taşmaktadır. Kişi eğiteceği psikolojiyi iyice analiz
etmeden, her gelene aynı talim terbiyeyi yaptırırsa, bunun adı iman değil kanun,
eğitim değil ezber olur. İnsanlar da ilk boşluk bulduklarında kanunları
çiğnemeye, zoraki verileni de unutmaya programlanmışlardır. Bir insanı şerden
uzak tutabilecek yegane şey ise iliklerine kadar kodlanmış Allah (c.c) sevgisi
ve küfrün sinek vızıltısı geleceği sarsılmaz bir imandır. Bu sebepledir ki önce elinizdeki
malzemeyi iyice analiz eder, tanır ve işletim sistemini çözerseniz ona
vereceğiniz imanı, talim terbiyeyi hiçbir şey sarsamaz. Her koyunu aynı değnekle güderseniz de
bir bakarsınız ki evladınız 17-18-20 yaşlarına geldiğinde kendisinden çatallı sesler çıkmaya başlıyor. Kanunları delebileceğine inansa, sesi yeri göğü inletir. Buna emin
olun. Korkudan, baskıdan, etrafım böyle, ailem böyle diye öyle olan yüzlerce
trajik öykü biliyorum. Bu sebepledir bunca ayrıntıya girmem. Bu sebepledir sanki iman mertebesiymiş gibi
aktarılan saçmalıkları, garabetleri irdelemem.
21. yy’da Moda… Örf-i
Din
Sizi temin ederim ki dostlarım,
yıllarca hayatın içerisinden tecrübe etmediğim ve doğruluğuna yüzde yüz emin
olmadığım hiçbir şeyi nakletmem. Birazdan sizlerle paylaşacağım örnekler ile
doludur Şehr-i İstanbul. Sizin sokakta gördüğünüz sözüm ona örtünmüş gezen 100 kişiden 90’ını ailesinden kopartıp,
hiç bir sosyal baskının olmayacağı herhangi bir kente götürün yerleştirin. Yüzde
yüz kıyafetini, yaşam şeklini,
arkadaşlarını, alışkanlıklarını değiştireceğine sizi temin ederim. Bu
tespitim yüzlerce canlı denek üzerinde
gözlemlenerek sizlere aktarılmış bir tespittir. Evet.. Bu kadar acıklı, bu
kadar korkunçtur durum. Neden biliyor musunuz? İmanı talim terbiyeyi insanın aklına, ruhuna,
bedenine, işletim sistemine göre, algı mekanizmasına göre ilmek ilmek
işlemezseniz olacak olan kaçınılmaz son budur.
Sokaklar örf-i dini yaşayan,
içinde kasırgalar kopan gençlerle dolar taşar. Dolup taşıyor da nitekim. Altı
kaval üstü şişhane modeli, yüzlerce, binlerce genç kızımız, imansızlara, İslam
düşmanlarına malzeme olur. Eğlence kaynağı olur. Gülerek arkalarından dalga
geçerler. Yüzlercesine tanık oldum, kahrolarak oluyorum.
Meselenin çok önemli bir sacayağı
hatta en önemli sacayağı insan ve insan psikolojisi olmasıdır bunca detaya
girmemin sebebi. Yazımızın muhtelif bölümlerinde son derece değişken karakter yapılarına sahip insanların
kompleks meseleleri nasıl algıladıklarını, tek ve değişmez doğru ile, anlatanın
ruhsal ve görsel şekillerine göre algı mekanizmalarında nasıl değişik izler,
renkler bıraktıklarını, psikolojileri pozitif veya negatif yönde nasıl etkili
bir şekilde değiştirdiklerini, tek ve gerçek doğru ile yorumsal alanda verenin
görüntüsüne ve psikolojisine göre nasıl tamamen birbirine zıt anlamlara
geldiğini şaşkınlık içerisinde görecek, birazda “Hiç bu pencereden bakmamıştım”
duygusuna kapılacağız.
Söylemek istediklerimi mümkün
olduğunca basit, anlaşılır ve kısa tutmayı hedefliyorum lakin bazı ayrıntılar
var ki hani teşbihte hata olmaz “ Arpaya katsan at yemez, kepeğe katsan it
yemez”'in tıpkısının aynısıdır. Neresinden bakarsanız bakın, dağılmış vaziyettir durum. Bu sebepledir ki akıl
bulandırmama gayesi yazımdaki asli hedefim olsa da maalesef atlayamayacağım çok
mühim ayrıntıların varlığı zaman zaman beni detay vermeye mecbur bırakacaktır.
Meselemizi iyiden iyiye teferruatlandırmadan evvel, yazılarımızı takip edip
bize mail yoluyla yorum ve eleştirilerini dile getiren tüm dostlara sevgilerimi
sunuyorum. Oldukça değerli yorumlarınız için teşekkür ediyorum. Her olumlu ve olumsuz eleştiri fikir, emin
olun benim nazarımda çok kıymetlidir. Kesinlikle değerlendirilmektedir. Lafı
daha fazla selam kelam faslında tık nefes yapmadan, birkaç ana başlık çatısı
altında çok sarsıcı değerlendirmeleri sizlerle paylaşmaya
“ Bismillahirrahmanirrahim”
diyerek başlayalım;
Asidik ve Bazik
Haller
Multiple Personality Disorder.
Ecnebiceden Türkçeye mealen “Çoklu Kişilik Bozukluğu”. Efendim telaşa mahal
yok. Psikoloji anlatmayacağız. Bir üst başlık sadece. Dedik ya konumuz insan. İnsanların yüzde 80’i
birden çok kişilik taşır ve çoğu da bunun farkında değildir. Hayatlarında her
şeyin normal sınırlar çerçevesinde seyrettiğini zannederler. Aslında burada normal anormal kavramı da
deruni bir tartışma konusudur ya, lakin
ben kısadan, en kestirmeden konumuzla bağlantı sağlayacak şekilde çok kısa
temas edeyim. Nedir normal ve anormal kavramı?
Bir meclis düşünün. Ev olabilir,
toplantı salonu olabilir hiç fark etmez. 100 kadının arasında 5 erkek? Anormaldir değil mi? Oran tam tersi olursa ne olur? 100 erkeğin arasında 5 kadın? Tabi
bu örnek İngiltere’de yahut İspanya’da geçersizdir. Görüldüğü üzere yer, zaman,
durum ve şartlar tamamen aynı olmasına karşın, normal ve anormal tanımı,
kişinin cinsiyeti ve bu cinslerin bir arada bulunma örf-i yahut şer-i hukukuna
göre nasılda değişim gösteriyor. Öyle değil midir? Dolayısıyla, bir
toplumda sayıca kalabalık ne ise o normal, azınlık ise anormal diye
adlandırılabilir. Bu bir mecliste de böyledir. Bir cemaatte de. Cemaat
açısından ele alacak olursak 100 kişilik Şii gurubun arasında 2 Sünni
nedir? Anormal, değil mi? Tam tersi 100 Sünni arasında 5 Şii? Durum değişmez.
Ya hakikatte? Haaa, burada durun derim işte.
İşin bir görünen, bir de hakikat
kısmı var. Görünen ile hakikat çoğu zaman aynı değildir. İşte bu MPD, yani
“Multiple Personality Disorder” kişilikler duruma göre, kendi inşa ettikleri
hakikat duvarına göre renk alırlar. Turnusol kağıdını bilirsiniz. İşte aynen böylesidir durum.
Asidik ortamda kırmızı, bazik ortamda hemencecik mavi renk alıverirler. Yavaş
yavaş biraz daha kalemi bastıracak olursak;
Meselemizin temel kaynağını doğruları söylememek yahut müşahhas veya
mücerret çıkarların zayi olma endişesi ile
gerçeğin tamamının yada bir kısmının ilgası şeklinde izah edebiliriz.
İçsel çıkar endişelerinde de böyledir. Doğru yada yanlış, normal veya anormal
tanımı, çıkar dengeleri tehlike çanları çalmaya başlayınca, kısaca durumun
asidik yada bazik olmasına göre değişim gösterebilir. Ve bu da çok normaldir. (
Kime göre normalse artık )
Naçizane, eskiden beri
anlatageldiğim bir kıstas vardır. Paylaşmak isterim. Diyelim ki kardeşten öte
dostluğunuz olan biri var. Kelimenin tam manası ile yediğiniz içtiğiniz ayrı
gitmiyor ve literatüre bakılsa, dostluk, yarenlik kelimesinin karşısında
ikinizin adı yazar ve noktayı da koyarlar. Meselenin nazarımda tanımı yahut
değer derecesi şudur; İkiniz içinde hayat memat meselesi teşkil edecek, hiçbir
zaman vazgeçemeyeceğiniz bir konu mevzu bahis olduğunda, tarafların hal ve
davranışları, aradaki samimiyetin sevginin ederini belirler. Nasıl mı? Bazı
kağıtların canını yakacak olsa da hak için haydi kalemi azıcık daha bastıralım.
Bedelli Askerlik
Değil… Yeni Trend Bedelli Kardeşlik
Daha da somutlaştırmak gerekirse eğer; Öz be öz kardeşiniz olsun ki mesele
daha iyi anlaşılsın. Evet öz be öz kardeşiniz. Ortada mevzu bahis olan ise
ikiniz içinde vazgeçilmeyecek kadar
mühim bir değer olsun. Bugün değerin müşahhas karşılığı para anlaşılması
hasebiyle biz de durumu bunun üzerine bina edelim. Kabul edelim ki atanızdan
dedenizden kalan çok kıymetli bir arazi olsun. Yüze karşı demiri tava getirecek
sevginizin mihenk taşı, mevzu bahis arazi olur hiç kuşkusuz. Aradaki ihtilafa mevzu bahis, söz konusu arazinin ömür boyu
tapu ve intifa hakkı olduğunda, ben o iki kardeşin ruhi ve fiziki hal ve
gidişatına bakar ve bir süre sonra da ederi yazarım. Mesele bu kadar basittir,
mesele bu kadar da acımasızdır. Hani kardeştik? Sorusunun cevabı ise maalesef
hesap cüzdanınızın arka kapak sayfasında en altında yazmaktadır.
İşte asidik ve bazik durumlar
işte. Çok eskiye gitmeye gerek yok. Daha dün gibi Habil ve Kabil. Şaka değil
evet, dün gibi. Evrenin yaşını göz önüne aldığımızda bence dünden daha yakındır
bu imtihan. Siz 30 sene can ciğer kuzu sarması olun, ortaya şöyle 3 - 5 yüz bin
liralık toprak parçası gelince al sana Multiple Personality Disorder ve
turnusol kağıdı. Sadece burada mı? Hayııııırr. Konu derinleştikçe çok farklı
renkleri göreceğiz. İçimiz ezile ezile. Siz bu tanımı ve turnusol kağıdını
aklınızın bir köşesine not edin lütfen. Hiç istisnasız, hemen hemen herkes için
geçerlidir bu. Ben yüzde 80 oran vermiştim ya. Aslına bakarsanız elimdeki
kanıtlar onu yüzde 99 yapıyor ama ben yine de hüsn-i zan yapmak istiyorum.
Kısaca özetleyecek olursak eğer;
kişinin size verdiği değer, karşılaştığı zorluk veya tercihlerin size üstünlüğü
oranında artar veya eksilir. Evet, doğru anladınız. İnsanın insana verdiği
değer, Dow Jones'da çift dip, çift tepe değerleri şeklinde gönül
panosunda belirir. Mesele size herhangi bir işte yardım etmekse, ortaya katma
değer koyulmayacağından (Meta), edilir ve geçer gider. Kendinizi kıymetli
sanmayın. Hele hele mevzu “Çankırı’ya deniz getireceğim”, “Herkese 3 anahtar.
Biri ev, biri araba, bir diğeri de kendinizi kapatacağınız ahmaklar koğuşunun
kapısınınki” gibi boş vaatlerle pışpışlamaksa. Ohooo ! Nasılsa bu memlekette
hava bedava, su bedava, boş laf ise bedavadan azıcık daha ucuz. Bu sebeple siz
siz olun sakın ola boş beleş, işkembe-i kübradan atanlara pirim vermeyin.
Konuştuklarını ne kadar bilerek konuşuyor, ne kadar inanarak söylüyor ve
ağzından çıkanları yapacak kudreti yüreğinde taşıyor mu anlamak istiyorsanız
motoru iyice zorlayın. Sonra dikiz aynasından bakın. Nasıl kara duman atıyor
göreceksiniz. Bir süre sonra da bir bakmışsınız ki emanet
beylik lafları kavak yaprakları gibi dökülmüş, konuşurken asırlık kavağımız,
iki zoru görünce kızıl ağaca evrilmiştir. Zora
koşun. En zora. Bilirsiniz.
Dünya otomotiv devleri bir aracı
müşterilerinin kullanımına sunmadan önce, potansiyel müşterilerinin
karşılaşabileceği en ama en zor şartları, araca deneme safhasında en dip
noktasına kadar yaşatırlar. Neden? Araç piyasaya sürüldükten sonra performans
kaybı yüzünden şikayet alması, o dünya devinin 50 yılda kazandığı güven ve
itibarı bir kalemde zedeler, belki de yok eder. Dolayısıyla varsa bir zayıflık,
kırılganlık, naiflik, işin başında bizim elimizin altında belli olsun
mantığıyla aracı olabileceği en zor şartlara zorlarlar. İnsanda aslında
böyledir. Güllük gülistanlık, el bebek gül bebekte sizi seven çok olur. Size
itibar eden de çok olur. Lakin mevzu onun için son derece önemli bir durum
alırsa, kolaylıkla sizden vazgeçecektir. Buda hakiki manada ederinizi
gösterecektir. İlerleyen bölümde çok net göreceğimiz şekilde de mutlaka
haklılığa doğru dönen çarkları rahatlatıcı, vicdan sesini susturucu mekanizmayı
da geliştirmiş ve öyle uygulamaya geçmiştir. Nasıl mı? Takip edin birazdan
görecek ve hayretler içerisinde kalacak “ yok canııımm, olmaz bu kadarı da”
diyeceksiniz.
Gerçek sanat eserleri varlık ve
bolluk içinde değil, yokluk ve sefalet içinde doğar. Ve sizi temin ederim ki
kolay gelen hiçbir şeyin zerre kadar değeri olmaz. En büyük başarı ve
mutluluklar ise uzun süren emek, eziyetlerin sonunda gelir. Öyle değil midir?
Çok ekstrem bir örnek olsa da, sonun en büyük kanıtı olan cennet ve cehennem
buna en güzel örnek değil midir? Yada sokak serseriliği mi kolay elde edilir,
yoksa bir bilim araştırma merkezinde bilim ve insanlık adına çığır açacak
buluşlara imza atan bilim adamı olmak mı?
Hızır (a.s)
Her defasında söylerim. Hiçbir
şey göründüğü gibi değildir. Alimi abidi, zalimi mazlumu, vatanperveri vatan haini,
seveni sevmeyeni, döveni dayak yiyeni. Ama hiç bir şey. Meseleye kıymet
derecesinde baktığınızda, bir bakarsınız
alim zalim olmuştur. İnsanlara kelimatik
diye bir cihaz icat edilip takılsa “ Bak kardeşim, kullandığın, ağzından çıkan
her kelimeyi bu cihaz kayıt ediyor ve her yalan cümlende 1.000 TL ödeyeceksin” denilse,
inanın herkes ama istisnasız herkes, en doğal yaşamsal ihtiyacı olan acıkma ve
susamayı bile kırk kere “Yahu bu Gherelin bizi taklaya getirmesin, ya hakikaten
acıkmadıysak” diye önce hormonal, ardından lateral habenula süzgecinde geçirir, ondan sonra asgari kelime
ile bu ihtiyacını dillendirir. Nasılsa şimdi yalan bedava. Müslümanız ya !
Ben dünyevi doğrulardan geçtim. Onlar nasılsa ayaklar altında ve duya duya artık kabuk bağlıyorsunuz. Ve
insanların hakiki manada ederini görünce, önceleri içiniz eziliyor, çok
üzülüyorsunuz ama zamanla nasırlaşıyor yüreğiniz. Hele hele sözünün ayarı kaymış insanlar
etrafta İslam’ı temsilen dolaşıyorsa. Çok yazık. Alemlerin Sultanı Resulullah (s.a.v)'in henüz peygamber olmadan önce dahi en ama en önemli ve belirgin özelliği neydi? Konuştuğunda dosdoğru konuşması, söz verdiğinde ne pahasına olursa olsun sözünden dönmemesi değil miydi? Bu aralarda da çok popüler bir çürütme var buna. "Ben söz vermedim ki. Söyledim sadece" Ağzınızdan çıkan söze bir de söz diye mühür mü basılmalı? Söz demiyorsa insan bu demek oluyor ki konuştuğunun hiç bir ehemmiyeti yok. Peki ya Resulullah (s.a.v)? O'nun şaka ile bile insanları kandırmadığını insanlık alemi çok iyi bilir bilmesine de ya İslam alemi? Bunu biliyor mu?
Abdullah İbnu Amir (r.a) anlatıyor; Bir gün Resulullah (s.a.v) evimizde otururken annem beni çağırdı. "Hele bir gel sana ne vereceğim" dedi. Aleyhissalatu vesselam anneme; "Çocuğa ne vermek istemiştin?" diye sordu. "Ona bir hurma vermek istemiştim"deyince Aleyhissalatu vesselam "Dikkat et eğer ona bir şey vermeyecek olursan üzerine bir yalan yazılacak"buyurdular. (Ebu Davud, Edep 88-4991)
Abdullah İbnu Amir (r.a) anlatıyor; Bir gün Resulullah (s.a.v) evimizde otururken annem beni çağırdı. "Hele bir gel sana ne vereceğim" dedi. Aleyhissalatu vesselam anneme; "Çocuğa ne vermek istemiştin?" diye sordu. "Ona bir hurma vermek istemiştim"deyince Aleyhissalatu vesselam "Dikkat et eğer ona bir şey vermeyecek olursan üzerine bir yalan yazılacak"buyurdular. (Ebu Davud, Edep 88-4991)
"Bir sahabenin elinde boş bir külahla atını kandırıp yanına getirmeye çalışması Resulullah (s.a.v)'i o kadar rahatsız etmişti ki sahabeyi yanına çağırıp atı kandırdığı için onu azarlamıştı" (Buhari,İman 24 Müslüm, İman-107)
Başka söze hacet var mı? Öyle bir Nebi, öyle bir Resul ki (s.a.v), bir hayvanın bile kandırılmasına rıza göstermiyor, hayvanı aldatmak dahi onu müthiş rahatsız ediyordu. Bütün salat ve selam O'nun ve Ehl-i Beyt'inin üzerine olsun. Amin. Peki ya şimdi? O'nun sünneti üzere olduğunu iddia edenler? Yorumu sizlerin vicdanlarına bırakıyor devam ediyorum.
Anadolu’nun ücra köylerinden
birinde derme çatma tahtadan bir evde geçimini çiftçilikle sağlayan 40
yaşlarında yapayalnız bir adam yaşarmış.
Allah (c.c)’a çok yalvarmış.
“ Ya Rabbi! ne olur bana Hızır
a.s’ı göster.”
Allah (c.c) bu kulunun duasını
kabul etmiş ve Hızır a.s’a nida etmiş.
“Ey Hızır, git falan kuluma
görün”
Hızır a.s, Allah (c.c)’ın emri
ile bizim garip yoksul köylünün yanına gitmiş ve dilenci kılığında ona görünmüş.
Üstü başı yırtık, darmadağın vaziyette gelmiş ve evinin bahçesinde kışlık
odununu hazırlayan adama görünmüş.
“ Geldim işte aha ben Hızır’ım”
demiş.
Bizim köylü adam, Hızır a.s denince azametli, boylu poslu, beyaz
yağız at sırtında birini hayal ettiğinden, üstü başı yırtık pırtık dilenciyi
görünce, şöyle yarım göz ucuyla biraz süzmüş ve
“ Git başımdan be adam. Sen
benimle eyleniyor musun? Peehhh. Hızır mış” demiş.
Hızır a.s “ Yahu neden bana
inanmıyorsun, ben Hızır’ım. Bak, başımdaki kavuğumu görmüyor musun? Bu Hızır’ın
kavuğudur” demiş.
Bunun üzerine bizim genç adam
“ Bak sen çok oluyorsun, biraz
daha eylenirsen kafana bu nacağı çalarım. Bir kavukla Hızır olduğunu sanan
meczup seni” demiş.
Hızır a.s ne yapsa inandıramamış.
En sonunda
“ Al şu kavuğu başına koy ve köy
meydanına in” demiş.
Adam kavuğu almış ve başına
koymuş. Köy meydanına inmiş ki ne görsün. Köy meydanında kimsecikler yok. Bir
bakmış ki meydandan geçen iki köpek, iki üç eşek, bir iki kedi falan filan. Az
ötede de kavak ağacının altında üç dört domuz gölgeleniyor.
“ Allah allaaaahhh. Nerde bu
insanlar. Herkes mi tarlada bu gün”
demiş ve yürümeye devam etmiş.
Yürüdükçe manzara hiç değişmemiş. İki üç katır, üç beş eşek, dört beş domuz
derken, bir insan görürüm de bu müjdeyi veririm düşüncesiyle yürümüş, yürümüş
ve farkına varmadan bir anda kendini karşı köye bulmuş. Bakmış ki orada da köy
meydanın manzara aynı. Bir gurup domuz toplanmış bir yerde, az ilerde bir gurup
eşek, az daha yürümüş üç beş katır. Şaşkınlıktan gözleri dönen adam en sonunda
bir evin bahçesine varmış ve bakmış ki yaşlı bir dede ot topluyor. Aha da
sonunda konuşacağım birini buldum diyerek sevinçle adamın yanına gitmiş başında
kavukla.
