13 Ocak 2013 Pazar

Yıl 82, ........... "0" ların değeri yok


13.01.2013
Yıl 1982…

İlçe merkezine yaklaşık 11 km, sarp coğrafyada görüş mesafesi 5 metre… 3 göz tamamı ahşap ev'de yaşamak zorunda olan 9 kişi. İmkanlar son derece kısıtlı. Öyle ki evin büyükleri ekilecek alanın olmayışı sebebiyle, 2-3 km mesafeden sırtlarında toprak taşıyıp, evin altındaki çorak taşlık alana sererek bahçe yapıyorlar. Bu bahçede yaşamaları için zaruri olan ve daha sonra ekmek yapımında kullanılacak olan mısır ekiyorlar. Mısır ekmeği hayat kaynağı. Ve ilkokul yılları. Elektrik yok. Evet, bu bir hikaye değil, masal değil, elektrik yok. Bir insanın hayatını insanca idame ettirebilmesi için gerekli en mühim şeylerden biri yok. Hava kararınca gaz lambası yanıyor. Ders çalışmak için sehpa yok, masa yok. Yerde tahtanın üzerine yatarak, gaz lambasının altında yapılan ödevlerin sonunda dirseklerimin ağrısından uyuyamazdım geceleri. Araba yok. Günde iki kez araba ya geçer ya geçmez köyden. Ve bu şartlar altında yokluk ve sefalet içinde geçen ilkokul yılları. Devlet.? Devlet o dönemde bir şehir efsanesi. Adını duyan yok. Burası Güneydoğu değil. Burası Doğu Anadolu değil burası Of’un merkezine 11  km bir köy. Ve yıl da 1955 değil. Hani hep anlatır ya büyükler “bizim zamanımızda elektrik yoktu, gaz lambası vardı, yokluk, kıtlık…….”diye uzar giderdi ya hikayeler.
Evet ,devlet yok. En azından ben, çocukluk yıllarımı ve orada geçen ilkokul yıllarımı sayarsam, hiç görmediğime eminim. Neden mi bunları yazdım.? Doğu yada kuzey ,batı yada güney hiç fark etmiyor.Bu kangren  dönem maalesef yaşandı bu ülkede. Devletin Ankara’dan ibaret olduğu, devletin devlet dairesinden dışarı çıkmayan efendiler zümresi olduğu bir dönem yaşandı. Doğumdan ölüme devletin hiç hatırlamadığı, hatta ölümünü 10 yıl sonra haber aldığı insanların yaşadığının varsayıldığı zamanlar maalesef yaşandı bu ülkede.

Bedavadan hak savunucusu…………….

Şu sıralar sosyal medyada, yazılı ve görsel basında ahkam kesip, elinde viski bardağı, şömine karşısında, ezilen, hiçe sayılan, yok farz edilen bir halkın hakkının savunuculuğunu yapıyorlar ya. Hayretler içinde kalıyorum. Neden mi? Bu kadar da yüzsüzlük, bu kadar da çarık yüzlülük olmazki diyorum. Hayatında hiç kuru ekmek kabuğu kemirmemiş, bir kez bile gaz lambası görmemiş, yokluk nedir bilmemiş bu zümrenin ahlanıp vahlanmasına dayanamıyorum. Ne hissettiğini hiçbir zaman bilemeyeceği bir halkın hak ve hukuk mücadelesini vermeleri,onlar adına devlete,hükumete ültimatom vermeleri kanıma dokunuyor. Neymiş efendim, eşit şartlarda yaşama hakkını savunuyormuş. Sen kimsin ki.? Sana mı düşmüş 10 milyon insanın hakkını savunmak. 

O coğrafyada yaşamış, o acıları çekmiş, o kıtlık ve yokluk yıllarını derin derin yaşamış  ama hiçbir zaman devletine milletine asi olmamış, o bölgenin yetiştirdiği, son derece zeki, aydın insanları varken ve senin gibi pkk nın ağzından konuşmazken, sanamı düşmüş bu görev. Zaten başımıza her zaman durumdan vazife çıkartarak, üzerimize vazife olmayan şeylere burnumuzu sokmaktan gelmedi mi ne geldiyse?. Ne anadan ne babadan zerre kadar savunduğu halkın kanını taşımayan, tıpkı senin yaptığın gibi durumdan vazife çıkararak, bir halkın hak ve hukuk mücadelesini vereceğim diye, binlerce insanın kanına girmesiyle başlamadı mı bu hikaye.? Neymiş, hak ve hukuk mücadelesi altında oda şövalyeliğe soyunuyor sanıyorum. Zira son bir yıldır takip etmeme rağmen, hep aynı kelimeleri zırvalayıp gazetecilik yapıyormuş kendince. Sözüm ona ulusal medyalarda boy göstermiş, hatırı sayılır gazetecilerden biri bu hazret. Bana atıfta bulunup “meraklasına” diyor hazret. Hatta yetmezmiş gibi bana “eşitlikten insanca yaşamaktan hak aramaktan”bahsediyor beyim.

Doğuda yaşananlar batıdada yaşandı……..

Sen hiç hayatında gazlambasında kırık dökük tahta bir evde üşüyerek sabahladın mı.? Sen hiç hastalandığında sana iğne vurulması için bir enjektörün peşinden 4 km koştun mu.? Sen hiç kocaman demir tasta cay içtin mi.? Sen hiç “bir” pantolonla ilkokul bitirdin mi.? Hak aramak, adalet aramak, anarşiyle, terörle, sokakları, caddeleri yakıp yıkmayla olmaz. Hak aramak, viski bardağıyla şömine karşısında olmaz. Doğuda yaşananların hemen hemen aynısı o dönemde Karadeniz'de yaşanmadı mı.? Bilmiyorsanız ben anlatayım da azıcık öğrenin beyefendi. Yıl 1982. Üç arkadaş Beyoğlu'ndan çıkıp Tarlabaşı'ndan sallanarak aşağıya doğru inmektedir. Derken çok gitmeden önleri bir minibüs ile kesilir. Karga tulumda araca bindirilirler ve daha isimleri sorulmadan nereli oldukları sorulur ve içlerinden biri ben Of’luyum deyince başlar yumruk yemeye. Vay efendim sen bölücüsün, vay efendim neden Trabzon demedin de Of’luyum