“ Selamunaleykum dede. Ben Hızır”
demiş adama.
Adam hiç yüzüne bile bakmamış.
Bizim delikanlı heyecanla
“ Heeeyyy dedeeee !! Sana söylüyorum, neden yüzüme
bakmıyorsun? Ben Hızır’ım diyorum görmüyor musun” demiş.
En sonunda ısrara dayanamayan
yaşlı dede yine hiç istifini bozmadan, kafasını dahi kaldırmadan
“ De get başımdan Allah’ın
delisi. Hızır mış. Hızır meraklısı. Hızır (a.s)’ı çok görmek istesem senin
evine gider orda görürüm” demiş.
Amerikano
Müslümanlar
Dedim ya değerli dostlar, ben
dünyevi doğrulardan geçtim. Benim içimi yakan uhrevi doğruların tamamının yahut
bir kısmının gizlenmesi, değiştirilmesi, yumuşatılması, kişiye ve konuma göre yoruma
açılması.( Ne demiştik? Unutmuyoruz değil mi? Turnusol kağıdı ) İşin psikolojik
kamuflajı da hazır, emin olun buna. Nasıl mı?
İnsanlar bir şeye inanır,
inandığını konuşur yada yapar ve kime sorarsanız sorun kesinlikle haklıdır. İnsan
psikolojisi öyle bir mekanizmaya sahiptir ki Demirel gibi her doğruya bir
yanlış, her yanlışa da bir doğru mutlak suretle vardır. Yoksa da express
baskıyla üretilir. Zaten üretemediği durumda açmaza girer ki bunun sonu,
sonunda ilk başlangıcı depresif bir durum alır. Bu da bilinen adıyla depresyondur.
Dolayısıyla herkes kendi içsel muhakeme mekanizmasının ibresini mutlak haklı
olduğu değere yaslar. Dilerseniz bunu güncel hayatta yaşanmış bir misal ile
perçinleyelim.
Yıl 1970.. “Amerikan proletaryası
en iyi malı üretir” diyerek sözüm ona Amerikan manda ve himayesine karşı çıkmak
için, yine Amerikalılardan aldığı silahla kardeşlerini öldürmek suretiyle
gelecek barış ve eşitlik. Ne muhteşem
değil mi? “Sosyal adaleti sağlamak için, halkların kardeşliği için bütün
bunlar” açmazını da eminim fark etmişsinizdir. O meşhur parkayı bilirsiniz
değil mi? Eminim bilmeyeniniz yoktur. Bir rivayete göre dillere destan olan o parka
ODTÜ balosunda vestiyerden alınmıştır. (Sahibinden izinsiz ve habersiz alınma=
Aşırılma.. Nasıl hak hukuk, gak guk mücadelesiyse artık siz anlayın) Bir diğer
rivayete göre de Amerikan pazarından satın alınmıştır. Ben size rivayet değil
gerçek bir bilgi vereyim. O parka iliklendiği sol alt köşesinde içeride 5
haneli bir sayı barındırmaktadır. Ne alaka değil mi? İşin kilit noktası da bu
ya. Neyse.. Detayı karıştırmayın artık siz. O parka nasıl oluyor da Ankara’ya
ODTÜ balo salonuna gelip vestiyere asılıyor, orasını da hiç karıştırmayın. İşin
en ilginci ise kahramanımızın parkayı oradan aldığını ( aşırdığını) söyleyen
yakın arkadaşları, şu sorunun, düşünen aklını kullanan insanın zihinlerine ileride
gelebileceğini hiç düşünmüyorlardı yazık ki.
Soru; Paltoyu oradan alan
(aşıran) kişi fiziki olarak normal standartların çok çok üzerinde, 1.92 boyunda
95 kg civarında. Bir an kendimi düşündüm. 1,87 boy 89 kg. Kocaa İstanbul’da 20
denemeden sonra üzerime uygun palto bulurken ( yıl 2014). Yıl 1970, aylardan
Aralık ve o tarihte sanki birileri bizim oğlan alsın, bu parkayı giysin, üşümesin
diye özel olarak getirip onu vestiyere astı değil mi? Tamda üzerine göre. Bu
tesadüfler beni alııııırrr farklı alemlere götürür hep.
Nasıl oluyor bu iş, artık ben o
kadarını bilemem. Azıcık merakı olan, bu söylediklerimin ne kadar gerçek
olduğunu araştıracağına eminim. Araştırmalıdır da. İnsan aklını kullanıp doğru
bilgiye ulaştığı müddetçe insandır. Aklını kullanmadıktan sonra……. Şimdi ben
siyaset anlatmayacağım. Siyasete bir girersem kan gövdeyi götürür, emin olun.
Konumuza anlam bütünlüğü bakımdan artı değer katacağı için sadece ucundan
kıyısından değinmem gerek. Yoksa bu mesele hakkında 2 cilt kitap yazmam gerekir
ki o dönemi hakkıyla izah edebileyim. Söylediğim gibi, sadece konumuzun
bütünleyiciliğinin sağlanması açısından değinmeden geçemeyeceğim.
Amerikanlar El
Değiştiriyor !
70’li yılların kan ve kaosunu
atlatan güzelim ülkem, aynı senarist, aynı yapımcılar tarafından, aynı
hikayeyle bir başka kaosa sürükleniyor. Değişen tek şey figüranlar ve zaman. Bu
defa yıl 1979. Canım ülkem yine kızıl kanlara gebe. İki gurubu da organize
edenler, sevk ve idare edenler aynı. Eylemlerde kullanılan silah ve mühimmatlar
bu gün sana veriliyor, ertesi gün aynı silahlar bana geliyor. Vuranın vurulanın
kimliğinin zerre kadar ehemmiyeti yok. Tam bir sayısal kafa. 2 den 1 çıkarsa
kalır 1… 1 den 2 çıkmaz. Hazırlanan kaosa, iç yüzünü bilerek yahut bilmeyerek
ciddi manada destek olmuş figüranlardan bu seferki kahramanımız şu an
hayattadır ve pek bir popülerdir. Kendisi ile yattığı ceza evinde özel olarak
yapılmış bir söyleşiyi dinleme imkanı bulduğumda çok sarsıcı bir detayı fark ettim.
Kahramanımız “Ben suçsuzum.”
diyordu. Elbette her mahkum suçsuzum der ama burada bize konu olacak olan
ayrıntı suçsuzluğu yahut suçluluğu değildir. Bizler ne avukatız, ne de savcı. Bizi
ilgilendiren buradaki ayrıntının psikolojik analizidir. İnsan beyni bütünü
algılamaya meyillidir. Fotoğraftaki yüze bakarken çoğu zaman o yansımayı
oluşturan ruhu göremez. Evvela görülerek algılanan fotoğraftaki yüz, göz kanalı
ile beyinin milyonlarca algı süzgeçlerinden geçerek belki bir, belki birkaç
saniyede çok süratli bir şekilde tanımlanır. İnsan, bu tanımlama safhasında
metne anlam bütünlüğü veren onlarca yüzlerce kriptoyu çoğu zaman görmez,
göremez. Dolayısıyla, ilerleyen zamanlarda çıkması olası muhtemel problemlerde,
sistemi bozan sorunun kaynağını bulmakta, yerinde ve zamanında en etkili
müdahaleyi gerçekleştirmekte ciddi sorunlar yaşar. Bu sebepledir ki konu insan
olduğunda ayrıntılar çok çok hayati öneme sahip unsurlardır.
Burada dikkatleri üzerinde
yoğunlaştırmamız gereken kriptolardan biri, kahramanımız kendisiyle yapılan
özel söyleşide, “Ben 80 öncesinde tetik çekmedim.” dememesi, “ Adam vurmadım”dememesi, “Eylem yapmadım” dememesidir. Çok dikkat edin, kahramanımız ben eylem yapmadım demiyor. Peki ne diyor? "Ben suçsuzum"diyor ve bunu
da psikolojik denge mekanizmalarında bakın nasıl sindirip, durumun ibresini
kendi haklılığına dayandırıyor. Kendi lisanı ile “ Ne var yani. O dönemde
ülkede bir iç karışıklık var ve
sokaklarda adalet yok. Onlarca suçsuz ülkücü işçi genç, evlerine giderken
suçsuz yere, sadece inandıkları dava uğruna katledilmiş. Bu arada da
solculardan birkaç kişi ölmüşse bunda büyütülecek hiçbir şey yok. Ölen kişinin
de medyatik olması ayrı bir değer değildir. ” diyor.
Bu denge devinimi maddesel
boyutla asla algılanamayacak, anlaşılamayacak bir şeydir. Bakın bu psikoloji,
Hiroşima’ya atom bombası atan uçağın pilotu içinde aynıdır. Kennedy’e kurşun
sıkan için de, Turgut Özal’a parti delegelerine yaptığı konuşma esnasında
kurşun sıkan için de emin olun zerre kadar değişmez. Hepsi kesinlikle haklıdır.
Ve onların iç dünyasında öyledir de hiç kuşkusuz. Peki böyle midir? Bu sorunun
cevabı kimin sorduğuna, ne zaman ve nerede sorduğuna göre değişir. Tarihsel
olaylar yaşandığı zaman diliminde yorumlanarak anlam kazanır. Bundan 70-80 yıl
önce gerçekleşmiş bir olayı bu günkü konjonktürde analiz etmeye kalkarsak
tespitlerimizin analizlerimizin 10'da 9'u kuvvetle muhtemel hatalı olacaktır.
Ne demek istediğime dilerseniz durumu biraz globalleştirerek bakalım.
İstanbul’un dini inanç bakımından
diğer bölgelerine nazaran biraz daha karakteristik ve homojen yerleşim
bölgelerinden herhangi birine giderek sokakta 10 kişiye ayrı ayrı“ Filistin
Kurtuluş Örgütü” diyelim ve susalım. Gelecek olan tepki emin olun hiç firesiz “
Mücahit. Halk kahramanı. Haklı direnişin sembolü” olacaktır. Bu soruyu Tel
Aviv’de sorduğumuzu düşünelim. Nasıl bir tepki alırız sizce? 10’nun 10’u da hiç
tereddütsüz “Terörist” diyecektir öyle değil mi? Yahut “ Çeçen” diyelim. Alacağınız
tepki hiç kuşkusuz aynı FKÖ deki gibi
olacaktır. Ama bu soruyu Moskova’da sorduğumuzu düşünürsek eğer çok büyük bir olasılıkla ülkemize yek pare
olarak dönme başarısını gösteremeyiz öyle değil mi? Aynı durum son 30 yılı göz
önüne aldığımızda toplumsal yada bireysel karakter olarak bizim içinde geçerlidir.
Sokağa çıkıp ve “PKK” dememiz yeterli olacaktır. İstisnasız hemen hemen tamama
yakını “Terörizm” diyecektir. Bu kelimeyi Danimarka’da veya İngiltere’de
kullanırsanız eğer, alacağınız tepki “ Halk Savaşçısı” yada buna benzer yorumlar
olacaktır.
Mesele kime, nerede sorduğunuza
bağlı olarak değişkenlik gösterecektir. Tüm bu tespitlerimize karşın, şiddeti
ve terörü nüfuz etme yöntemi olarak seçmiş illegal yapılanmaları gözardı edecek
olursak, zamandan ve mekandan tamamen bağımsız, dünyanın neresine gidersek
gidelim, hangi sebeple olursa olsun, suçsuz sivil halkın öldürülmesi,
kadınların çocukların katledilmesi eylemi hiçbir haklı gerekçeye matuf olamaz.
Öyle değil mi? Gerek insani, gerek ilahi,
gerek vicdani boyuttan her ne sebeple olursa olsun meseleyi üç noktada
değerlendirdiğinizde ise hiç kuşkusuz tek bir gerçek olacaktır. İnsanlık
tarihinden çok daha genç, dünyanın varoluşundan çok daha yaşlı olan değişmez
tek gerçek vardır. İşte naçizane benim derdim de budur? Bu yazımızda bir delilik
yapıp, sarayın bahçesine inecek ve avazımız çıktığı kadar “Kral’a çıplaaaaaaaaaakk”
diye bağıracağız.
Buraya kadarı özetle; siz
meseleleri kendi denge mekanizmalarınıza hangi cihetten yatırırsanız yatırın mutlak
suretle hep haklı çıkarsınız. Öyle değil midir? Tam zıttı da pratikte
mümkündür. Haksız olduğuna inandığı bir fikri eyleme geçirenler yok mudur?
Elbette vardır. Tamamen psikiyatrik mesele olup başlı başına irdelenmesi gereken
bir konu olması hasebiyle biz bu durumu konumuz dışında tutacağız. Konumuzu
ilgilendiren boyutuyla devam edecek olursak şayet, birinci madde olarak; konu
ne olursa olsun kişi önce mukayese, ardından muhakeme ederek karara bağladığı
meselede mutlak suretle haklıdır. İkinci maddede ise; kişinin mukayese ve
muhakeme neticesinde haksızlığın vuku bulduğu bütün durumlarda madde bir
geçerli olur. Bu değişmez kuram
etrafınız içinde aynıdır. Aranızda ihtilafa düştüğünüz bir konuda en seveniniz
bile size kendi bakış perspektifinden yorum yapacak, kendi doğrusuyla meseleyi
analiz edip süzgecinden geçirdikten sonra, kendi doğrusunu sanki tek ve
değişmez doğruymuş gibi size lanse edecektir. Bu kaçınılmaz sondur. Siz doğru
olduğuna inanmadığınız bir şeyi kabullenir misiniz? Asla değil mi? Hah işte,
size her ne konuda olursa olsun, yön veren yahut fikir beyan eden kişi de kendi
inandığı doğrusunu size tek ve değişmez doğru olarak verecektir. Peki, şimdi
gelelim bir diğer hususa;
“Yazıklar Olsun O kimseye ki İnsanları Güldürmek İçin Konuşurlar”
Doğru, kişiye özel değişim
skalasında, evrensel normlar ile kişisel doğru-yanlış parabolünün üst üste
konulup çakıştırılması ile apsis ve ordinatı elde edilen bir nokta mıdır? Doğru
için, değerlendirenin milletine, tabiiyetine, yaşına, cinsine ve kendi evrensel
normlarına göre yanlış ile mutlak doğru arasında özgürce salınım gösterebilen
hiperboldür tanımı yapılabilir mi? Varsayımlarla hareketle öyle olabileceğini
kabul edersek şayet, parabolümüzün üzerindeki her hangi bir noktanın apsis ve
ordinat değerlerini kim hangi kıstaslara göre belirler. Böylesi hassas bir
noktada, böylesi özgürce şahsi belirlenebilen noktaların insani vicdani ilahi
emniyetinin belirleyici unsurları nelerdir? Böylesine evrensel bir değerin
güvenilirliğini onayıcı onlarca yüzlerce kritere ait sorular varken, günümüzde anonim, kavak ağacı altı sözleri atasözü diye
lanse ettirilip meşruiyet kazandırılamaya çalışılmış, ne acıdır ki bir çok
jenerasyon içerisinde de muteber kabul edilmiş anonim ata sözlerimiz dilden dile
dolaşmaktadır. Şayet böylesi bir sözü hoyratça telaffuz etmiş bir ata varsa ben
o atayı reddederek ilkiyle devam ediyorum;
Buyurun efendim ilk garabet
gelsin.
Efendim, “Her doğru her yerde
söylenmez..”miş.
Gülmeyiiiin. Hiçbir şey yokmuş gibi devam ediiiiin..
Bu cümle inanın bana, kelli felli,
makam mevkii sahibi ve hatta hatta kavuğu kalın alim ulemanın dilinde. İspatı
bende mevcut olup, dileyene, merak edene delilleriyle sunmaya hazırım. Evet,
yanlış okumadınız. Her doğru her yerde söylenmez imiş. Rest derim, pes derim,
hatta daha da ileri gider kes derim.
Öncelikle ve özellikle şunu
üzerine basa basa belirtmek istiyorum ki her ne suretle olursa olsun bizim
sıkıntımız asla ve asla kişilerle değildir. Dolayısıyla, kişi ismi ( Kim dedi.
Ne zaman dedi. Nerede dedi vs.) kesinlikle bizim konu başlığımız hatta parantez
içimiz dahi olmaz olamaz. Olmamalıdır da. Bizim yegane gayemiz öncelikli olarak
Hayy ve Kayyum olan Alemlerin Rabbi Allah (c.c)’ın rızasına nail olabilmek
adına, Allah (c.c)’ın dinine zerrey-i miskal kara gölge düşürebilecek, bireysel
başlatılan fikri saptırmaların daha sonra kitlelere nüfuz etmesine naçizane bir
set bir bent olabilmektir. Bu açıklamayı yaptıktan sonra devamen;
Neymiş efendim “Her doğru her
yerde söylenmez” imiş.
Azıcık araştırılıp birkaç kaynak baktığınızda,
bu cümleyi insanlarımıza Hadis-i Şerif diye yazıp yutturma gayreti ve
aymazlığında bulunan yazıtların varlığını hayretler içerisinde göreceksiniz.
Arkadaş bu nasıl bir kavram
kargaşasıdır? Yahu doğru kim, yalan kim? E şimdi bu doğru ise “Müslüman asla
yalan konuşmaz” ne? Haaa, şimdi hülle yapalım dilerseniz. ” Efendim, yalan
söyleme ama her doğruyu da her yerde söyleme”
Kardeşim, çılgın insan, superman,
sana bir soru soruluyor, doğruyu saklamak ne? Bunun mizanını kim belirliyor?
Kıstas kriter ne?
“Her doğru” daki cümle içerisinde
başı boş, serseri mayın gezen “Her” kelimesinin açılımı ne? Kime göre her? Yaaa,
işte mesele böylesi yoruma açık. Kardeşlerim,
sahih kaynaklarda geçen Hadis-i Şeriflerde doğrunun gizleneceği yerler
bellidir. O konuştuğunda kainatın susup edeple dinlediği, Allah (c.c)’ın “Seni
yaratmayacak olsaydım zaten dünyayı da yaratmazdım” buyurduğu, Kainatın
Efendisi Yaradılanların en Şereflisi Habibullah (s.a.v) şu üç başlıkta yalan
olabilir buyuruyor.
1-) Erkeğin, rızasını sağlamak
için hanımına yalanı,
2-) Harpte söylenecek yalan.
Çünkü harp bir hiledir.
3-) İki Müslümanın arasında sulhü
sağlamak kastıyla söylenen yalan
(Tirmizi, Birr-26)
“Ümmetimin sonunda yalancı
Deccaller olacak. Onlar ne sizin ne atalarınızın hiç işitmediği şeyleri
anlatacak. Onlardan sakının.” (Müslim, Mukaddime-6)
“Yazıklar olsun o kimseye ki
insanları güldürmek için konuşur ve yalan söyler. Yazık ona, yazık ona” (Ebu Davud ,Edep-88, Tirmizi, Zühd-10)
“Sana şüphe veren şeyi terk et.
Emin olduğun şeye ulaşıncaya kadar git. Zira sıdk (doğruluk) kalbin
imtinanıdır, yalan şüphedir.” (Tirmizi, Kıyamet-61, Nesai Eşribe-50)
Eminim bazı kardeşlerimin aklına
gelecektir. “İyide “Her doğru her yerde söylenmez” yalan konuş demek değil ki”
Hemen onu da açıklayayım. Size yönelen bir soruya cevap verdiğinizde doğruyu
söylemiyorsanız neyi söylemiş oluyorsunuz? Başka seçenek var mı? Ya doğruyu
söyleyeceksiniz yada yalanı. En iyimser haliyle sustuğunuzu kabul edelim. Gerçeğin
saklanması nedir?
Siz “Oradan o çıkar, buradan bu
olur, aman onu deme kırılır, bunu deme kızarlar.” derseniz liste uzar gider. Bir
bakmışsınız ki tavizler dipsiz kuyu.
Hangimiz En
Müslüman? Hadi Söyle ! Hangimiz En Çok
Mesele eğer Allah (c.c)’ın doğrusu
ise bal gibi de her doğru her yerde bağıra bağıra söylenir. Sizin imanınız Allah
(c.c)’ın kudretine azametine yaslanmışsa, bin kere kafanızı kesseler, bin kere
can verip, bin daha kesseler “Allah (c.c) bunu söylüyor” dersiniz. Bu nasıl bir
korkudur, bu ne yaman çelişkidir böyle, bu ne post kavgasıdır böyle? İnna
Lillahi ve İnna İleyhi Raciun. Ben artık ciddi manada korkmaya başladım. At izi
it izine karışmış bir devrandır gidiyor. Kim dost, kim düşman, kim alim, kim
zalim ciddi manda kavram kargaşası yaşıyorum. Bu ne demektir?” Her doğru her
yerde söylenmez.” Bakın, yazımın başında ve diğer yazılarımda takip eden
dostlar hatırlayacaklardır, demiştik ki “Bir yalanı bir kişiye yahut zümreye
inandırmak istiyorsanız çokça tekrar edin. Bir süre sonra insanlar ona
inanırlar.” Ve yazımızın içerisinde de, insanlar kendi inandıkları doğrularını
size hiç farkında olmadan empoze etmeye çalışırlar demiştik.
Peki, bu ne enteresan bir doğrudur
ki her yerde söylenmiyor? Cümle içinde
geçen “Her yer” nerelerdir? Söylersek bize ne kaybettirir? Ve kimlere karşı her
doğru söylenmez? Hadi bakalım verin bunların cevaplarını. Cevapları politik
olacaktır hiç kuşkusuz. (Unutmadık değil mi Multiple Personality Disorder ve
turnusol) Daha durun durun. Ne bombalar daha var. Sabır.
Efendim şimdi arkamıza
yaslanalım. Gözlerimizi kapatıp derin derin birkaç nefes alalım. Haydi buyurun
cenaze namazına. Her kişi niyetine;
Baaaaaazı Finans
Kurumları… (?)
Soru geliyor; “ Faiz haram mıdır?
Finans Kurumları için ne düşünüyorsunuz?”
Sorunun muhatabı önce ağzını sağa
sola esnetiyor, açma germe hareketleri yapıyor. Kaşlar bir değişik, bir garip
hal alıyor. Ses oktavı birkaç perde düşüyor ve Pikachu oluyor iki saniyede. (
Beden dili. İkna üzerinde etkilidir) Veee;
El-Cevab; “ Efendim, bazı finans
kuruluşlarına cevaz veriliyor”
Hoppalaaaaaa. Sizi temin ederim
ki sadece bu cümleye 5 makale yazarım. Yahu bu nedir şimdi? Bazı finans
kuruluşları??? Hangileri bunlar? Menşei nerelerdir? Bakın bakın. Biz veriyoruz
denmiyor. Muhatabını yağlı urganlara getirebilecek böylesi bumerang bir soruya
cevap vermenin adabını hep birlikte öğreniyoruz şimdi. Mesele iki sırtı keskin
bıçak olunca, top göğüste yumuşatılır ve yumuşak bir plase ile filimsi
(fiilimiz henüz kimlik bunalımında çünkü) - li yapım ekini alır ve –yor zaman
ekiyle fiilden yeni bir fiil türetilir ve hooopp köy sandığına.
“Bakın ben demiyorum haa, diyorlar.
Yarın öbür gün bundan beni mesul tutamazsınız.”’ a evrilir gizli anlam
bütünlüğümüz. İzahat neymiş bakalım. Peşinen yargılayıp asmayalım. Neymiş
açıklama? Kar payı veriyormuş o “Baaaazııı” finans kuruluşları. Faiz değil
dikkat edin “kar payı”. Ölürsünüz gülmekten. Hayır milleti sığır yerine koyuyorlar
ya. Kahrolmamak işten bile değil. Neymiş işin aslı astarı metanetle
irdeleyelim.
Değerli kardeşlerim, kar nedir?
Üç harfle yazılması aman sizi aldatmasın. Bu haylazın 300 tipi var. Birincisi
gökten yağan kar ki bunun konumuzla hiç ama hiç ilgisi yok. İkincisi, hani şu
kardeşi kardeşe kırdıran, yeşil yeşil olan varya.. Hah işte o cinsinden. Amerikan’ı
var, Kanada olanı var, Bahama olanı var, Avustralya olanı var. Bu meretin en
popüleri, en hınzırı, en haylazı Amerikano olanı. Ne zaman sevdadan konu açılsa
hemen gözleri “dolar”dı şairin. Anladınız siz onuuuuu. İşte o cihetten kar. Gerçi bununda gökten
yağanı var ama şimdi ona da hiç bulaşmayalım. Bir üçüncü cins olanı var ki
artık “kırımızı kar” yağınca gelirim o konuya. Geri kalan 297 tipini ben
sizlere bilahare anlatırım. Biz dönelim bizi ilgilendiren kara. İşte konumuzun
esas oğlanı ve Benjamin Franklin’in aynı adlı eserinden uyarlanan senaryo metni
bu kardır. Öyle basite indirgemeyin aman haa, bunun birde payı var. Sırayla
bakacağız şimdi.
Ne dedim ben az önce? Sadece bu
faiz ve kar payı meselesinden 5 makale yazarım. Kısadan geçeceğim merak etmeyin.
Evet nedir kar? Bir ticari faaliyetin sonunda, maliyet üzerinden elde edilen
bedeldir değil mi? Yani 5 liralık bir mal alırsınız, aldığınız malı 7 liraya
satarsınız, ne olmuş olur? Kar= Satış Bedeli-Maliyet. Ne oldu? 2 lira kar etmiş
olursunuz. Yahut üreticisinizdir. Bir ürünü 3 liraya üretirsiniz, üzerine
üretim esnasındaki genel giderlerinizi de koyarsınız, maliyet fiyatını
çıkartmış olursunuz. Belli oranda da bir kar marjı koyarsınız ve satış rakamını
çıkarmış olursunuz. Formül değişmez. Kar= Satış Bedeli-Maliyet olur yine. Şimdi…
Bu “Baaazııı finans kuruluşları” ne alır, ne satarlar bileniniz var mı?
İkametgahları nerededir, bileniniz var mı? Kaça alırlar, kaça satarlar
bileniniz var mı? Ohooo.. Üçüne de hayır dedik, oldu mu şimdi?
Ben paramı götürüyorum “Bazı
Finans Kurumu” bana diyor ki “Ben faiz vermiyorum, faiz haram, biz seninle ortağız.
Senin paranı çalıştıracağız ve kardan sana pay vereceğiz."
Gülmeyiiiiinnn.. Önünüze bakııınnn. Sakiiinnn olun. Laptop’unuz masadan
düşürürseniz, bu yazıyı okuduğunuz için hiçte karlı bir iş yapmış
olmayacaksınız. Zararınıza ortak olmam bilesiniz J
Evet devam ediyoruz.
Tamam kabul edelim öyle olmuş
olsun. Bu nasıl bir ortaklık, nasıl bir ortak iş ki ben bir gün sabah kalkıp “
Ufff bu gün sıkıldım. Diğer iş yerime gideceğim. Hesapları bi kontrol edeyim”
diyemiyorum? Var mı hesapları dilediği gibi kontrol eden? Ay sonu yada 6 aylık
( faiz değil aman haaa kar payı) hesap sonunda size uydurmaca kaydırmaca bir
kar zarar tablosu yollarlar, sizde yutarsınız. Hiç mi zarar etmez bu şirket? O
tabloya bakın. Ne alınıp ne satıldığı, nereden alınıp nerede satıldığı, kimden
alınıp kimlere satıldığı, kaça alınıp yüzde kaç karla satıldığı yazar mı? Nasıl
ortaklıksa bu. Yazmaz. Neden biliyor musunuz? Ben söyleyeyim. Bunlar sizin
benim paramı çok ucuza (bedava) alırlar. Sonra sizin alt komşunuza, benim yan
komşuma kredi leasing adı altında, belli bir faiz oranıyla satarlar. Kısaca
Ali’nin külahını Veli’ye giydirirler. Suya sabuna dokunmadan para kazanırlar. Yani para alıp, para satarlar kardeşlerim.
Allah aşkına siz herhangi bir finans kurumunun bağ bahçe işlettiğini yahut
imalat yaptığını veya ticaret yaptığını hiç duydunuz mu? Bakın size bir örnek
vereyim.
Mesleğimle alakalı iş makineleri satın almak için bundan yaklaşık 7 yıl önce, her biri ile ayrı ayrı, tek tek
görüştüm. Hepsinin paydası aynıydı, payda eşitlemeye hiç ama hiç gerek yoktu.
Bakın hepsinin ortak paydası neydi. Bize önce şirket bilançonu yollayacaksın (
Kazanıyor musun, kazanmıyor musun bakalım. Yani sağmal mısın değil misin de
denebilir.) Sonra makinenin yüzde 40 fazla değerinde bir taşınmazı teminat için
bize birinci dereceden, birinci sıradan ipotek vereceksin.( Bak bak bak. Ortağa
bak hele. Varını yoğunu alırım da diyor) Sonra bize proforma faturanı
yollayacaksın. (Ben sana güvenmem. Senin yolladığın proforma üzerinden piyasa
araştırması da yaparım.) Biz değerlendireceğiz. Ne kadar leasing kullandın?
Diyelim 200 bin USD. Ne kadar zamanda ödeyeceksin? Diyelim 5 yıl.
Önce 280 bin USD değerinde bir
taşınmazı ipotek edeceğiz. ( Zannetmeyin ki 280 bin USD lik araziniz yahut
eviniz yeter. Yetmeeezz. Ekspertiz yaparlar. Sizin 280 binlik yerinizi 240 bin
sayarlar. Bakın burada bile filim var. Hani ola ki ödeyemezsen, malına el
koyarsak, 40 binde oradan kar edeceğiz demektir bu.) Evet ipotek işini çözdük
mü? Sonra biz, vereceğimiz tutarın aylık/yıllık şu kadar farkını üzerine
koyacağız. Sadedi şu; Senin 200 bin USD ye aldığın makine sana 300 bin USD ye
gelmiş olacak. Dikkat edin. Borcun bitene kadar da makine onların malı. Yani
makineyi onlar alıyorlar ve sen çalıştırırken de onların malı. Borcu
bitirdiğinde çok cüz-i ( 300-500 USD gibi ) bir rakama sana devrediyorlar. Ortağız
ya! Ortak bana makineyi 5 yıl için yüzde 50 fazla bedelle ödetiyor.
Şunu demiyor dikkat edin. “Bak
kardeşim, senin makinen kaç para? Şu para. Bunun altın olarak karşılığı ne?
Farz edelim 2 kg altın. Al kardeşim
parayı. Ne zaman vereceksin? Şu zaman. Gel kardeşim seninle sözleşme
imzalayalım. Ödeme zamanın geldiğinde ben bunu senden 2 kg altın alırım. Yahut
aylara bölelim. Kaç ay? De ki 60 ay. Aylık ne düşer kardeşim? 33,3 gr altın.
Sen bana bunu 33,3 gr altın olarak öde.” Demeeeezzz. Neden? Altın zaman zaman
değer kaybediyor. Faiz, pardon katılım payı hep pozitif yönde artan ivme
kaydediyor.
Bileşik Faizle
Bronzlaşan Paralar
Hani parabolümüz vardı ya. Hani
yukarıda detayla anlatmıştık ya. Hah işte o parabolde bu kurumlar için meşruluk
mührünü ruhuna basacak şahsiyetlerin parabolünün tepe noktasının apsis değeri
ne biliyor musunuz? “Efendim, her zaman
çok vermiyor, bazen zarar ettik deyip az verdiği de oluyor. Bazen de hiç vermediği
oluyor” dur. Ordinat değerini de verelim madem “ Yav adamlar beş vakit namaz
kılıyor. Allah’tan korkan adam yapmaz öyle şeeyyy.”
Ne güzel değil mi? Her zaman çok vermez
elbette. Bazen az verir. Eee kabak yemeninde bir usulü vardır değil mi? Ana
paranın altına insin, bak bakalım bir kişi orada parasını bırakır mı. Bu diğer
bankaların hiç kafası çalışmıyor. Onlarda bunu uygulasın. O zaman caiz mi
olacak? Onlarda desin ki “Vazgeçtik biz faiz vermekten. Biz de kar payı
vereceğiz.” Hatta şöyle bir yol belirledim ben onlar için. Bir ay yüzde 1.75
versinler, diğer ay yüzde 1,50, öbür ay ikinci aydaki kaybı üçüncü aya eklesinler.
Etti sana yüzde 2. Haaaahh oldu şimdi. Kılıf tamamdır. Bir salto iki burgu
tamamdır. Olur dimi öyle? Olur oluuurr.. Cevaz verildi mi her şey olur. Şimdi
diyorlar ki “ Bazı finans kuruluşlarına cevaz veriliyor”. Pikachu, hangileri
onlar isimlerini de söyle bize. Hadi hadi.
Bankanın adı oldu Finans Kurumu,
faizin adı da kar payı. Eee mute nikahı da caiz olsun o zaman. Hiç olmazsa
orada kadın da adam da ne alacağını, ne vereceğini biliyor. Her şey şeffaf. Ehven-i şer ya ! Zina diz boyu. Sokaklarda
artık. Bari insanlar hepten günahkar olmasın diye bunlar 20 sene sonra mute
nikahına da cevaz verecekler. Bu söylediğimi yazın bir yere. Hazırlıklar ona
doğru. Nasılsa ana tema ehven-i şer. Öyle diyorlar ya. “Ne yapsın Müslümanlar,
parası enflasyonda ezilsin mi? Adam paranı çalıştırıyor.”
Diğer bankalar, yani faiz verenler
ne yaptırıyor? Paranızı sizden alıp
Vakko’dan Beymen’den giydirip Kanarya Adalarına tatile mi yolluyorlar? Paranız
6 aylık %1.75 bileşik faiz güneşiyle bronzlaşıp mı size geliyor? Onlar da
çalıştırmıyor mu? Ciddi ciddi soruyorum. Ne fark var arada? Biri Arap sermayesi,
diğeri Avrupa. Arap kökenli finans kurumları paranıza abdest aldırıp güneşin
alnında taş mı taşıttırıyorlar da onların verdiği faiz, çok afedersiniz kar
payı diyecektim helal oluyor? Sümme haşa. İnsanı böyle şaşırtır bu pişekarlar.
Yazık. Çok yazık. Hiç Allah (c.c)’tan korkmuyorsunuz değil mi? Yahu o toprak
üzerinize kapatıldığında nasıl hesap vereceksiniz? Allah aşkına, sizi böylesi
cesur yapan bildiğiniz sırlar mı var? Bize de açıklayın. Ben bir lokma ekmeği
yutarken kırk hesap yapıyorum. Sizin bildiğiniz gizli ayetler mi var? Çıkın
açıklayın, bu millet de kurtulsun, siz de kurtulun.
“Allah’ın indirdiği kitaptan bir
kısmını gizleyip onu az bir bedel ile değişenler (var ya); işte onlar
karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Kıyamet günü Allah onlarla ne
konuşacak, ne de onları arıtacaktır. Onlar için elem dolu bir azap vardır.”
(Bakara-174)
Ben hiçbir şey söylemiyorum.
Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c)’ın sözü ne güzel ne doğru bir sözdür.
Müslüman
Masonlar (?)
Bitti mi? Hayııııırrr. Daha ne
vecizeler var. Soru geliyor sıkı durun. “ Efendim Masonluk hakkında ne
düşünüyorsunuz?”
O an muhatabın halini görüp, ses
tonunu duysanız. Sanırsınız ki adama hücre çekirdeğindeki Ribonükleik Asit ve
Deoksiribonükleik Asit arasındaki kompleks ilişkinin genetik kodları soruldu.Bakın nasıl kıvırılıyor. Ölürsünüz
gülmekten.
El-Cevab; “Efendim ben şimdi, onu
şimdi, ben efendim….. Efendim şimdi.. Osmanlının son zamanlarından bazı fetvalar
biliyoruz İslamın aleyhinde olduklarına dair. Ama şu anda bunlar biz dernek
statüsündeyiz diyorlar. Denetimi var mı yok mu bilmiyorum, ama şu var..”
Gülmeyiiiiinnn..
Sarsılmayııınnn.. Sıkı duruuuuunnn.
Bu adamceyiz Utaritten 09.15 TK
315 sefer sayılı zeplinle dün sabah indi dünyaya. Hiçbir şeyden haberi yok..... Kelime oyunlarına bakın. Bir
cümlede bir yargı bildirilirken "ama" ile bağlayıp ikinci bir yargıya
geçildiğinde ilk yargı ikincil, ikinci yargı birincil olur ki bunun sebebi tüm
cümlelerde asıl yargı sondadır. ( Bu durumu son yazdığım cümleye bakıp test
edebilirsiniz. “….asıl yargı sondadır.” Cümleyi bitirdiğinizde aklınızda kalan
yargıdır. Anlatılmak istenen kısımdır. Evvelkiler ise asıl yargının yani
anlatılmak istenen ana fikrin daha net keskin çizgilerle tanımlanması için
yardımcı etmenlerdir.) Çok ekstrem bir örnek gibi gelebilir. Amacım ne demek
istediğimin anlaşılmasıdır. Mahkemede hakim karar metnini okurken önce isnat
edilen suçu okur. Delilleri tanımlar. Şahitler varsa onları dinler. Sonra bir
hükme varır. Hükmü okurken “Yüce Türk Milleti adına” der ve “Sanığa isnat
edilen……… suçun TCK’nun ….. maddesinin …… bendine göre ……. yılla cezalandırılmasına,
( bakın bu bir hükümdür ve devam eder) ………. sebeplerle işlenen suça tekabül
eden cezanın her bir gününün …TL ile toplam …TL adli para cezasına çevrilmesine
karar verilmiştir” der ve hükmü karara bağlar. Ne oldu ilk saydığı TCK’nunun
bilmem ne maddesindeki hapis kararına? Hoopp paraya çevrildi ve ilkinin hükmü
kalktı ikinci hüküm bağlayıcı oldu değil mi?
Sen önce “Eskiden şöyle şöyleydi
amaaa…” diye bağlarsan adam sana “Eski çamlar bardak oldu, senin eşek Niğde’yi
bulabilir mi tek başına?” diye sorar. Masonların ne iş yaptığını bilmiyor
musun? Daha önce hiç duymadın mı? Ne oldu? Yoksa şimdi bunlar tövbe edip Cumaya
mı başladılar? Osmanlının son zamanlarına neden atıfta bulunuyorsun? Aradan 200
sene geçti yani düzelmişlerdir, şimdi için bir şey diyemem mi demek istiyorsun?
Çık sokağa, 80 yaşında dedeye sor “Dünya üzerindeki devletlerin sevk ve
idaresini legal veya illegal yollarla elinde tutan, her köşe başında çıkan kaos
ve karmaşaya direk yahut indirekt
sebebiyet veren ve bu kaostan beslenen tamamen seküler bir örgüt.” cevabını
alırsın. Efendi ! Neyden korkuyorsun bu kadar? 5 yaşında çocuğun bildiği
gerçekleri söyleyemiyorsan sen ne iş yaparsın? Korkma. Ben çok aydın gördüm
bunların gerçek yüzünü anlatan, hala hayattalar. Korkma olur mu? Sakın korkma.
30 senedir kime neye hangi dine
inandığını çözemediğim Moderatörden, aynı konuda işin rengini, asıl maksadını
belirleyici çok net bir soru daha geliyor. “ Masonların içinde Müslümanlarda
var. Geçenlerde Üstadı Muhterem “ Bizim için inanç şarttır. Bizde bir tanrıya
inanma şartı aranır.” açıklamasını yaptı ve içlerinde inanmış Müslümanlar da
olduğunu, her dinden insanın olabileceğini, dini bir kuruluş olmadıklarını,
insan ve yardımseverlik odaklı bir kuruluş olduklarını beyan etti. Sizce de bir
Müslüman mason olabilir mi?”
Sıkı tutunun şimdi. İnişe
geçiyoruz.
El-Cevab: “ Efendim şimdi oraya
neden üye olmuş adam, onu bilmek lazım. Adamın niyetine bağlı. İslam’ı inkar
etmiyorsa, Allah’ı inkar etmiyorsa, bir çıkar için oradaysa, biz bu adama kafir
oldun diyemeyiz. Çünkü bazı insanların mesleklerinde yükselmek için buralara
üye olduklarını biliyoruz.”
Eeeeyyy ismine kurban olduğum. Eeeyyyy
alemleri yok iken, bir ol demeyle yaradan, sonsuz kuvvet kudret sahibi Rabbim.
Duyuyorsun ve görüyorsun. Daha dün kendini parçalarına ayıranlar, başka bir
İslam alimini eleştirirken kaftan kafa hükmediyorlardı. Damarlarını
çatlarcasına bağırıyorlardı. “ Efendim neymiş baş örtüsü füruatmış. Yükselmek
için başınızı açın. Yok şuraya gelmek için başınızı açın. Olur mu böyle
sapıklık yaaaavvv. Ben nasıl Allah’ın emrini çiğne derim insanlara. Nasıl
Allah’ın yasak ettiği bir şeye cevaz veririm.” Lütfen dikkat edin kardeşlerim.
Ne deniliyor. “Mesleğinde yükselmek için ben nasıl Allah(c.c)’ın emrini çiğne
derim?” Peki kendilerine sorulduğunda benzer soru nasıl cevap geliyor? “
Efendim şimdi, mesleğinde yükselmek, bazı yerlere gelmek için buralara üye
olanlar var. Bunu biliyoruz. Adam İslam’ı inkar etmiyorsa…..!!! Yani adamın
niyetine bağlı”
Şimdi diğer kişilerin söylediği “Mesleğinizde
yükselmek için başınızı açabilirsiniz. Çalıştığınız kurumdan çıkınca kapatın”
telkinine uyan kadınlarımız “ Benimde niyetim iyi. Bende örtünmeyi inkar
etmiyorum ki….” derse bunun vebalini kim verecek? Bu şu mu demek? “Benden başka
ilim irfan sahibi adam tanımayın, bana tabi olun. Benim dışımda herkes
sapkınlığa yöneltir” mi demek? Ama sen şimdi bana “Murat mesleğinde yükselmek
ilerlemek istiyorsan Mason olmanda bir sakınca yok” diyorsun. O anlama gelmiyor
mu bu?
Çıkar için Müslüman mason
olabilir. Oldu mu şimdi? Niyetine bağlıymış. Bu niyet “ benim kalbim temiz” e
atıfta bulunmuyor mu? Adam Ehl-i İslam anne babadan dünyaya gelmiş, ben de
Müslümanım diyor ama mason localarında fink atıyor. Sorunca da “ Ben kötü
niyetle burada değilim. Benim kalbim temiz” diyor. Örtünmeyen kadınlarımız “Ben
Kur’an’ı inkar etmiyorum ki.” diyor. Nasıl olacak şimdi bu? Sadece ben, gerek
eğitim hayatımda, gerek iş hayatımda onlarca kadın tanıdım “Aslında örtünmemiz
lazım ama işte nefsimizi yenemiyoruz” diyen. Şimdi sen ona diyorsun ki “ İslam’ı
inkar etmiyorsan, iyi niyetliysen sorun yok devam….” Ruhen Müslümansın ama
fiilen kiliseye gidiyorsun. Oldu mu şimdi bu?
“Kınamayınız. Kınadığınız şey
başınıza gelmedikçe ölmezsiniz” (Tirmizi, Kıyamet-53 No2507)
Dün başörtüsü füruattır diyen
adamı yerden yere vururken, bu gün sen “Müslüman mason olabilir” diyorsun.
Masonlar o kadar salak mı ki kendi inançlarına ruhen olmasa da fiilen iştirak
etmeyecek insanları aralarına alsınlar? Onların fikirlerine emellerine fiilen
pozitif katkı sağlamayacak bir adamı aralarına alırlar mı? Soruyorum herkese.
Allah için vicdanınızda cevap verin. Alırlar mı? Almazlar değil mi?
Peki masonlar ne iş görürler?
Amaçları hedefleri nedir? Bu soruların sadece yüzde 10’una cevap verebilmem
için 110 kitap yazmam gerekir.
“Kalplerinde hastalık olanların;
“ Bize bir kötülük isabet etmesinden korkuyoruz.” diyerek onlara koştuklarını
görürsün. Umulur ki Allah katından bir fetih veya bir emir getirirde onların
nefislerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olurlar” (Maide-52)
“Korkaklıkta ar, ilerlemekte
şeref vardır.” Hz. Ebu Dücane (r.a)
Bu hadisleri, bu ayetleri ve
sahabe-i kiram efendilerimizin bu sözlerini bilmiyorsunuz değil mi? Tabi
tabi. Bilmiyorlar kesinlikle. Anladınız
mı şimdi hangi doğruların her yerde söylenmeyeceğini. Masonların doğrularını
sen çıkıp milyonların önünde nasıl söylersin, olacak iş mi? Hele hele baaazı
finans kurumlarının faizlerine çok afedersiniz yine elim sürçtü, kar payı, kar
payı…… İşte o kar paylarına çıkıp “Bunlar da alemlerin Rabbi olan Allah (c.c)
“karınlarınıza ateş dolduruyorsunuz”diye bizleri uyarıp katiyen yasak ettiği
haramın katmerlisi faizdir.”dersen olur mu hiç. Aaaa.. Kim bilir kimlerin
tepkisini çekersiniz. Belki de kendinizle çelişir, çatışır durursunuz gece yatakta.
Her şeyin en doğrusunu Allah (c.c) bilir. Bu para varya bu para. Bu nasıl bir
illetse adamın dinini imanını kimlik bunalımına sokar iki dakikada. Ağzın ne
der, elin ne yapar, gönlünden ne geçer, hesapların ne fısıldar sen bile
karıştırırsın. ( Unutmadık değil mi? MPD) Bu para, ah bu para. Ne insanlık, ne
iman, ne onur, ne haysiyet, hiç biri onunla yan yana uzun süre duramaz.
Şerefsuz Temel
Bizim Temel ile Dursun birlikte
büyürler. Yaşları 20-21 olunca da para kazanmak için gurbete çıkarlar. Temel
gurbetçi olarak Almanya’ya gider. Dursun da İstanbul’a gelir çalışmaya. Aradan
20 sene geçer ve İstanbul’da iki kadim dostun yolları kesişir. Temel temelli
dönüş yapmıştır. Bir kahvede oturup eskileri yenileri konuşurlarken, konu her
zaman olduğu gibi işin can damarına gelir dayanır. Neye mi? Elbette parayaaa.
Temel çok çok zengin olmuştur. Dursun’la hep üst perdeden konuşur. Biraz
kibirle “ Eeee tursunum ne ettun bunca senedur. Okada çaliştun habu
İstanbula.”der.
Dursun 20 senede sadece kendine
bir ev satın alabilmiştir. Temel ise Almanya’da çalışırken İstanbul’daki
kardeşine para yollamış, kendi adına iki iş hanı, 5 dükkan, 2 de bina aldırtmıştır.
Dursun başı önde ezik vaziyette “ Bi dane ev aldum” der ve devam eder; “Seni
duydum. Çok baralar kazanmişsun. Allah ziyade etsun ama iyi şeyler duymadum
hakkuna. Parayi köti yollardan kazandi deyiler. Çok şerefsuzlukler etti
deyiler.” deyince Temel cebinden bir kalem çıkarır ve kahve masasının üzerine
çıkardığı kalemle “Şerefsuz” yazar. Dursun’a bakar ve “Ula kot kafa, haburiya
ne yazayi” der. Dursun hiçbir şey anlamaz. Yazıyı okur. “Şerefsuuuzz” der.
Temel cebinden 100 mark çıkarır ve yazının üzerine koyar. “Ula şimdi oku
bakayim ne yazayiiii” der. Dursun da “ Parayi çek daaa. Görinmeyi” der.
sırayı bozmadan devam edelim;
Her şey sırayla. Sabırla
izliyoruz şimdi. Ne demiştik Multiple Personality Disorder. Umarım sırayı
karıştırmam J
Bakın aynı insanın farklı duygu durumlarındayken sosyal hayata yansımaları.
Malzeme aynı, şekil aynı. Sadece ona hükmeden ruhsal durumun değişik
yansımaları. Mutlaka bunlardan biri “Hah
işte bu yaaa, ben olsam ancak böyle tepki verirdim” dedirtecek. Dedirtecek de
diğer tepkiler yanlış mı? Sizin tepkiniz doğru mu? Bunu kim belirleyecek? Bir
meseleden kaç doğru çıkacak? İşin asıl ilginç yanı nedir biliyor musunuz? Bir
çok insan buradaki tepkilerden bir kaçına “işte ben” diyecek, belki de bir
çoğunda da kararsız kalacak. Lütfen en önemli ayrıntıyı aklımızdan çıkarmadan.
Neydi o? Multiple Personality Disorder. O kadar çok ki bu ruh yapısını
barındıran insanlar. Alimi aydını, bir sürü. Şimdi devam;
Eskiden fatura kuyrukları olurdu.
Heeyy gidi günler hey. Su parasını yatırmak için 4-5 saat kuyrukta beklediğimi
bilirim. Ne enteresan varlıklarız değil mi? Birine para vereceğiz ve sıra
bekliyoruz. Parayı veren bensem alanın sırada beklemesi gerekmiyor mu? Hem para
vereceğim hem de “Aman nooolluuur paramı alıııınn” diye sırada bekliyorum…Şaka
gibi J Şaka
değil bu. Tamamen gerçek. Öyle böyle değil, 80-100 metre kuyruk olduğu zamanlar
olurdu. Ne kavgalar çıkardı o kuyruklarda. Ne sohbetler dönerdi. Hiç
tanımadığınız, önünüzde sıra bekleyen adamla faturayı yatırana kadar can ciğer
kuzu sarması olurdunuz. Farklı hayat hikayeleri dinler, sizin dünyanızdan çok
çok farklı psikolojileri tanırdınız. Bazen “ Vaayy beee. Böylesi de
varmıymış?”derdiniz içinizden. Her kuyruk benim için farklı bir deneyim olurdu J Ben sıranın bana
gelmesinden daha çok, etraftaki insanları ve konuşmaları izlemeyi severdim. Her
birinden müthiş sosyal kazanımlar elde eder, verdiğim paranın en doyurucu
karşılığını ruhen almış olurdum J
Klasik bir ruhun tepkisi; Sıraya
geç kardeşim.
Neoklasik tepki; Şeker kardeşim
sıraylaaa
Reaislt tepki; Sıra var
Sür realist tepki;
Sallandıracaksın bunlardan iki tanesini taksim meydanında bak bakalım bir daha
yapabiliyorlar mı
Romantik tepki; Beyefendi ! Galiba
sırayı görmediniz
Naturalist tepki; Sırana geç
Modern tepki; Efendim insanımız
eğitimsiz, halbuki Avrupa’da……
Post Modern tepki; Sırana geç lan
ayı
Uzlaşmacı tepki; Acelesi olmasa
öne geçmezdi. Üzmeyin garibi.
Devrimci tepki; Alt yapı
sorunları çözülmeden halkımız sıraya geçmez. Devrim olunca herkes bak nasıl
hizaya gelecek.
Kaderci tepki; İki dakika fazla
beklesek kıyamet mi kopar? Kısmetse hepimizin işi görülür.
Felsefeci (Septik Kuşkucu) tepki;
Ön ve arka kavramları görecelidir. O tarafın ön taraf olduğuna kim karar verdi?
Öne geçtiğini zanneden aslında arkada geçmiş olabilir.
Kant’çı tepki; Efendim
algılanmayan şeyler yok demektir. Bakmayın o tarafa adam yok olur.
Kötümser varoluşçu tepki; Herkes
bir gün ölecek. Onurlu bir şekilde bekleyin. Bir gün o adam da ölecek.
İyimser varoluşçu tepki; Sıkmayın
canınızı. Şu anın tadını çıkarmaya çalışın. Bakın ne güzel hayattasınız ve
birileri önünüze geçebiliyor.
Hümanist Tepki; İnsanlık bir
bütündür. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için. Dolayısıyla birimiz öne
geçince aslında hepimiz öne geçmiş oluyoruz.
Oda olur oda olur demeyin. Bulunduğunuz
platforma göre, ihtiva ettiğiniz ruhaniyete göre cevap olmaz. Bu tek bir şartla
olur. Vereceğiniz cevap sadece sizi bağlıyor, sizi ilgilendiriyorsa bireysel
anlamda istediğiniz kadar saçmalayabilirsiniz. Delilik kaçıklık bedava. Ama
mesele bütün İslam alemini yahut bir cemaati ilgilendiriyorsa, siz de bir
cemaat adına konuşup fikir beyan ediyorsanız, durum kıldan ince kılıçtan keskin
bir hal alır. Artık siz, siz değilsinizdir. Bir cemaatin sözcüsüsünüzdür. Ve
hepsinden ötesi Allah (c.c)’ın dininin doğrularını söylemekle mükellefsiniz.
Kişisel yorumunuz sizi ilgilendirir. Onu kendi aile eşrafınız arasında günde 80
kere revize edin isterseniz. Hiiiççç sorun değil. Ama sizi milyonlar dinliyorsa,
yükünüz gevheridir.
Manen, ruhen Allah (c.c)’ı bulmak
üzere olan bir insan, bir sabah bana “ Yav arkadaş. Bu adamı tanıyor musun?
Böyle böyle diyor. Nasıl olur böyle şey. Sizin aliminiz, savunduğunuz adam bunu
diyorsa biz kime inanalım” diyerek beni tonlarca plakanın altında pestil gibi
ezerse, ben bir Mü’min olarak size hakkımı asla helal etmem. Ben o adamı, o
maneviyata getirene katar ne emekler verdim. Ne diller döktüm. Adama İslamiyetin
muhteşemliğini anlattım ve namaza başlayacağına dair söz aldım. Sen bin tane
doğrunun arasında bir tane böyle yumurtlarsan, aklı çalışan zeki insanlar senin
saçmalığını fark eder, kavrar ve geri adım atar. Olmaz. Olamaz bu. Soran adama,
soran kuruma göre siz “oda olur, buda olur, aman canım ne var kapıları
kapatalım mı” derseniz o hiç olmaz işte. Din felsefe değildir. Herkes kafasına
göre yorum yaparsa, işte böyle 80 bin tane farklı mezhep çıkar ve sonra sen
onlarla savaşmak zorunda kalırsın.
Düşünün alışverişe gidiyorsunuz. Siz
ihtiyacınız olan bir gömleği almak için gittiğiniz mağazada, istediğiniz
gömleğin size uygun bedenini bulamadığınızda, bir küçük yada bir büyük bedenini
alıp çıkıyorsanız söylediklerimin tamamını unutun. Bu demektir ki her cevap
kabuldür. Ve yarından tezi yok fikir olarak size en yakın siyasi partiye üye
olup politikaya atılın. Politikada bilirsiniz “Dün dündür, bugün bugündür.
Mesele gayet açıktır mesele gayet seçiktir. Gel derler geliriz git derler
gideriz. Bir sabah kalkarız bakarız marşlar çalıyor, basar gideriz. Mesele
bundan ibarettir. Siyasette 24 saat çok uzun bir süredir” Ammaaa mesele eğer
sağlam bir karakter ise durum değişir.
Kapitalizm İşçi
Sınıfını Kötüye Kullanıyor
İnsan ruhunun sınırları, daha
doğrusu yıllarca güneş görmeden kemikleştirdiğiniz karakter iskeletinizin
doğrusu birdir. Politika yaptığınızda ise bazı dengeleri koruyor
gözetiyorsunuz demektir. Bir İslam aliminin koruyup gözeteceği yegane denge ise
Rızaullah’tır. Parti başkanı, sosyal cemiyet başkanı, STK başkanı iseniz atış
serbest. Kime ne kadar yaklaşırsanız yaklaşın, bunun hesabını yapmak bana
düşmez. En çoğu sizin STK’nuza üyeyimdir ve izlediğiniz siyaset benim karakter
iskeletimi zorluyordur, huzursuzluklar baş göstermeye başlamıştır, alır
ceketimi çeker giderim. Lakin çerçevelerini belirlediğiniz mesele Allah
(c.c)’ın dini ise, ben senin anlattığın dine inanmıyorum deyip, muhtara kızıp
köyü ateşe veremem. “Sana ne kardeşim, dinlemezsin olur biter” derseniz de
eğer. Değil işte. Konu din ise, benim canım pahasına sahip çıkmam gereken,
Allah (c.c)’ın ve Resulullah (s.a.v)’in emanetidir. Tahrif eden babam dahi olsa
can düşmanım olur. Evet, kar payıydı, masonluktu derken, meselemizin analizine
dönecek olursak;
Böyle izahatlarda sorulan sorular
yada yorumu beklenen durumların cevabı ve yorumları zamana ve zemine karşı
politik olacak hiç kuşkusuz. Doğru kaç tanedir? Ufku geniş, normal üstü çalışan
zihinlerde meselenin kaçlı permütasyonu doğruyu verir. Ne menem bir şeydir bu
Politika? Onu kırmayalım, bu incinmesin, orada siyaseten, burada politika.
Latince “Polis” kelime kökünden
gelir. Şehir işlerini düzenleme idare etme sanatı diye adlandırılsa da aynı
zamanda “Poli” çok, “Tika” ise yüz anlamına geldiği de ciddi literatürlerde
geçmektedir. Bir başka perspektiften izah edecek olursak eğer;
Çocuk işte. Her hikayede geçen,
7-8 yaşlarında hınzır bir çocuk kahramanımız vardır ya. Bu çocuk aynı çocuk
mudur, gelecek kuşaklara aktarılacak değerde her hikayeye maaşlı kadrolu elaman
mıdır, orasını inanın ben de bilmiyorum. Düşünsenize öyle olduğunu. Baba evde,
televizyon izliyor. Çocuk “Baba, bi hikaye varmış, Nuri Bilge Ceylan aradı, tam
sana göre bi rol var, hadi dedi. Ben gidip bi koşu konuya dahil olup geleyim.
Gecikirsem yemeğe beklemeyin, belki arkadaşlarla sahile iner iki tavla atarız.
Sen anneme söyle sütü dolaptan çıkartıp ılıya koysun, ben gelince içerim. Merak
etmeyin olur mu.” Hah işte, bu çocuk, büyük ihtimalle o çocuktur ve babasına
sorar;
-
“Baba Politika nedir?”
Babası da cevap verir;
- Bak oğlum, ben bu evin para kaynağıyım, çünkü
eve parayı ben getiriyorum. O zaman ben kapitalistim. Annen ise benim
getirdiğim parayı sevk ve idare eder. Dolayısıyla annen hükumettir. Deden de
benim getirdiğim paranın annen tarafından doğru idare edilip edilmediğine
dikkat eder, o zaman deden de sendikadır. Bizim evin tüm işlerini halleden
hizmetçi kız da işçi sınıfıdır. Bizim hepimizin tek bir hedefi vardır, o da
senin rahat etmen. Dolayısıyla sen de halkı temsil ediyorsun oğlum. Bütün
bunlarla birlikte, şu an beşiğinde yatan küçük kardeşin de geleceğimizdir
oğlum. Hadi şimdi bana politikadan ne anladığını anlat bakalım.
der. Kafası karışan çocuk,
babasına tüm bunları detaylı bir şekilde bu gece düşüneceğini ve sabah ne
anladığını anlatacağını söyler ve yatarlar.
Bizim çocuk geceleyin ağlama sesiyle uyanır. Beşikte yatan kardeşi
altını pisletmiştir ve ağlamaktadır. Çocuk uyku sersemi, şaşkın, biçare halde
direk anne ve babasının odasına yönelir. Bakar ki annesi deriiiin derin
uyumaktadır ve babası da yanında yoktur. Annesini uyandırmak istemez ve
hizmetçi kızın odasına yönelir. Kapıyı sessizce aralayan çocuk ne görsün ! Abbooooww….
Babası hizmetçi kızla aynı yataktadır. Şaşkınlıkla etrafı kollayan çocuk, yaşlı
dedesinin de bu durumu gizlice gözetlediğini görür. Herkes o kadar kendini
kaptırmıştır ki hiç kimse ne çocuğun orada olduğunu duyar, ne de ağlayan
bebeğin sesini. Küçük çocuk çaresizce odasına geri döner ve yatar. Sabah
uyandığında kahvaltı sofrasında babası çocuğa dün akşam anlattıklarından politikaya
dair ne anladığını tekrar sorar. Çocuk kendinden son derece emin anlatmaya
başlar;
- "Babacığım, kapitalizm işçi sınıfını kötüye
kullanıyor. Sendika bu durumu sadece izliyor. Hükumet tüm bu olanlardan
habersiz uyuyor. Halk ise hiç dikkate alınmıyor ve gelecek ..ok içinde yatıyor.
İşte politika budur."
Ne demiştik sevgili dostlar,
lafın en ciddisi şaka yollu söylenendir. Konumuza dönecek olursak, “doğru”
politik olamaz ve “doğru” tektir. Evrensel normlar nasıl dünyanın her yerinde
doğru ise ve kabul görmüşse, işte doğru da böyledir. Adam öldürmek dünyanın her
yerinde suçtur, değil mi? Hırsızlık? Uyuşturucu? Dolandırıcılık? Öyle değil mi?
Kesinlikle. Dünyanın neresine giderseniz gidin bu değişmez. Peki doğru nasıl
oluyor da politik oluyor. Öyle değil mi? Her yerde söylenmiyorsa, doğru zaman-zemin
seçiyor demektir. Değerli dostlar. Asr-ı Saadet’i düşünün. Alemlerin Sultanı,
Yaratılmışların en şereflisi, Nebiler Nebisi (s.a.v) tek başına. O’na inanan
bir tek eşi Hz.Hatice annemiz ( Rabbim şefaatine nail etsin) var. Amcası Ebu
Talip, Alemlerin Sultanı (s.a.v)’e ne diyor? “Kardeşimin oğlu. Kavminin ileri
gelenleri bana gelerek senin onlara dediklerini bana arz ettiler. Ne olursun,
bana ve kendine acı. İkimizin de altından kalkamayacağımız işleri üzerimize
yükleme. Kavminin hoşuna gitmeyecek sözleri artık söylemekten vazgeç.”
Peki Alemlerin Sultanı (s.a.v) ne
diyor? “Haklısın amca. Her doğru her yerde söylenmez” mi diyor? Yoksa;
“Bilesin ki ey Amca, güneşi sağ
elime, ayı da sol elime verseler ben davamdan asla vazgeçmeyeceğim”
Sizler Peygamber (s.a.v)’in
sünnetine böyle uymuyorsanız, nasıl uyuyorsunuz? Sarıkla cübbeyle mi? Şekil ve
şemail ile mi? Peygamber (s.a.v) bütün kavmini hatta amcasını karşısına alıp,
doğruyu hayatı pahasına, tüm sevenlerini, her şeyini kaybetme pahasına
söylerken, sizler neyin siyasetini yapıp, kimin gönlünün kırılmasından
korkuyorsunuz? Bazı lobilerin gönlünü kırmamak için esnerken aslında kimin
gönlünü kırdığını biliyor musunuz? Kimden korkuyorsunuz? Nedir sizi böylesi
endişelendiren? Kendi eşinizle dostunuzla, neyi nasıl dengelerle koruyup
siyaseten konuşursanız konuşun, o bizi bağlamaz. Ama mesele milyonların hukuku
ise ya hiç sesinizi çıkarmayacaksınız ya da çıkarıyorsanız adam gibi, şerefli
bir şekilde “ Arkadaş, hak budur, doğru budur, kim kızarsa kızsın” diyeceksiniz.
“Bankalarla Finans kurumları siyam ikizidir. Tankla top gibidir. İkisi de yakar
yıkar. Birine yeşil, diğerine yosun rengi diyorlar, imanlı insanları
zehirliyorlar, aldanmayın kardeşlerim. Çalışmadan, emek sarf etmeden kazanılan
paranın tümü haramdır. Aldanmayın. Bu kurumların asıl sahipleri uyuşturucu
kaçakçıları ile uluslar arası silah kaçakçılarıyla, para spekülatörleriyle
ortaklıklar içerisindedir. Allah için kanmayın kardeşlerim” desenize. O zaman
ben sizlerin kapısında bekçiniz olurum. Yemem içmem sizlere hizmet ederim.
Diyebilir misiniz bunu? Aslaaa..
Resulullah (s.a.v)’in sünnetine
uyuyorum imajıyla sizlere inananları efsunlayıp gelir elde edinirken, Alemlerin Sultanı (s.a.v)’ın asil, onurlu,
imanlı davranışlarına hiç bakmıyorsunuz değil mi? Bakıp ibret almıyorsunuz
değil mi? Manen ve madden son derece kuvvetli ve kalabalık kafir kavminin
karşısında tek başına olmasına karşın, ne diyor Alemlerin Efendisi (s.a.v)? “Söylediğimden
asla vazgeçmeyeceğim.” “Her doğru her yerde
söylenmez, önce yanıma birkaç bana inanan toplayıp kuvvet sağlayayım” diyemez miydi?
Hz. Peygamber (s.a.v)’in bu onurlu tavrını örnek alan ve bu uğurda canını,
malını, evini evladını riske atıp, doğruyu küfrün yüzüne yüzüne haykıran
onlarca yüzlerce alim abid yok muydu tarihte? Haaa, onlar bilmiyordu neyin ne
olduğunu değil mi? Sizler onlardan çok daha ilim irfan sahibi ve takvasınız
değil mi? Sonsuz kudret sahibi Allah (c.c)’ın doğrularını emir ve yasaklarını
haykırdığı için hayatı sürgünlerde zindanlarda türlü eziyet ve işkencelerde geçen
onca insanlar alim ise siz nesiniz? Siz alim iseniz peki onlar neydi? Var mı bu
sorunun cevabı?
Kim doğru? Hangisi doğru? Hak
olan ne? Kim Allah (c.c)’a hizmet ediyor? Kim İslam’a hizmet ediyor? Kim hain?
Kim? Allah aşkına biri çıkıp söylesin? Kim? İnsanları kendi hasta ruhunuzdan (
unutmadık değil mi? Multiple Personality Disorder) türettiğiniz ve çıkarlarınıza en uygun anda
kullanmak üzere, hadis ve ayetleri de saptırarak desteklediğiniz uydurma
safsatalarınızla kandırmaktan vazgeçin artık. Şuna emin olun ki aklını kullanan
ve muhakeme yeteneğine azıcık sahip, biraz da kafası çalışan insanlar,
düştüğünüz komik acınası durumun son derece farkında. Yemiyorlar. Yemiyoruz.
Şimdi bazılarınız bana kızacak.
Benim ne demek istediğimi ve bu insanların gerçek yüzlerini 10 sene sonra
anlayacak herkes. Tıpkı bundan 10 sene önce söylediklerimin bu gün bire bir
meydana çıkması gibi. Ben yine söylüyorum. İnşallah ben yanılırım ve İslam Alemi
kazançlı çıkar. İnşallah ben yanılırım ve bu insanlar hakiki manada İslam’a
hizmet ediyorlardır. Kardeşlerim ben kimin aleyhinde bir şey söyledim veya
yazdım ise er yada geç mutlaka söylediklerim çıkmıştır. Geçmişte bunun çok
örneği vardır. Ben söylerim, en sevdiklerim bana cephe alırlar. “Demeee. Ne
biliyorsun da söylüyorsun. Onlar Allah (c.c)’ın dinine bir ömür adadılar. Yapmaaa.”
Aradan birkaç sene geçer, sonra karşıma geçerler başları önde; “ Bu uşak bişey
biliyorda söylüyordu. Nerden biliyordun?”
Taammüden
İşlenen Ayıplar?
Bakın dostlarım. Hakiki manada
Allah (c.c)’ın dinine hizmet eden, zerre kadar dünyevi menfaatlerle işi olmayan,
dost post kavgası taşımayan, kendini Allah (c.c)’a ve ahirete adamış Allah (c.c) dostları yok mu? Kesinlikle var. Onların hiç sesi çıkmaz. Onları göremezsiniz.
Ne yazık ki onlar tek başlarınadır. Yapayalnızdır. Onların sadece ve sadece Allah
(c.c)’ı vardır. Onlar Ümmetin derdiyle dertlenir, hesabının yarın ahirette
sorulacağını bilir, korkusundan gece yatağına giremez. Böyle Allah (c.c)
dostlarının kapısında köpek olunur. Bütün samimiyetimle söylüyorum. Allah (c.c)
şahidim olsun ki kapısında köpek olunur. Abdest ibriği taşınır bir ömür boyu. Öylesi insanları yermek eleştirmek bizim
haddimiz olamaz asla. Lakin bizim meselemiz başkadır. Bizim meselemiz güç
dengelerine göre fetva veren, ayeti hadisi farklı tonlardan anlatarak ona buna
kapı aralayan fırıldaklarladır. Bunlar şıp orda şıp burada. Bir bakarsınız
gittiğiniz camide, bir bakarsınız okuduğun kitapta, bir bakmışsınız
televizyonda. Her an her yerde karşınıza çıkarlar.
Ben bir meselenin doğruluğuna
yüzde yüz emin olmadan ve elimde somut kanıtlar olmadan konuyu kendi içimde
dahi dillendirmem ki nerede kaldı buraya yazayım. Örnek mi? Alın size
söylediklerimin bir hayal bir masal ürünü olmadığına dair çok küçük bir kanıt.
Bakın ayet yada hadis anlam bakımından yorumlayana göre nasıl müthiş bir değişimine uğruyor.
Kahramanlarımız iki öz be öz
kardeştir. Aralarında yaklaşık 40 yıldır süren bir husumet nedeni ile
birbirlerine küs olan bu iki kardeşin arasındaki husumeti, kini, küslüğü ortadan
kaldırmak için naçizane yıllardır
bıkmadan usanmadan lobi faaliyetleri yürütürdüm. Yıllarca her yolu denememe
rağmen arpa boyu yol alamamam beni derinden derine üzerdi. İki kardeşin ne
kadar sağlam birer Mü’min olduklarını bildiğim için son olarak aradaki
duvarları yıkmada bu yönü kullanmaya başlamıştım. Çünkü iki kardeşin müthiş
derece iyi Arapça bilmesi ve birinin de çok sağlam bir hafız olması,
dolayısıyla ayetleri ve hadisleri bir çok hocadan daha iyi bilmeleri işimi
kolaylaştırır diye düşünürdüm. Ama iki kardeşte mevcut olan bu ilim, problemin
çözümünde beklediğim gibi pozitif katkı sağlamayacaktı. Nasıl mı?
Bir bayram sabahı yaşı takribi 70'e merdiven dayanmış olan büyük kardeşe “ Yaptığınız doğru değil. Yıllardır
konuşmuyorsunuz. Siz kardeşsiniz. İki Müslümanın üç günden fazla dargın durması
haramdır ki sizin ki 40 yıla yaklaştı. Bunun hesabını ahirette Allah (c.c)’a
veremezsiniz” dediğimde bakın nasıl bir cevap almıştım. “Doğru söylüyorsun. İki
Müslümanın üç günden fazla dargın durması haramdır. Amaaaa iki Müslümanın…”
Hadi bakalım. Çıkın işin içinden
şimdi.
Bakar mısınız kelime oyununa? İki
Mü’min’in. Yani kendi Mü’min, ama öz be öz kardeşi kafir. Ve onun dinden
çıktığına kendini mutlak suretle inandıracak, yazımızın başından beri
anlattığımız katalizörleri de ardı ardına sıralayıvermişti bana. İşte böyle
kelime oyunlarıyla herkes kendince ayet hadis yorumlarsa ne olur kardeşlerim?
Kendi vicdanını haklı çıkarmak için ayetler hadisler yorumlanırsa ne olur?
Kardeşlerim, dönüp yazımın başındakileri psikolojik analizleri burada tekrar
etmeyeceğim. Ama yazıyı dikkatle okuyan ve ikisi arasındaki sentezi yapan
dostlar ne demek istediğimi çok iyi anlayacaklardır. Bu zat-ı muhterem de kendi
iç dünyasında, kendi psikolojik denge mekanizmalarında, tıpkı sosyalist ve
faşist kahramanlarımız gibi haklılık
binasının temellerini böyle oluşturmuştu. Konumuz bu iki kardeşin sosyal
yaşantıları değil elbette. Konumuz, insanların müşahhas yahut mücerret
çıkarları söz konusu olduğunda, ayet ve hadisleri ve dahi evrensel normları,
nasıl kendi çıkarlarına göre tefsir ettikleridir. Ki bunlar cahil insanlar
değillerdir. Cahil insan zaten bu hesapların içinden çıkamaz. Ama bilgi ne
kadar fazla ise yorumlama yeteneği de o kadar fazla ve bilmeyen için daha kabul
görücü olmaktadır. Bakın bir diğer mesele;
Milyonlara anlatılan bir garabet.
Haydi buyurun.
“Müslüman’ın ayıbını örtmek
sevaptır.”
Bu özetle verilen mananın tam karşılığı Alemlerin Sultanı Efendimiz
(s.a.v)’in hadisine konu olmuştur. Ebu Hureyre (r.a)’dan rivayet
edilmiştir ki Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur.
“Bir kul bu dünyada başka
bir kulun ayıbını örterse kıyamet gününde Allah’ta onun ayıbını örter.”
(Müslim,Birr-72, Buhari,Mezalim-3)
Hadislere imanımız elhamdülillah
tamdır. Lakin mesele öyle böyle değil. Mesele bizim hadisleri incelememiz
irdelememiz değildir. Biz kimiz ki Allah (c.c)’ın Resulü (s.a.v)’in sözlerini irdeleyelim.
Haşa. Kesinlikle haddim değildir. Resulullah (s.a.v) ne dediyse başımızın
tacıdır. Kayıtsız şartsız bey’at ederiz. Meselemiz hadislerin algı
saptırılarak nakledilmesidir. Birlikte inceleyelim dilerseniz.
Ayıp nedir? Suç nedir? İkisi aynı
şey midir? Bilerek kasten tasarlanarak planlı işlenmiş ve sonunda da zerre
kadar pişmanlık duyulmayan suç ayıp kavramına sokulursa, sonrada sümme haşa
Allah (c.c)’ı kendi mahkemelerinde maaşlı kadrolu hakim yapıp “Sen ayıbı görme,
ört. Allah’ta senin ayıbını örtecek” denilirse oldu mu şimdi? Kardeşim,
meseleleri işinize geldiği gibi lanse etmeyin artık. Kastedilen ayıplar, kusur
olarak yapılanlar yani farkında olmadan yada boş bulunarak, istemeden ve
sonunda derin elem duyulan hatalardır. Hiç mi Allah (c.c)’tan korkmuyorsunuz?
Resulullah (s.a.v)’ın ağzından
çıkan tek bir harf bile benim için iman mertebesidir. Kur’an-ı Kerim’de Allah
(c.c) “Resulüme uyun tabi olun. Size ne veriyorsa alın” demiyor mu? Amenna ve
Saddakna. Ama bu sözü alıp, tıpkı “iki Müslümanın 3 günden fazla dargın durması
haramdır” gibi işlerine geldiği cihetten bakın nasıl aktarıyorlar.
Doğru, Müslüman’ın ayıbını örtmek
sevaptır. Ama nasıl ayıbını? Hangi ayıbını? Bir kere burada öncelikle ana temel
husus şu olmalıdır. Ayıp nedir? Önce kavram kargaşasına mahal vermeden konuyu
sakin ve anlaşılır şekilde gelin birlikte analiz edelim de insanların nasıl Ortaçağ karanlığındaki kiliselerin saf torik halkın üzerinde afyon etkisi
yarattıkları gibi uyuşturulduğunu gözler önüne serelim.
Nedir ayıp? Bakın, sözlük
karşılığı aynen şu şekildedir. “ Toplumun ahlak kurallarına aykırı olan,
utanılacak durum veya davranış, kusur, eksiklik” İslami literatürde ise ayıp “ Kişilerin
eksiklikleri, noksanlıkları, kusur ve utanılacak durumlar, utanmaya sebep olacak
haller, insanların şeref ve haysiyetlerini zedeleyecek durumlar” olarak tarif
edilir. Açalım mı bunları biraz?
Bakın ne diyor tanımda?
“Utanılacak durum ve davranış” ve yine “şeref ve haysiyetlerini zedeleyici durum”
İnanın ben bunları yazarken gülüyorum. Neden biliyor musunuz? Bakın, ben lise 2
yada 3 sınıftayım ve babam o dönemlerde çok meşhur olan, öğrencilerin genel
gidişatının ebeveynleri ile değerlendirildiği veli toplantısına katılıyor.
Derken, müdür yardımcılarından biri kalkıp velilere “ Aman ne olur, eve gidip de
çocuklarınıza bir şey söylemeyin, onları rencide etmeyin, utandırmayın,
onurlarını kırmayın” diyor. Babam da konuya müdahil olup (bayılırım onun böyle
dik çıkışlarına J,
Rabbim ömrünü mübarek kılsın. Amin.) “ Hocaaaa hocaaaa.. Söylediklerinizi ben
pek anlamadım. Bu sizin dediğiniz bana biraz tezat geldi. Zira onurlu olan bir
öğrenci dersine çalışır ve kendine laf getirmez. Başarısızlığı asla kabul
etmez. Çok özel istisnai durumlar vardır ki o durumu da velisi zaten bilir,
mazereti olan evladını ( kapasite eksikliği, psikolojik sorunlar, ailevi
sorunlar vs ) zaten asla rencide etmez. Aksine motive eder” diyor. Ve kimsede
ses seda yok. Neden? Sizce neden? Çünkü kesinlikle haklı. Şimdi konumuzla ne
ilgisi var? Var hem de çok var. Nasıl mı? Şöyle;
Neydi ayıp? İnsanların onurunu,
haysiyetini zedeleyici durumlar. Ne zamandan beri benim malımı iznim ve rızam
olmadan gasp etmek ayıp oluyor? Ne zamandan beri zina yapmak ayıp tanımının
içine alınıyor? Zina taammüden işlenen bir suçtur. Ne demek taammüden? Bir
fiilin bilinçli planlı önceden tasarlanarak işlenmesi. Misal; Oturduğunuz
sokakta adamın biriyle tartışırsınız. Adam size çok ağır küfür ve hakaretler
eder. Dayanamazsınız. Belinizde silah vardır. Çeker vurursunuz.
Yargılanırsınız. Aldığınız ceza 7-8 yıl. Aynı adamla aynı şekilde
tartışırsınız. Tüm ayrıntılar harfiyen aynıdır. Tek fark silah belinizde değil
evdedir. O sinirle koşarak apartmana girersiniz, asansöre binersiniz, 5.kata
çıkarsınız. Kapıyı açıp içeri girersiniz. Odaya gidip silahı alırsınız. Tekrar
asansöre binip aşağı inersiniz. Adamı vurursunuz. Alacağınız ceza 18 yıl. Olay
aynı. Her şey aynı. Nasıl oluyorda ilkinde 8 yıl diğerinde 18 yıl cezaya hükmü
geliyor? Fark ne biliyor musunuz? Birinde hakim size iç sesiyle ; “ Asansöre
bindin, eve çıktın, silahı aldın, aşağı indin. En az 5-6 dakika geçti. Hiç mi
aklına gelmedi “Ben ne yapıyorum.” ? Demek ki sen potansiyel katilsin. Bu senin
ruhunda var.” der ve basar 18 yılı. Bu taammüden fiil işlemektir. Şimdi sen taammüden
suç işle, adı ayıp olsun, ben de onu kapatayım.
Ne zamandan beri planlı işler
ayıp oluyor? Ne zamandan beri Allah (c.c)’ın dinine küfretmek, hakaret etmek
yada dini küçük düşürücü hal ve davranışlarda bulunmak ayıp kavramına dahil
ediliyor? Ne zamandan beri faizi löp löp yutmak ayıp oluyor? Ne zamandan beri
işçinin hakkını zamanında vermemek, sigorta primini çalmak, ekonomik kriz var
bahanesine saklanıp, hakkını hukukunu ezmek ayıp oluyor? Ne zamandan beri
devleti dolandırmak, vergi kaçırmak, sahte fatura kesmek ayıp oluyor? Ne
zamandan beri faiz kar payı, kumarda şans oyunu olup haramların helale
evrilmesi ayıp oluyor? Çok dikkat edin kardeşlerim. Bahsettiğim suçların hepsi
taammüden işlenebilecek suçlardır.
Sadece bu faiz için, İslami
kılıfıyla, kar payı için özel çok detaylı bir araştırma hazırlıyorum. Okuyunca
kanınız donacak. Alemlerin Rabbi olan ismine kurban olduğum Allah (c.c) sağlık
sıhhat ömür verirse tamamlayacağım inşallah.
Devam edelim;
Ne zamandan beri yalan konuşup
insanları aldatmak ayıp oluyor? Ne zamandan beri söz verip tutmamak ayıp
oluyor? Eeee ama yeter. Ayıp oluyor. Bu yaptıklarınız çok ayıp oluyor.
Çok Ayıp
Ediyorum !
Şimdi dikkatlerimizi maksimum
seviye çekip takip edelim. Ayıbın sözlük anlamının katmerli uygulamasını mercek
altına alalım. Ayıbın ağa babası, ayıbın kralı, ayıbın dibi, ayıbın en
onursuzca ve pervasızcası.. Artık siz ne derseniz deyin. Artık siz ayıp kelimesini en kuvvetli
hale getirecek nasıl bir tamlama eklerseniz ekleyin. Bana sorarsanız ise D
şıkkı hepsi. Tartıya vursan Mimar Sinan’da, hatta hatta Şeyh-ül İslam’da
çıkmayacak ağırlık ve ebattaki kavuklara sahip bu yüzü kızarmaz kavrukların ayıbını sarıklasak da mı saklasak, sarıklamasakta mı saklasak? Ayıp ha. Sizin
zerre Allah (c.c)’dan korkunuz varsa ben hiçbir şey bilmiyorum. Yada bu
insanların bilmediği, sizi bu kadar cesur kılan çok gizli, çok özel, size özel
ayetler (sümme haşa) var ve saklıyorsunuz. Ayıbın atası neymiş bakalım karar
verelim. Müslüman Müslümanın bu ayıbını saklamalı mı? Yorumu sizin imanınıza
bırakıyorum. ( Yukarıdaki sarıkla saklama meselesine takılan kardeşlerim
olabilir. Değerli kardeşlerim. Sünneti Seniyye üzere, takva üzere, iman üzere
takılan sarığa bin canım feda olsun. Ömrüm Alemlerin Sultanı, Habibullah, Yaratılmışların
en Şereflisi Efendimiz (s.a.v)’in, Hz. Ebu Bekr’in, ve tüm halifelerimizin
sarıklarına feda olsun. Ama unutmayın ki müşriklerde sarık takıyorlardı.
Yukarıda bahsettiğim sarıkla saklama meselesini vermemin nedeni asla ve kat’a
sarığı yermek değil, bazı aymazların o mübareği kullanarak insanları
aldatmasındadır. Onun altına sakladıkları zehirli fikirleri sarıkla
sakladıklarındandır. Eminim ki yazılarımı takip eden kardeşlerim bu açıklamama
gerek kalmadan ne maksatla yazdığımı anlayacaktır. Açıklamaya gerek duymamın
nedeni yazılarımızı yeni takip eden kardeşlerimizin “Baksana sarığı şaka konusu
yapıyor” gibi yanlış bir fikre kapılmasına mahal vermemektir. Ve devam edelim.)
Yıl miladi 1678. Urfa’nın
tanınmış eşraflarından bir ailenin oğlu. Yusuf Nabi, namı diğer “Sultanu’ş
Şuara”. O dönemde devlet ricalinin hatırı sayılır paşalarından birinin övgüsüne
pek bir mazhar olur. Paşa onu kendisiyle hac yolculuğuna davet eder. Kervan kutsal toprakları ziyaret etmek için
yola çıkar. O dönemde develerin sırtında iki kişinin rahatça yolculuk
edebileceği “Mahmil” adı verilen semerler vardır ve Nabi ile Paşa aynı devenin
sırtında birlikte yolculuk etmektedir. Uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra
nihayet seher vakti Medine topraklarına girerler ve şehre yaklaştıklarında
uzaktan Alemlerin Sultanı (s.a.v)’in Mübarek Ravzasının yemyeşil kubbesi
görünmeye başlar. Kafile dinlenmek için uygun bir yerde konaklar. Nabi, Resulullah (s.a.v) sevgisinden deliye
dönmüştür adeta. Gözünü kırpmadan yeşil kubbeye bakmaktadır. Birkaç saat
yolcuktan sonra artık tamamen Peygamber (s.a.v)’in huzurunda olacaktır. Yönünü
Ravza’ya dönmüş, ayakta hiç kıpırdamadan duran Nabi bir ara çadırına doğru
gider ve içeri girdiğine ne görsün. Bir bakar ki birlikte yolculuk ettiği Paşa
çadırın direğine yaslanmış, ayaklarını da Medine’ye doğru uzatmış uyukluyor.
Nabi’nin içi parçalanır. Kan ağlar. Çok müteessir olur. Ve gayrı ihtiyarı
ağzından şu dizeler dökülür;
Sakın terk-i edebden, Guy-i
Mahbubi Hüdadır bu,
Nazargah-ı İlahidir, Makam-ı
Mustafa’dır bu
(Cenab-ı Hakk’ın nazargahı ve
O’nun sevgilisi, Peygamberi Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v)’in makamı ve beldesi
olan bu yerde edebe riayetsizlikten sakın)
Felekte mah-ı nev Babu’s Selam’ın sine- çakidir.
Bunun kandili cevza matla-ı nur-u
ziyadır bu
(Gökyüzünde hilal O’nun selam
kapısının, yüreği yaralı aşığıdır. Semadaki Cevza (ikizler burcu)’nın nur ve
ışık kaynağı O’dur)
Habib-i Kibriya’nın hab-gahidir
fazilette
Teveffuk-kerde-i arş-i cenab-ı
kibriya’dır bu
(Burası Allah (c.c)’ın
sevgilisinin ebedi istirahatgahının türbesinin bulunduğu yerdir ve fazilet
bakımından Cenab-ı Hakk’ın arşının bile üstündedir.)
Bu hakin pertevinden oldu
deycur-i adam zayil
Amadan açtı mevcudat-ı çeşmin
tutiyadır bu
(Bu mübarek toprağın ziyasından
yokluk karanlığı sona erdi. Varlık alemi körlük ve yokluktan gözünü onun
sürmesi ile açtı)
Muraat-i edep şartıyla gir Nabi
bu dergaha
Metaf-i kudsiyandır buse-gah-ı
enbiyadır bu
(Ey Nabi bu dergaha edep
kurallarına uyarak gir. Zira burası meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü,
Peygamberlerin hürmetle öptüğü mübarek bir makamdır.)
Nabi bu naat-ı mırıldanırken
yorgunluktan içi geçen Paşa gözlerini açar ve Nabi’ye “Az önce sen ne
söylüyordun?” der. Nabi biraz çekinerek Paşa’ya naat-ı tekrar eder. Paşa
yaptığı hatanın farkına varır ve Nabi’ye bu durumdan hiç kimseye bahsetmemesini
sıkı sıkı tembihler ve Nabi’den söz alır. Kervan yola koyulur ve 4-5 saat daha
yolculuk ettikten sonra şehre girerler. Şehre vardıklarında, her bir minareden
müezzinlerin, Nabi’nin 4-5 saat önce okuduğu naat-ı’nı okuduklarını duyan Paşa
müthiş bir sinirle koşarak Nabi’nin yanına gelir. “ Ben sana demedim mi bu durumu
kimseye anlatmayacaksın? Meseleyi bir müezzine anlattın, sonrada bu naat-ı
söyledin değil mi?” der. Nabi hiç kimseye hiçbir şey söylemediğini söylese de
Paşa’ya inandıramaz. Koşarak minareden inen bir müezzinin yanına gelirler. Paşa
müezzine “Az evvel minareden okuduğunuz naat-ı siz nereden biliyorsunuz” der.
Müezzin heyecanla durumu anlatır. “ Efendim, ben sabah ezanından sonra uyuya
kalmışım. Rüyamda Resulullah (s.a.v)’i gördüm. Resulullah (s.a.v) bana
“Ümmetimden Nabi çok büyük bir aşkla geliyor.
Minareye çık da kendisini söylediği bu naat ile karşıla” buyurdu. Ben de
sizi Resulullah (s.a.v)’a olan övgünüzle sizi karşıladım” der.
İmanı görüyor musunuz? Edebi
görüyor musunuz? Sevgiyi saygıyı görüyor musunuz? Dikkat edin bu kişi evliya
değil, enbiya değil. Şair Nabi. Bu hadisenin konumuzla ne ilgisi var? Şimdi
oraya gelelim. Kocaman kavuklu, Şeyh-ul İslam kisveli, hani içini bilmeseniz
vallahi eline ayağına kapanıp diz çökersiniz edepten. Her sene en az iki umre, bir
haç ziyareti yapanlar var ya. Hani bu işi meslek haline getirip adeta şebeke
gibi çalışan, anında organize olan, bir bakmışsın 30 kişi kafile olup Mekke’nin
en prestijli oteli Hilton’da süit de yatıp kalkan taife var ya. Allah (c.c)’ın Beyt'i ayaklarının altında. Kendileri Kabe’den 30 metre yukarıda devrilip
yatanlar var ya. Ayıp ha. Ayıp da ne? Ciğerlerini bilirim ben onların
ciğerlerini.
Bu nasıl bir edepsizliktir? Bu
nasıl bir saygısızlıktır? Sizler ki sıradan insanlar değilsiniz. Cahil olsanız,
diyeceğim ki bilmiyorlar. Sizler ki ilim irfan sahibisiniz. Bu nasıl bir
edepsizliktir? Başka otel mi yok? Vahhabi belli. Tartışmam bile. Adam oraya o
oteli dikti diye sizler gidip Kabe’den 30 metre yukarıda nasıl devrilip yatarsınız?
Hakiki iman sahibi adam, Kabe’ye edepten taş üstünde yatar da o şekilde uyuyamaz. Bu nasıl bir edepsizliktir? Nasıl bir kibirdir?
Sizin deniz derya ilminiz neye yarar? Geleceğim kardeşlerim. Ona da geleceğim.
Hakiki manada ilim nedir, nasıl yapılır ve tarihin altın harflerle yazdığı
gerçek ilim sahiplerini de yazacağım. Bunlar halk arasında ilim irfan sahibi
alim diye müthiş izzet itibar görürler.
Öyle herkesle de muhatap olmaz
bunlar haaaa. Peygamber (s.a.v) çocukla çocuk olmuş, büyükle büyük. Yoksulla
toprağın üzerinde yemek yemiş. Lokmasını bölüşmüş. Ahir ömründe bir tek
fistanını çok sevmiş, onu da giydiği gün sahabeden biri istemiş, hiç tereddüt
etmeden çıkartıp vermiş. Alemlerin Sultanı (s.a.v)’nı hiç görmezler. Onlar
gömlek gömlek üstündürler. Sen onlarla aynı otelde kalamazsın. Aynı katta asla
olamazsın. Öylesine kibirlidirler. Bunlarda orduda ki gibi rütbe vardır. Kıdem
vardır. Mesela en tepedeki hoca taifesi bir alttaki hoca taifesiyle asla aynı
odada kalmaz. Hele onların bir altındaki, en üsttekiyle aynı otelde dahi
kalamaz. Onların manzarası Kabe’dir. Kabe’yi ayaklarının altına alırlar, dana
gibi devrilip uyurlar. Zerre kadar içleri de ezilmez. Siz karıştırmayın şimdi
ayıbı mayıbı. Ayıp etmeyin. Galiba bu da anonimdir. “ Evin kızı yapınca kaza,
gelin yapınca kabahat olur” Eleştiremezsiniz. Haklarında zerre kadar yorum
yapamazsınız. Konuşamazsınız. O güruh tarafından anında imansız damgası yersiniz.
Siz kitapları, ilimleri yalayıp yutun. Böylesine bir saygısızlığı göz göre göre
her sene yapın. Size korkudan kimse bir şey diyemez. Ama ben bunu yazdım diye
çoookkk ayıp etmiş olurum değil mi? Yav ben ne terbiyesiz bir adamım yav. Allah (c.c)’ın Beyt'ini manzara yapıp ,ondan
30 metre yükseğe çıkıp, kaz tüyü yataklarda dana gibi devrilip yatan İslam
alimlerini yazıyorum. Çok ayıp ediyorum biliyorum.
Samimiyetini
Göster
Dostlar, ayıp farkında olmadan
yapılandır. Ayıbı yapan, ayıbı meydana çıktığında yüzü kızarır, utanır. Bir
daha asla ve kata yapmaz. Ne diyor tanımda “Utanılacak durum” demiyor mu? Kim için
utanılacak durum? Ayıbı siz yapıyorsanız, ben utanmayacağım herhalde öyle değil
mi? Demek ki yapanın utanacağı durum. Ama siz utanmıyorsunuz. Nasıl olacak
şimdi? Bu asıl meseledir. Bir de şu boyutu var. Ayıp kişisel boyutta ise
gizleyelim kabul. Araştırmayalım. Yani kabul etmem de, hadi ettik diyelim.
Sizin yaptığınız ayıp sadece bana ise ben kendi inisiyatifimi kullanırım ve
örterim. Sizler cem-i cümleye ayıp ediyorsanız, genele ayıp ediyorsanız, Allah
(c.c)’a ayıp ediyorsanız, Mü’minler’in mabedine ayıp ediyorsanız nasıl olacak? Her sene ama her
sene hacca gidersiniz. Parasızlık yüzünden gidemeyen, iki gözü iki çeşme
ağlayan onca yaşlı insanlar var. Benim bizzat tanıdığım 7-8 kişi var böyle. İçi
kan ağlayan. Sen bir sene gitme, öyle birini gönder. Bak nasıl sevap alırsın. Bir
kere de gidemeyen birini yollasanız ya. Asla.. Ama sen ver, onlar gitsin. Hac
senede 5 kere olsa, yemin edebilirim ki 5’in de de giderler. Ayıp öyle mi.
Bu güruh müthiş vaaz verir,
uygulamaya gelince tırt. Tek silahları ardına saklandıkları kisve ve
afyonladıkları saf inanmış garip insanlardır. Kavukla cübbeyle oluyor mu bu iş?
Yine tekrar etmem gerekiyor. Hiçbir şey ama hiçbir şey göründüğü gibi değildir.
Şeklimize şemailimize dayanarak
haydi çıkalım televizyonlarda “ aman çaktırmayın, aman susun, aman kusur
araştırmayın, Müslüman Müslümanın kusurunu araştırmaz. Baaazııı Finans
Kuruluşlarına cevaz verdik, Masonları tanımayız, bilmeyiz.” diye acayiplikleri
empoze edelim. Gel de gülme. Arkadaş sizler zıkkımı çifte kavrulmuş yiyin yutun,
ben yerleri tırmalayayım para kazanacağım diye. Sizin gece uyurken paranız para
kazansın, benimki çalışırken değer kaybetsin. Sonra siz “şişşşşş uyandırma
kerizi bulandırma denizi” deyin. Bu tıpkı şuna benziyor. Afrikalı bir aydın,
batılıların kendi topraklarını istilasını bakın nasıl tarif ediyor.
“Batılılar bizim topraklarımıza
geldiklerinde bizim ayaklarımızın altında topraklarımız, onların ellerinde İncil
vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmemizi söylediler. Gözlerimizi
açtığımızda, bizim elimizde İncil, onların ayaklarının altında ise bize ait
topraklar vardı.”
Sen bana gözünü kapat görme
de, zikir çek de, kusur görme de, ayıp
araştırma de. Sen semir palazlan şiş. Ben çalışayım sana vereyim. Oohhh ne
güzel iş. Süper vallahi.
Değerli kardeşlerim. Uyuyoruz.
Hem de ayakta uyuyoruz. Bize anlatılanlar doğduğumuzdan beri yalan. Hayal,
uydurma. Buna emin olun. (İnanmıyor musunuz? Bir varmıııışşş bir yokmuuuuuşş
ne? Uydurma değil mi? Çocukken inanın aklıma gelirdi. Var mıııı? Yok muuu? Bi
karar verseler. Bazen inanırdım bazen inanmazdım.) Gerçek olan tek bir şey
varsa o da Allah (c.c). O’nun emir ve buyrukları. Meselemiz kainatta tek ve değişmez
gerçeklerin kişiye ve kuruma göre esnetilmesi saptırılması.
Bakın, adamlar Allah (c.c)’ın
kitabı Kur’an-ı Kerim’i bile kendilerince yorumluyorlar. Ve bize de bunu
yutturuyorlar. Çünkü cümleyi öyle bir yorumluyorlar ki siz onun aktardığı
boyuttan bakınca “ Aaa vallahi doğru yaaa” diyorsunuz. Ama işin aslı öyle
değil. Daha önceki yazılarımda verdiğim
bir misalde, mantık camiasının aralarında doğru ihtilafını uzlaşmaya
bağladıkları mesele gibi. Nereden bakarsanız baktığınız yöne göre doğru tanımı
gelişen, doğru yorumlanan, doğruların cümleyi evirip çevirmenizle değişim
göstereceği meseleler gibi. Bakın adam öyle diyor. “İki Müslümanın” ama diyor.
Karşındakini Ehl-i Müslim kabul etmezsen, al sana işi kılıfına uydurdun
demektir.
Hiçbir Şey
Göründüğü Gibi Değildir
Son zamanlarda sıkça işittiğim,
ilk duyduğumda kanımı donduran çok enteresan bir yorumlamayı da sizlerle
paylaşmak istiyorum. Nedir biliyor musunuz? Kul haklarını bile Allah (c.c)
affedecekmiş.. Hadi buyurun bakalım. Nasıl oluyor bu hülle. Şöyle; Şimdi ben
çok iyi bir kulum. Yani 5 vakit namazımı kılıyorum, oruç, zekat, haç her sene
banko! Eee? E si şu; Allah (c.c) ahirette diyecekmiş ki “ Kulum, sen bu kulumun
sana olan hakkını bağışla, sana cennetten bir köşk vereyim.”
Değerli dostlar sakın ola
buradaki analizimde yanlış anlaşılmasın. Elbette ki Cenab-ı Hakk Teala
Hazretleri’ni bağlayıcı hiçbir şey olamaz. O dilediğini affeder, dilediğine
azap eder. O, yaptığı hiçbir şeyden sorgulanamaz. Benim sizlere anlatmak
istediğim, tıpkı yazımızın başından beri izah edegeldiğimiz konularda olduğu gibi çarpıtmalardır. Elbette ki Allah (c.c) dilediğini dünyalar kadar günahı
olsa da affeder. Gelin buradaki hülleyi analiz edelim.
Durum şöyle olur. Mesele yine
ayıba girer. Ayıbın tanımına. Yani anlamadan, farkında olmadan, bilmeden
birinin hakkı bana geçmiştir ve ben bunu sonra fark etmişimdir. Kendi
eksikliğim, düşüncesizliğim yüzünden, olayı hafife almam sebebiyle kulun hakkı
bana geçmiştir, ama ben bunu fark edince çok pişman olmuşumdur. Hak sahibini de
arayıp bulamamışımdır. Elimden gelen her şeyi
yapmışımdır. Bunun acısını da yürekten çekiyorumdur. İşte o zaman, yine
de kesin diyememekle birlikte Allah (c.c) fazlı kereminden rahmetini, affını
umabiliriz. Allah (c.c)’ı bağlayıcı hiçbir şey olamaz. Ama muhteremler bunu bu
şekilde izah etmiyorlar. Öyle bir anlatıyor ki adeta “ Yav sen ye yut. Sonra
git helallik iste. Vermezse sen elinden geleni yaptın canım daha ne olsun.”
diyorlar. Çıkıpta “ Yahu kulun hakkını yedin. Adamdan helallik istiyorsun, adam
sana hakkını helal etmiyor. Allah onu kıyamette ikna eder. Ona senin namına bir
köşk verir, senin hakkını bağışlatır” derseniz baltayı taşa vurdunuz demektir.
Sümme haşa ve kella, Allah (c.c) rüşvetçi durumuna sokmuş olursunuz. Sizler bu
maksatla mı her sene hacca gidiyorsunuz? Çok merak ediyorum. Her sene iki umre, bir hac
yapan taifeye soruyorum. Resulullah (s.a.v) ömründe kaç kez hac yaptı?? Siz var
ya siiiiizzz!! Nasılsa hac her günahı siler değil mi?
Ceddim Osmanlı askeri sefere
giderken, bağdan geçerken kopardığı üzüm salkımının yerine bir kese para asıp
bırakırken, kul hakkına böylesi ( ki göz hakkı vardır) riayet ederken, şimdi
sen çal, çırp, servet yap, palazlan sonra gel benden helallik iste. Etmedim mi
de “ E ben ne yapayım, adam inatçı, etmiyor hakkını helal” de. Var mı öyle yağma?
İyi o zaman, benim aklımda çok
zengin olmanın bir sürü yolu var. Çok ciddiyim. Allah (c.c)’tan korkmasam iki
senede 2 milyon USD para kazanırım. Şimdi ben bunu hemen uygulayayım. Sonra
gidip adamdan ilk çaldığımı geri verip helallik isteyeyim. Adam da etmez büyük
olasılık. Ben de “ Ben elimden geleni yaptım adam etmedi” diyeyim. Oldu mu?
Kaldı ki adam hakkını helal etse bile benim edindiğim servetin temeli ne olmuş
oluyor? Haram değil mi? Oluyor mu öyle peki? Kimin hakkına geçerek servet
sahibi oldun. Pişman mısın? Helallik mi isteyeceksin? Gideceksin tüm kazandığın
malı mülkü adama bağışlayacaksın. Sıkıyor mu? Olmaz dimi? Hak budur. Sen beni
kullanarak servet edinmedin mi? Edindiğin her şey benim sayemde mi? O zaman
samimiysen kazandığın her şeyi bana vereceksin. Var mı öyle baba yiğit?
Aslaaaa. Kurudan helallik iste. Sonra da kusur araştırma, ayıp ört.
Ayıp şahsi ise tamam
araştırmayalım. Kul beşerdir, yanılabilir, hata yapabilir bunu elbette anlarım.
Ama sen organize olacaksın, taammüden cürüm işleyeceksin ve bunu adet haline
getireceksin. Eee? Sonra bana ekranlardan empoze edeceksiniz “ Müslüman
Müslümanın ayıbını araştırmaz.” Ulan “Müslüman bu işi yapmaz” diyemiyorsunuz da,
sen görme diyorsunuz. Bunu da bizlere, bizden, canımızdan ciğerimizden
insanlarla kırk kere söyletip inandırmaya uğraşıyorsunuz. Bakıyorsunuz
kisvelerine, kendi insanlığınızdan utanıyorsunuz. En azından ben vallahi
utanıyorum. Ama işte mesele hiçte öyle değil. Sürekli söylediğim bir şey var. Bin
kere tekrar etsem bıkmam. Hiçbir şey göründüğü gibi değil dostlar. Bu yaşamsal
anayasamı sizlere ilerleyen dönemlerde, dünyanın hiçbir yerinde yayınlanmamış,
çok şaşırtıcı, izlediğinizde kanınızın donacağı görsel delillerle
kanıtlayacağım. Rabbim ömür ve sağlık verirse inşallah. O zaman hep birlikte
şunu tekrar edeceğiz.
“Hiçbir şey gördüğümüz gibi
değil” Hem de hiçbir şey. Aksine, sizlere neyi inandırmak istiyorlarsa, onun satış
pazarlama uzmanını karşınıza dikiyorlar ekranlarda, psikolojik de baskıyı
basıyorlar, hadi gel de yiyip yutmayın. Bu işi tezgahlayanlar, öyle adamı
karşınıza çıkartıyorlar ki, izlerken yada dinlerken sizi eziyor “ Baaak sen
bunun gibi konuşabiliyor musun? Bunun gibi yaşıyor musun? Bunun gibi giyiniyor musun?
Bunun bildiklerini biliyor musun?” beyin telkini. Sizde ruhani denge ve
mahkemenizde “Yoookk, vallahi yok, bu kim ben kim” diyorsunuz. Haahh işteee,
şimdi beynin loblarını da aldık mengeneye. Şimdi çak ne çakacaksan. Değerli
kardeşlerim, mesele öyle sinsice, öyle profesyonelce tasarlanıyor ki, zerre
kadar kuşku duymuyoruz.
Öylesine çarpık, öylesine büyük
garabetlerle dolu bir alem ki, hangisini yazayım, hangisinden devam edeyim
şaşırıp kalıyorum. Aslına bakarsanız her bir konu başlığından bir kitap çıkar
ama ben elimden geldiğince, aklım elverdiğince, zihin dağarcığımdakilere temas
edeceğim. Dostlarım, alın size en büyük garabetlerden biri daha;
Enteresan
Ortaklıklar
Bu gün İslam dünyasının başındaki
en büyük belalardan biri Siyonist cerahat, afedersiniz cemaat diyecektim
aslında elim sürçtü, evet cemaat değil midir? Arkadaş neyden bu kadar
korkuyorsun? 300 tane kitabı olan alimlerimiz var değil mi? Aralarından bir
tanesinin bile bu cerahat ( yine aynısı oldu afedersiniz ) cemaatin iç yüzünü
insanlığa ifşa edecek tek bir kitap yada kitabı boş verdik, minicik bir el
broşürü bile bastırmamaları fazlasıyla enteresan değil midir? Perde arkasındaki
anlaşmaları, ticari ilişkiler içerisinde oldukları Müslüman görünümlü
kartellerle bağlantıları hakkında tek bir yazısı olan alim biliyor musunuz? Ona
da geleceğim. Allah (c.c) ömür ve sağlık
verirse. Yazsanıza bunları, yahut söylesenize. Papua Yeni Gine Sosyal hayatını
yazarlar, nasut, melekut, ceberrut, lahut alemlerini A’dan başlayıp Z’ye kadar
gidip görmüş gibi yazarlar. İslam’da sosyal hayat, İslam'da asosyal hayat, İslam’da
cinsel hayat, İslam’da CİNsel (çarpılacaklar) hayat, İslam’da cins EL (akla
gelmeyecek cinslikleri) hayat, çarşı pazar hayatına varınca yazarlar.
Kaynakları yakından takip ediyor
olmama rağmen, birkaç kişi haricinde ciddi mana da bu kitleye ait tek bir yazı
yok. Neden? Neyden korkuyorsunuz? Yazanlar var ve hala hayattalar, ben yakından
tanıyorum, korkmayın bu kadar. Bazı kişilerin bu konuya hiç temas etmemeleri
nedendir? Özel bir nedeni mi var acaba? Sizde takip edin bakın. Misal, naçizane
ben, bütün ülkenin çok çok iyi bildiği, çok fazla yakından tanıdığı, ülkenin
devasa holdinglerinden birinin, görünüşte müthiş bir İslami kisvesi olmasına
karşın bu lobi ile aynı karından doğmuş karındaş gibi yakından ticari ve sosyal
ilişki içerisinde olduklarını çok iyi biliyorum. Evet yanlış okumadınız. Yüzde
99’un Ehl-i İslam’dır, kefiliz dediği bir holdingin 40 yıldır bu lobi ile ortak
sayısız ticari yatırımları olduğunu ve birlikte iş yaptıklarına yakından tanığım. Sebep bu mudur yoksa?
Bir İslam aydınının, düşünürünün
yahut aliminin yeryüzünde yerleşik hayata geçildiği ilk günden beri, yani bu
kavmin var oluşundan bu yana sürekli ama istisnasız sürekli kaos ve karmaşadan
beslenip, uyarıcı Peygamberleri hayatta iken bile iki kere Allah (c.c)’a asi gelmiş
cemaatin kriptoları hakkında tek bir kitabı olmaz mı? Elinizde bilgi belge mi
yok? Yazık! Üzüldüm. Siz yazmaya karar verin, söz ben size kaynak sağlayacağım.
Haaa 50 senede tek bir yayınınız yoksa bu konuda, ben sorarım. Bu çatal aklımla
sorarım. Neden? Allah aşkına bırakın artık sünneti yazmayı, yada yok çarığını soldan mı bağlarsan eftal,
sağdan mı bağlarsan eftal. Ben ne diyorum? Adamlar senin ülkende dahil olmak
üzere iklimleri değiştiriyorlar.
Heeeyyy, uyan uyan!! Zaman eftal meftal zamanı değil. İnanmıyor
musunuz? Gelin ispat edeyim. Adamlar dünya üzerindeki ana kıtaları hareket
ettiriyorlar. Bakın ne diyor ülkelerin sosyoekonomik durumuna yön veren, para ve enerji kaynaklarının neredeyse
tamamını kontrol eden bu insanlar. Alın size kendi sözcükleri ile. “Dünyada
ulus devlet kavramı son bulacak. Tüm dünya halkları tek bir merkezden
yönetilecek. Ayrıca şu an mevcut nüfus çok fazla. Var olan nüfusun 4'te 3’ü
savaşlarla, salgın hastalıklarla yok edilecek.”
Komplo teorisi mi? Alın bakın. Bu
sözleri bu adam söyleyeli neredeyse 20 yıl oldu. Dedikleri aynen olmuyor mu?
Aids, Ebola,Sars, Virüsler ve Orta Doğuyu saran savaş ateşi. Sınırlara gelince.
Yaklaşık 50 yıldır hummalı bir çalışma yok mu?
Ama sizler bunları bilmeyin.
Okumayın. İlerlemeyin. Biri de çıksa dese ki “Arkadaşlar, Müslümanlar olarak
ilimde, fende çağın en üst seviyesinde olmalıyız. Bizler, İslami ilimlerle
birlikte modern tıp, biyoloji, fizik, kimya alanlarında çok ciddi eğitimler
veren medreseler kuruyoruz. Ya da kurduğumuz medreselerde bu ilimleri de en
ileri seviye de vereceğiz.” Var mı böyle bir şey ? Yoookk. Neden? Siz bilmeyin,
okumayın. Size ne veriliyorsa onu alın, susun ve oturun. Bakın, ben buradan söz
veriyorum. Böyle bir oluşum çıksın, hiçte fena olmadığım fizik ve matematik
konularında bedava, hiçbir ücret almadan eğitim vereceğim. Benim gibi, benden
çok daha iyi, kimya alanında, geometride uzman olan arkadaşlarım var. Benim
hatırımı kırmazlar. Onlara da orada bedava eğitim verdireceğim. Var mı böyle
bir oluşum? Yok. Neden? Bizim için şu an hayat memat meselesi olan, yemek
yerken elle mi yiyelim, çatalla mı? Hangisi daha eftal ? Melekler dişi mi erkek
mi? Ne farkı var?
Burada Hiçbir
Şey Şansa Bırakılmaz
Bakın değerli dostlar. Burası
Türkiye. Bir Norveç, bir Finlandiya, bir Danimarka değil. Burası Avrupa ve Asya
Kıtası’nı birbirine bağlayan, jeopolitik açıdan eşi benzeri olmayan kritik
noktada, dünyanın enerji siloları Asya ve Orta Doğu’ya açılan en büyük kapısı.
Bu ülkede hiçbir şey kaderine bırakılmaz. 30 yıl sonra bizleri idare edecek ve kritik makamlarda olacak adamlar bu gün eğitimlerini alıyorlar. Bu topraklarda hiçbir şey tesadüfen
oluşmaz, gelişmez. Asla. Tarih boyu bu hep böyle olagelmiştir ve böyle de devam
edecektir. Konuyu politik zeminden asıl meseleye çekersek;
Özetle, bizlere neyin hakkımızda
hayır, neyin şer olduğunu her saat başı söyleyecek ( biz safız ya bulamıyoruz
onca yazılmış İslami kaynak arasından ) bu ve benzeri şekilde İslam’ın içini boşaltacak,
değerlerimizin altını deşecek ince nüansları da Ehl-i Müslim kisvesiyle alim
diye bize empoze ettikleri insanlara yaptırıyorlar. Bakın, ayetin hadisin içine
minicik bir şüphe sebebi sokuyorlar, kafası çalışan adam bunu sorgulayıp
duruyor, sonrada dinden imandan oluyor. Bunları kasıtlı yapılıyorlar. Neden mi?
Arkadaş sizler yıllarca mektep
medrese görmüş adamlarsınız. Bilmiyor musunuz ki televizyonların karşısında
milyonlarca farklı yapıda insan var ve bizlerin kullanacağı en küçük yanlış bir
ifade yüzbinleri dinden eder. Ki bunun yarı ciddi yarı şaka halk arasında “
yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder” diye de ayrı bir tanımı yok mudur?
Siz kalkıp üfleye üfleye “ aman ses çıkarmayın, ayıp araştırmayın, kusurları
kapatın, masonlar kötüdür diyemem, kar payı caizdir.” şeklinde inciler
döktürürseniz, insanları suça teşvik etmiş olursunuz. “Nasılsa bu Müslümanlar
saf, vurun abalıya” mantığını hayat felsefesi haline getirtirsiniz bu
insanlara. Aman vurulduk susalım, aman ezildik susalım, aman fitneye sebebiyet
vermeyelim, aman karışıklık çıkmasın, aman ezilen biz olalım ahirette ecrini
alırız. Arkadaş hangi kitapta Allah (c.c) Müslümanlara siz salak olun diyor?
Bulun böyle bir ayet ben kafamı keseceğim.
Bakın değerli dostlar, bunlar
büyük kartellerin, lobilerin, Müslümanlara yüzyıllardır zerk etikleri sosyal ve
psikolojik afyonlardır. Dinin neresinde Allah (c.c) Müslümanlara ezilin diyor. “Siz
saf olun, sizi kullansınlar, ben size ecrini vereceğim” nerede diyor Cenab-ı
Hakk Teala Hazretleri? Yok böyle bir şey arkadaşlar. Müslüman dünyanın en
uyanık adamı olacak. En zeki adamı olacak. En mert, en dürüst, en çalışkan, en
akıllı, en adaletli adamı olacak. Gerekirse günde 4 saat uyuyacak, 20 saat
çalışacak. Zaman ahir zaman. Bilim, teknoloji artık yapay depremler üretiyor ve
ülkelerin ekonomilerini çökertiyor. Ben
bugünkü Müslümanların durumunu 14.yy da Bizans’ın melekler erkek mi dişi mi? tartışmalarındaki
traji komik, hiçte gereği olmayan, algı saptırması için sanki özel olarak bir
amaca hizmet eden lobiler tarafından tasarlanıp, zavallı halka da “nasılsa
inanırlar” diye din adamlarınca beyinlerine zerk ettirdikleri “sen uyu ben
şişeyim, sen uyu ben yiyeyim” in alt yapısına benzer şekilde tasarlanıp, son
derece saf duygularla din ve iman dairesinden çıkmamaya çalışan Müslümanların
durumuna benzetiyorum.
Bakın değerli dostlar. Elin
cengaver oğlu proje üretiyor. Hem de öyle böyle proje değil. Dünyanın bir
ucundan diğer ucundaki ülkelerin tektonik levha hareketleri tetikleniyor. Bu
konular naçizane zavallı şahsımın uzmanlık alanı olduğu için, meseleyi çok
yakından takip ediyorum. Yanı sıra,
hedef ülkedeki enerji kaynakları sabote ediliyor, iklimler değiştiriliyor.
Kasırgalar oluşturuluyor. Tsunamiler tasarlanıyor. Hortumlar, El Ninolar dizayn
edilip nokta atışı yapılıyor. Yanlış okumadınız evet. Bunlar insan eli ile
dizayn edilip oluşturuluyor. Richter ölçeği ile 7-8 büyüklüğünde depremler
tasarlanıyor ve diledikleri zaman, diledikleri merkez üssünde de meydana
getiriyorlar. Elbette bunun için hedef ülkenin tektonik yapısının buna müsait
olması gerekiyor. Bu demek değil ki adamlar çölün ortasında 7 büyüklüğünde
deprem oluşturuyor. Kısaca hedef coğrafyanın tektonizmasına göre, iklimine göre,
coğrafi koşullarına göre, devasa, kitleleri yok edici, doğal görünümlü yapay
afetler tasarlanıyor ve uygulanıyor. Bu konuda çok yorum yapıp detaya
girmeyeceğim.
Irak’tan Haber
var !
Evet değerli dostlar. Müslüman
uyanık olacak. Hem de zehir gibi uyanık olacak. Pasif, pısırık Müslüman olmaz,
olamaz. İşte bu ve bunun türevi zihniyetler “aman susalım, aman iş
kurcalamayalım, aman ayıp araştırmayalım, aman şehirde fitne varsa sen dağa
kaç” ı ince ince zerk ediyorlar beyinlerimize. Olan Müslümanlara oluyor. Bakın
Irak’a, bakın Filistin’e, bakın Somali’ye. Değerli dostlar, Müslüman yalnızca
ahiret için ağlar. Somali’de Müslüman kadınlara BM askerleri manga manga
tecavüz ettiğini biliyor muydunuz? Irak’tan gelen 87 yaşında bir imam burada,
camide sohbet ederken ağlayarak “ 21 yaşında torunum karnında Amerikan
askerinin çocuğunu taşıyor diyor. Evet şehirde fitne varsa sen dağa kaç. Sus,
sus, karışıklığa meydan verme. Al eline tesbihi zikir çek. Biliyor musunuz, felsefede çok enteresan bir
tanımlama vardır. Bir yerde bir sorun mu var? Bu sorunu ortadan kaldırmanın en
kolay, en zahmetsiz ve hızlı çözümü nedir? O yöne bakmamak. Öyle değil mi?
Ey İslam alemi ! Ey hacılar,
hocalar, alimler ! Allah (c.c) şahidim olsun ki bu vebal sizi ahirette çeliğin ateşte
eridiği gibi su gibi eritecek. Susun. Konuşmayın. Hiç bir şey söylemeyin. Allah
(c.c) sizi, bizi, beni deniyor. İmtihan ediyor. İslam coğrafyasına sağnak
sağnak belaları yağdırıyor, bakıyor ki kullarım ne yapacak. Müslümanlar ne
yapacak. Şimdi ben size soruyorum. Cenneti
babasının malı gibi bedavadan parselleyip, şunu yaparsan şu cennette şu kadar
köşkün hazır, bu zikri çekersen şu kadar hurin hazır diyen sarıklı cübbeli, cübbesiz
takım elbiseli, kokuşmuş seküler sistemin seküler üniversitelerinden türlü
türlü akademik unvanlar almış maaşlı kadrolu fotoselli emlak komisyoncuları.
Hepiniz aynısınız. Rant kavganız yüzünden, konuşunca birbirinize sövmekten,
biriniz çıkıpta ekranlara “ İslam’a, Peygamber beldesine, Müslümanlara zulüm
vardır, işkence vardır, tecavüz vardır, açlık vardır, soykırım vardır” diyemezsiniz. “Kafir gece gündüz kadınlarımızı, kızlarımı dağa kaldırıyor,
şehitliklerimiz bombalanıyor ( Halid Bin Velid (r.a) mezarı gibi ), ey İslam
alemi, ey üzerine ölü toprağı serpilmiş ölüler, dirilin” diyemiyorsunuz. Neden?
Kimden korkuyorsunuz? Sizin canınızı, rızkını veren Alemlerin Rabbi olan Allah
(c.c) değil mi? Neyden korkuyorsunuz? Sizin takvanız, sizin sıfatınız, kisveniz
kime? Evinizde ateşler yanarken ipteki çamaşırlar kurudu mu diye bakan zavallılar.
Ve bunları bariz bir şekilde
görüp kananlar. İnananlar. Hiç aklınızı kullanmaz mısınız? Sakın beni yanlış
anlamayın değerli kardeşlerim. Ben ibadet etmeyin, zikir çekmeyin, sünnet üzere
giyinmeyin alsa demiyorum. Asla. Bu konu sakın ola yanlış anlaşılmasın. Ben
diyorum ki annesini kaybetmiş yetim çocuğa bir öğün yemek yedirmek mi daha
evladır yoksa ona bir hayat kurmak, bir gelecek kurmak mı? Bu gün İslam Alemi,
Ümmed-i Muhammed annesini kaybetmiş yetim çocuk gibidir. Müslüman coğrafya ateş
altında yaşam mücadelesi vermektedir. Geceleri uykuların haram olduğu, yenecek
bir tas yemeğin çoğu zaman günlerce bulunamadığı, namusların ırzların ayaklar
altında çiğnendiği ve ölümün kol gezdiği İslam beldelerinin varlığını eminim
biliyorsunuzdur.
Gay’in Derdi Bizi mi Gerdi?
Gay’in Derdi Bizi mi Gerdi?
Şimdi dönelim bizim coğrafyaya.
Dört tane kendince İslam alimi birbirini yiyor. Dünyanın dört bir yanında
Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da, Arakan’da, Çeçenistan’da, Afganistan’da, Doğu
Türkistan’da, Filistin’de ve daha bir çok İslam beldesinde Müslümanların
canlarının koyun boğazlanır gibi hatta çok daha vahim ve acı bir şekilde toplu
olarak, onar onar yüzer yüzer katledildiği bir dünyada bizim alim dediğimiz
adamlar, hayat memat meselesi olmayan, bir iki sahih kaynak araştırmasıyla
neyin doğru neyin yanlış olduğu açıkça belli olabilecek ayrıntılar üzerinde
birbirini yiyor, bu katliamları görmüyor, görmezden geliyor, anlaşılması çok
güç üstünlük savaşlarına tutuşuyorlar.
Neymiş efendim kadın hayız
halinde namaz kılar mı, oruç tutar mı? Yok ped miş bilmem neymiş. Hiç
utanmıyorsunuz değil mi? Hiç yüzünüz kızarmıyor değil mi? Koca koca kelli felli
adamlar milyonların gözünün önünde konuştuğunuz şeylere bakıp hiç
utanmıyorsunuz değil mi? En güvendiklerimden biri de çıkıp kendini bunlara
kullandırıp onlara malzeme oluyor. Ulan diyorum, utanarak sıkılarak ulan
diyorum. Ama hak ediyorlar. Ulan size mi kaldı milyonların önünde kadının özel
durumunu en ince ayrıntısına kadar irdelemek. Yahu arkadaş sen anlamıyor musun
bu sorular sana kasıtlı soruluyor? Sen fark etmiyor musun? Yok efendim ters
ilişki günah mıymış… Ulan bunu konuşacak yer orası mı? Ekranların önünde
milyonlar var. Çocuğu genci kızı erkeği.
Ben ne anlatıyorum 40 sayfalık bu
yazımda? Ne diyorum? Demiyor muyum ki yüzlerce binlerce çeşit farklı psikolojide
insan var bu toplumda? Hani her şey her yerde konuşulmazdı? Faizi yutanları,
devleti dolandıranları, dünyanın ve İslam aleminin baş belalarını konuşmayalım
ama kadının hayız halini, ilişkisinin nereden nasıl olacağını en ince detayına
kadar konuşalım. Bundan beis yok değil mi? Savunmaya bakın ama. Neymiş?
Efendimiz (s.a.v) bir kadın gelmişte, eşinin tenasül uzvunu bilmem neye
benzetmiş te, Efendimiz (s.a.v)’e ben eşimde bunu buldum demiş te, Efendimiz
(s.a.v) ona kızmamış ta…… Ya arkadaş delirmemek ne mümkün.. Lan evladım, olayı
niye çarpıtıyorsunuz? Hiç utanmıyor musunuz?
Velev ki dediğiniz doğru. Kadın, Efendimiz (s.a.v)’e yüzbinlerce sahabenin arasında naklen yayın mı sormuş bu
soruyu? İkincisi sen Resulullah (s.a.v) misin? Bak bak.. Bana da sorabilirsiniz
yani diyor böyle soruları. Sonra, kalbinde zerre iman olmayan adama maytap
malzemesi ediyorsun kendini. Çıkıp şu soruyu sana 3 kere tekrar ediyor. “Adamın
biri gerdek gecesi kendini tutamamış ta, namazı kaza etse olur mu?” Sen cevap
veriyorsun saf gibi, adam şu kısmı yineliyor. “Kendini tutamamış ta..” Sen yine
cevap veriyorsun o aynı şeyi gülerek yineliyor “Kendini tutamamış ta.” Ne mesaj
vermeye çalışıyorsunuz? Amacınız nedir? Kime hizmet ediyorsunuz siz? Sen bu
kadar salak biri misin ki sana kasıtlı sorulan bu soruları kasıla kasıla
cevaplıyorsun? O soru sana reji odasından soruluyor anlamıyor musun?
Gerdek gecesi namazının varlığını
bilen biri onun sünnet olduğunu da biliyordur. Namaz kılan bir adam sünnet
namazının kaza olmayacağını bilmez mi? Demek ki bu soruyu sana soran puşt oğlu
puştun namazla işi falan yok. “Allah (c.c)’ın emrettiği farzı kılmayan bir adam,
ömründe bir kereye tekabül edecek sünneti kılsa ne olur, kılmasa ne olur”
desene. Sen bu ayrımları yapamayacak
kadar salak mısın yoksa sende bilerek bu oyunun parçası mı oluyorsun? Biri
ortalıyor, öbürü şut çekiyor.
Yok efendim gay’lerin durumu ne
olacakmış. Selam yolluyorlarmış ta, dua istiyorlarmış ta. Bilmem ne? Niye çıkıp
demiyorsun “Yahu arkadaş. Bırak şimdi gay’i may’i duasını muasını. İslam
aleminin ırzı çiğneniyor, onların durumu ne olacak? Onlardan niye bir soru
gelmiyor? Bu milletin tek derdi nereden nasıl cinsel ilişkiye gireceği ve
gay’in guy’un psikolojisi mi?” Bu milletin tek derdi ibneler mi? ( Kızmayın
kardeşlerim. Gay=İbne demek değil mi? Türkçede buna ne diyorlar? Gay olunca
daha mı makbul oluyor. Bu da yeni moda ya. İsim değiştirip meşrulaştırmak. Banka=Finans
Kurumu.. Faiz=Kar Payı. Pazarlamacı=Müşteri Temsilcisi. Sokak Satıcısı=Ön Saha
Satış Elamanı. İbne=Gay yada Homoseksüel. Haram helal katıp karıştırıp çalıp
çırpan = İş Adamı ) Neyse biz konumuza dönelim.
Arkadaş, herkes bir alime intisap
etmiştir. Etmeyenin alimi de şeytandır. Sorunun mu var? İntisap ettiğin, gönül
bağın olan alime gidersin, teke tek sorarsın sorunu. Teke Tek’e sormazsın. Kaldı
ki bir insan işlediği bir fiilin yahut ihtiva ettiği bir fikrin şer-i kanunlara
uygun olup olmadığını çok dert edinse onun cevabını bulmadan gece yatağa
girmez. Sen şimdi bir fiili işleyeceksin, bununda caiz olup olmadığını merak
edeceksin, içine dert olacak, 20 sene bekleyeceksin ki bir İslam alimi, bir
hoca çıksa televizyona da ben ona bunu sorsam. Bu samimi mi? . Bu inandırıcı
mı? Demek ki sen bulunduğun durumdan memnunsun. Bakmışsın ki böyle de bir magazinel
durum var. Şöyle de bir puşt sorusu ben sorayım ortalık şenlensin fikrindesin
demektir. Sorulan sorulara bak ya. Gel de delirme.
El Hayau Minel İman.
Hani Müslümanın ayıbını
örtecektik. Kanlar, petler, ters ilişkiler, şerefsizler ibneler saatlerce derdi
umum oldu, çarşaf çarşaf serildi milyonların gözünün önüne. Tam 45 dakika
cinsellik konuşulur mu ya. Çıkıp desene “Arkadaş bunlar mahrem konular. Şimdi
ekranlarda bir sürü çoluk çocuk var, genç var. Dost var, düşman var. Bu
konularda yazılmış, gerek bana ait, gerek şu şu kişilere ait muteber kaynaklar
var. Tavsiye ederim. Dileyen kardeşlerim buradan açıp baksınlar. Biz bunu böyle
ulu orta konuşmayalım ayıptır, günahtır.” desene. Konu böylesi pirim konu
olunca ne ar kalıyor, ne ayıp, ne günah, ne adab-ı muaşeret. Ama birilerinin
nasırına bastın mı “Oooooo olmadı şimdi.
Özel hayatın mahremi var. Müslümanın ayıbı… Her doğru her yerde söylenmez.”
Yahu bu nasıl bir iki yüzlülüktür? Hadi çıkın işin içinden. Nasıl bir sektörün
içerisindeyiz biz?
Ben insanlarımız İslam’ı
araştırmasın, ilim öğrenmesin demiyorum. Müslüman ilim sahibi olacak. Dünyaya
neden geldiğini bilecek. Müslüman ibadetini eksiksiz yapacak. Allah (c.c)’ı zikir, insanın var oluşunun yegane amacıdır.
En büyük amacıdır. Resulullah (s.a.v)’in Sünnet-i Seniyye’si en büyük
emelimizdir. Allah (c.c) kalplerimizi biliyor. Elbette ki benim de kalbimi
benden çok daha iyi biliyor. Ben şunu söylüyorum. Bir ticaret kapısı oluşmuş
sanki. Bir gurup, Allah (c.c)’ın dinini kullanarak yaşamsal metalar elde ediyor
sanki. Resmen bunu pazarlıyor sanki. Kıyafet sektörü, aksesuar (tesbih takke,
reklam , medya vs) sektörü, kitapçıklar,
yayınlar sektörü oluşmuş sanki. Sanki az mı? Öyle öyle. Ve bu zümre hiçte
göründüğü gibi değil. Bir çark kurulmuş dönüyor duruyor. Lan oğlum dünya
yanıyor. Müslümanlar yanıyor. “ Bakmayıııııınnnn, duymayıınnnn, hiçbir şey
yokmuş gibi davranıııııınnn” bu mudur? Sektör olmuş bu. Hacıoğlu, Hocaoğlu,
bereket şirketi mina limited, kuba gıda, tekbir ticaret. Saysam 300 şirket
çıkar. Evladım nedir bu? Ticaret mi yapıyorsunuz dini marka mı
pazarlıyorsunuz?
Sizlerin elinde yayın organlarınız
var. Televizyonlar var. İstediğinizde istediğiniz şekilde sesinizi milyonlara
duyurabilirsiniz. Sizin ilk söylemeniz gereken “ Aman sessiz olun, aman kusur
araştırmayın, aman şu kadar zikir çekin mi?” yoksa “Eeeeyyy İslam alemi.
Dünyanın her bir köşesinde Müslüman kanı akıyor. Akıtanlar da bunlar bunlardır.
Müslümanı boğazlayanlara çanak tutan, onlarla ticaret yapan, ortaklıklar kuran,
aynı masada yemek yiyenler de bunlar bunlardır. Allah (c.c) indinde ben bu
işten mesulüm, siz de mesulsünüz. Bunu bilin. İster organize olun, isterseniz
açın televizyonları izleyin” mi olmalıdır? Tek sözüm var benim. Yazıklar olsun.
Başka sözüm yok. Ama şunu da biliyorum ki utanmayan adama ne derseniz deyin.
Bir yerden girer diğer yerden çıkar. Zaten utanacak olan, yüzü kızaracak olan,
bu işlerden derin elem duyan adam da tepkisini koyar, gerekeni korkmadan canı
pahasına haykırır.
Ekran Artistleri
Ey alimler! Sizin milyonda birinizin
bildiğini bilmem. Naçizane soruyorum. Yaratılmışların en şereflisi,
Allah(c.c)’ın en çok sevdiği, Habibullah, Efendimiz (s.a.v)’in en büyük
sünnetlerinden biri neydi? Zavallı aklıma geldi, sordum? Uyumak? Sağ elle yemek
yemek? Misvak?
Güneşi sağ elime ayı da sol elime
verseniz devam edeceğim dediği, taşlandığı, türlü eziyetler gördüğü, aç kaldığı,
uykusuz kaldığı, uğrunda en yakınlarını birer birer kaybettiği sünneti neydi?
Resulullah (s.a.v) den sonra İslam’a en büyük hizmeti yapan ceddim Osmanlı’nın
en büyük emeli, hedefi, gayesi neydi? İlah-i Kelimetullah’ı yeryüzüne hakim
kılmak.
Fatih Sultan Mehmed Han’ın, Yavuz
Sultan Selim Han’ın, Sultan Bayezid Han’ın hiç kafası çalışmıyordu değil mi?
Onlar şunu diyemediler değil mi? “Karındaşlarım, yoldaşlarım, yarenlerim,
kuvvet bizde, kudret bizde, insanlar üzerinde hakimiyet Allah (c.c)’tan sonra
bizde. Gerek yok riske girmeye, onca orduyu yollarda heba etmeye, kan dökmeye,
ananları evlatsız, sabileri babasız bırakmaya hiç gerek yok. Zikir çekip posta
kapanıyoruz” Hiç kafaları çalışmıyormuş bunların. Eee, şimdi ki kanaat
önderlerimiz, alim ulemalarımız öyle diyor ya. Şimdi biz, arada kalmış,
vatanında Almancı Almanya’da yabancı 3.kuşak jenerasyon misali, kime itibar
edeceğiz? Benim zavallı aklım çalışmıyor, durdu?
En sevdiği arkadaşlarını Allah
yolunda kaybeden, Allah (c.c)’ın dini için en sevdiklerini, amcasını,
arkadaşlarını türlü eziyetlerle kaybeden, bu dünyadan göçtüğünde geride bir
hasır yatak, bir çift takunya, bir abdest ibriği servet bırakan ve tek
başınayken de ardında yüzbinlerce sahabe varken de Allah (c.c)’ın doğrularını
her ne pahasına olursa olsun haykıran Allah’ın Resulü (s.a.v)’ne mi?
46 yıl sultanlığının tam 10
yılını yatağından uzaklarda, at sırtında seferlerde uykusuz geçirip, İlah-i
Kelimetullah’ı yaymak için, ömrünü ehl-i küfre darbe vurmak için düştüğü
yollarda seferdeyken bir çadırda noktalayan Sultan Süleyman Han’a mı? İstanbul’u
almadan yatağına girmeyen. 49 yaşında, henüz ömrünün baharında, yine
Kelimetullah’ı yaymak için yollara düştüğü bir sefer sırasında Gebze’de ki
ordugahında, evinden uzakta hayata veda eden. Daha 29 yaşında iken Trabzon’u
almak için keşif yaptığı sırada önünü kesen Uzun Hasan'ın annesine “ Ana ana! Biz
buraya toprak sevdasıyla değil, Allah (c.c) emrini hakim kılmak için geldik.
Yatağımızda ölürsek bunun hesabını Allah’a nasıl veririz?” diyen Sultan Mehmed
Han’a mı? Yoksa hayatında iki taşı üst üste koymamış, bir eli yağda öbür eli
balda, çiftliklerde, konaklarda, köşklerde sadece konuşarak, hitabetini
kullanarak korkunç servetler edinmiş artistlere mi?
Allah (c.c)’ın
Doğrusunu Bağırsana !
Ve hulasası; Yineliyorum. Üzerine
basa basa tekrar ediyorum. Ben ibadetten geri duralım asla demiyorum. Asla.
Bunu hiç kimse diyemez. Ben Allah (c.c) zikretmeyin, Sünnet-i Seniyye’yi göz
ardı edin asla ve kat’a demiyorum. Haşa. Sakın ola bu böyle anlaşılmasın. Bir
Müslüman, onu yaratana ibadetini eksiksiz kusursuz yapma gayretinde olacak.
Resulullah (s.a.v)’in sünnetine harfiyen riayet edecek. Oturuşundan kalkışına,
uyumasından dinlenmesine kadar Allah (c.c)’ın Resulü (s.a.v) i taklit edecek.
Amaa, bunlar bana yeter, ahireti kurtardım demeyecek.
Müslüman yalan konuşmayacak,
politik olmayacak, Allah (c.c)’ın doğrularını milletin önünde kıvırıp, insanlar
benden uzaklaşmasın diye yumuşatmayacak. Hem “Ben Allah (c.c)’ın doğrularını
söyleyeceğim, kimin kalbi kırılırsa
kırılsın” diyeceksin. Öte yandan sana Finans Kuruluşlarının durumu sorulduğunda,
sesini 2 oktav düşürüp, hamur gibi yayılıp siyaset yapmayacaksın. Çıkıp
mertçe dürüstçe “ Kardeşim neyin Finans
Kuruluşu. Paran varsa otur sen çalıştır. Meblağ küçük, bir şey yapamıyorum
diyorsan kendin gibi bir ihvanı bulacaksın, ortak olacaksın. Ne diyor Cenab-ı
Hakk Teala Hazretleri “ Salih niyetlerle ortak olan iki Mü’min’in üçüncü
ortakları benim” demiyor mu? Yoksa sen Allah (c.c)’a güvenmiyor musunuz? Sözüne
itimat etmiyor musunuz? Kendin çalışmadan emek vermeden elde ettiğin kazanç
sana haramdır.” desenize.
Hangisiyle ortaklığınız var,
yahut hangisinde kaç paranız var da lafı 80 takla attırıyorsunuz. Çıkıp
desenize “Ey ihvanlar ! Ey hocalar ! Sizler peygamber varislerisiniz.
Yeryüzünün yaşayan kandillerisiniz. Siz sıradan cahil cühela adamlar
değilsiniz. Her birinizin en az 30-40 sene ilmi var. Siz elin Vahhabisinin
mimari olarak Allah (c.c)’ın Beyt'i olan Kabe’yi gölgede bırakacak şekilde bilerek
ve kasten inşaa ettiği devasa otellerde, Allah (c.c)’ın Beyt'inden 30 metre
yüksekte nasıl yatarsınız? Başka otel mi yok? Bir Nabi kadar olamadınız mı?
İmanınız vicdanınız nasıl rahat ediyor da Allah (c.c)’ın Beyt'inin 30 metre
üzerinde yayılıp yatıyorsunuz?”
Bağırsanıza. Konuşsanıza. Hakkı
doğruyu haykırsanıza. Sizler Müslüman değil misiniz? Sizler Mü’min değil misiniz?
Müslüman, babası dahi söz konusu olsa, annesi dahi söz konusu olsa, mesele
Allah (c.c)’ın dini ise kılıcını adilce kaldıracak. Haa, sen Allah (c.c)’ın ve
Resulü (s.a.v)’nün sünnetine aykırı iş mi yaptın. Kafanı o kılıcın altına
soktun demektir. Şeriatın kestiği baş şerefli baştır.
Gerçek Alimler
Gerçek Alimler
Müslüman adil olacak. Müslüman
Allah (c.c)’ın emrinden milim şaşmayacak. Allah (c.c)’ın kanunları neyi
emrediyorsa onu yaşayacak. Müslüman
ilimde, fende kaynak olacak, literatür olacak. Müslüman tıpta çağın ilerisinde
olacak. İbn-i Sina, Farabi, Ali Kuşçu, Piri Reis, Ak Şemseddin olacak.
Bakın birkaç örnek; Bunların
allameliği ile şimdiki artistleri kıyaslayın adilce. Sakın, sakın onlar kim,
bunlar kim demeyin. Harezmi’nin de, Fergani’nin de, Ak Şemseddin’in de günü 24
saatti. Onların günü 29 saat değildi. Ve hadis ilmini, fıkıh ilmini, tefsir
ilmini, tıptan, astronomiden, coğrafyadan, geometrinden yüzlerce kat iyi
biliyor ve o alanda da sürekli çalışmalar yapıp eserler yazıyorlardı. Sümme
haşa ve kella, Allah (c.c) yalan söyler mi. Aslaa. Zerre kuşkusu olan
cehennemde yansın. Haydi o zaman gelin toparlayalım.
“Bismillahirrahmanirrahim”
“Ey İman edenler ! Eğer siz
Allah’a yardım ederseniz (emrini tutarsanız, dinini uygularsanız) O’da size
yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar” (Muhammed-7)
Şimdiii, Allah (c.c) vaadine
kesinlikle sadıktır. Tek bir harfinde bile zerre yanlışlık, eksiklik asla ve asla
olamaz. Vaat ediyor öyle değil mi? Ayet gayet açık. Peki yardım etmiyorsa?
Ayaklarını sabit kılmıyorsa? Sen hakiki manada teslim olmuyor, Allah (c.c) emir
ve yasaklarına harfiyen uyup, dinini yaşamıyorsun demektir. Bakın, gerçek
manada Rabbine iman edip teslim olanların Allah (c.c) ufkunu önlerini nasıl
açıp onlara zaferler fetihler veriyor. İşte Bedr’de, Hayber’de, Mekke’de,
Resulullah (s.a.v)’in ordusu. İşte Osmanlı’nın orduları. İşte hayatını Allah
(c.c)’a adamış bilim adamları. İşte hakiki manada alimler;
O kadar çok var ki. 780 ile 850
yılları arasında yaşamış Ebu Abdullah Muhammed bin Musa el-Harezmi ile başlamak
istiyorum. Matematik, coğrafya, astronomi alanlarında müthiş araştırmalar
yapmış çığır açmış bir bilim adamı 9. yy’da matematikte yaptığı buluşlar,
12.yy’da Chesterli Robert ve Cremonalı Gerard tarafından Latinceye çevrilmiş.
İşin en enteresan tarafı şu. Harizmi 9 yy’da öyle bir buluş gerçekleştiriyor ki
yazdığı eserlere yüzyıllar sonra bakıldığında,
açıları trigonometrik fonksiyonlarla ifade eden tabloların olduğunu
görüyorlar. Harizmi, Batlamuyus’un coğrafya adlı kitabını Kitab-u Suretil Ard
adıyla Arapçaya çeviriyor ve matematiksel
coğrafya bilgilerinin İslam dünyasına girmesine sebep oluyor. Harizmi’nin
hazırladığı astronomi tabloları asırlar boyunca bilim dünyasına ışık tutuyor.
Bakım alime, bakım bilim adamına, bakın değere. Cebirsel alanda yaptığı
çalışmalar yüzyıllarca bilim dünyasının el kitabı oluyor. El-Kitab’ul Muhtasar
fi’l hesab’il Cebri ve’l Mukabele, Kitab al-Muhtasar fil Hisab el-Hind, El-Mesahat matematik alanındaki eserlerinden
sadece bir kaçı. Zic-ul Harezmi, Kitab
al-Amal bi’l Usturlab, Kitab’ul Ruhname
ise astronomi alanındaki eserlerinden sadece bir kaçı.
Peki ya Ebu el Abbas Ahmed bin
Muhammed bin Kesir el-Fergani? Harezmi’den az değil emin olun. 9.yy’da yaşamış
Fergani. Öyle bir değer, öyle bir bilim adamı ki batı dünyası Ay’daki krater
Alfraganus’un ismini Fergani’ye ithafen koyuyor. Fargani, Batlamyus ve
etrafındaki bilim heyetinin iddia ettiği, gök cisimlerinin bazılarının akıl
dışı ruhi cisimler olduğunu reddediyor ve bu cisimlerin akli, kati, homosentrik
ve eksantrik daireler şeklinde hareket ettiklerini bilimsel olarak ispat ediyor.
Yaptığı astronomik hesaplamalar Kopernik denilen zata kadar, bugün peşinde 80 takla
attığımız batı bilim dünyasında değişmez ölçüler kabul ediliyor ve asırlarca
kullanılıyor. Bunun çeyreği var mı şimdi İslam dünyasında. Yok. Neden acaba?
Acep bu adamlar çok mu zekiydi? Yoksa imanın kuvveti ve Allah (c.c)’a kayıtsız
şartsız teslimiyet mi? Daha bitmedi.
Fergani’nin Güneşin kendi ekseni etrafında
da hareket ettiğini ilk keşfeden bilim adamı olduğunu biliyor muydunuz
kardeşlerim. 833 yılında Astronominin Unsurları diye bir kitap yazıyor eser 12
yy’da tam 3 kere Latinceye çevrilip bilim dünyasına ışık tutuyor. Adı da
Muhammedis Alfragani Arabis Chronologia et Astronomica Elementa. Şimdi sıkı
durun. Bu eser 1231 yılında Jacob
Anatoli tarafından İbranice’ye Qizzur Almagesti adıyla çevriliyor. Dikkat
buyurun kardeşlerim İbraniceye. Ayrıca meşhuuuurr entel dantel Dante’nin İlahi
Komedya adlı eserindeki evren görüşü de
Fergani den aşırmadır. Bilmeyen cahil batı okusun öğrensin. Hayatı ciddi
manada incelendiğinde insanı hayretler içerisinde bırakacak kadar buluşlara
imza atmış, batı bilim dünyasına kaynak teşkil etmiştir. Dikkat edin bunlar
alim alim. Öyle sıradan adamlar değil. Önce İslami ilimleri öğreniyorlar, sonra
Allah (c.c)’ın inayeti ile bilim dünyasına kaynak buluşlara imza atıyorlar.
Şimdi alim diye gördüğünüz adamlar bunların rahlesini taşıyamaz. Bunlar neden
acaba “Haydi günde şu kadar teşbih çekelim, kimsenin etlisine sütlüsüne
karışmayalım, devletten ödenek alıp yiyip yatalım, şişelim” dememişler? Neden
ilim denilince anahtarı Kur’an-ı Kerim ve devamıyla Fen, Matematik, Astronomi,
Coğrafya demişler? Bileniniz var mı?
Abu Nasr Muhammad al-Farab (
Farabi)’nin hayatını eserlerini okuyun ve kendinizden geçin değerli dostlar.
Ebu Ali el Hüseyin İbn’i Abdullah İbn’i Sina el Belh’i ( İbn’i Sina) aynı
şekilde, özellikle tıp biliminin genetik şifresi. Ebu Reyhan Muhammed bin Ahmed
el-Biruni bir diğeri. Ebu’l Kasım Halef İbn el Abbas el-Zehravi. Cerrahların
atalarından sayılabilecek bir değer. Saymakla bitmeyecek bilim insanları. Alimler.
Ya şimdi?
Ümmete Selam
Olsun
Sistem, çarklar, rotatifler
işliyor sen kurcalama. Bilim, fen, astronomi, tıp ehl-i küfrün elinde, senin
nüfusun adamların gözüne batıyor. Silah üretiyor, virüs üretiyor, ilaç üretiyor,
hammadde üretiyor sana satıyor. Sen Müslümanın ayıbını ört. Dikkat edin
Müslüman ayıp yapmaz yok. Sen ört var. Amman bankalara gitmeyin, küllin haram,
Finans Kurumlarına gidin, kar payı alın. Her doğru her yerde söylenmez. Medya
patronlarını, kalantorları, finans babalarını, masonları kızdırmayın.
Homoseksüellere varıncaya hatırını hesap edip, gönlünü hoş edin ama
Müslümanları boğazlayanları görmezden gelin. Kırılırlar, üzülürler, bize cephe
alırlar. Hatta suikast düzenlerler, öldürürler, hapislerde süründürürler. Eee?
Hani şehit olmak peygamberlikten sonra en büyük makamdı? Hani ne oldu? Sadece
susan “Etliye sütlüye karışma,
insanların ayıplarını ört, her doğruyu da her yerde söyleme, bak çorbana dümen
yürüsün, senin yumuşak yerlerin büyüsün” diyen banknot Müslümanlara “ İyide ben ne yapabilirim?
Elimden ne gelir?” diyen yaşayan ölülere, hayatını Ümmetin selameti için fiili
mücadele ile geçirmiş 67 yaşındaki bir şehidin selamı. Eğer alabilecek
vicdanımız varsa !!!
“Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim
ne kalem tutuyor ne de silah. Sesimle yeri göğü inletecek güçte bir hatip de değilim.
Ben ki saçları ağarmış ömrünün son demlerinde türlü hastalıkların yıktığı ve
üzerinde zamanın belalarının estiği biriyim. Tek istediğim, benim gibi
Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır!
Siz ey Müslümanlar ! Suskun ve
aciz helak olmuş ölüler! Hala kalpleriniz sızlamıyor mu başımıza gelen bu acı
felaketler karşısında? Bir halk yok mu? Hiç mi kimse yok Allah için ve Ümmetin
namusu için kızacak? Şerefli direnişçilerken bizleri katil terörist olarak ilan
edenlere karşı duracak! Bu ümmet utanmaz mı şerefi çiğnenirken? Siyonist
katilleri ve uluslar arası işbirlikçilerini görmezden gelirken! Omuzlarımıza el
verecek ve gözyaşlarımızı silecek bir bakış!
Bu Ümmetin kurumları, sivil
güçleri, partileri, teşkilatları ve bariz şahsiyetleri Allah için kızmaz mı?
Tümü birden sokaklara dökülüp bizim için dua etmeye; “ Ey Rabbimiz ! Gücümüzü
topla, zaafımızı gider ve Mü’min kullarına yardım et!” diye çağıramaz mı? Buna
da mı gücünüz yetmiyor?
Yakında bizim büyük ölümlerimizi
duyacaksınız ! O zaman alınlarımızda şu yazılacak; “Bizler direndik, ileri
atıldık ve kaçmadık !” Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız
ve gençlerimiz ölecek ! Onları, bu sus pus ve bön ümmete yakıt yapacağız !
Bizden teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin. Çünkü biz bunu
yapsak da ölçeğimizi biliyoruz ! Bırakın savaşçı onuruyla ölelim! Dilerseniz
bizimle olun, elinizden geldiğince öcümüzü sizden her biri boynuna taksın !
Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin !!
Temennimiz, Allah’ın emaneti
savsaklayan herkesten kısas almasıdır. Umarım bizim aleyhimize olmazsınız !
Allah aşkına bari aleyhimize olmayın !!!
Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin
halkları !
Allah’ım, sana şikayette
bulunuyorum !!! Sana şikayette bulunuyorum !!! Sana şikayette bulunuyorum !!!
Gücümüm azlığını, imkanımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı sana
şikayet ediyorum ! Sen mustazafların Rabbisin.. Sen bizim Rabbimizsin.. Bizi
kime bırakıyorsun? Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana mı?
Allah’ım, akıtılan kanlar,
dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş
anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler aşkına,
sana şikayette bulunuyorum ! Sana şikayette bulunuyorum ! Gücümüz dağıldı..
Birliğimiz bozuldu.. Yollarımız ayrıldı..! Halkımızın zaafını ve ümmetimizin
bize yardım edip düşmanı yenmedeki aczini sana şikayet ediyorum ! ”
Rabbimin selamı, rahmeti,
bereketi, hidayeti tüm inananların üzerine olsun. Amin….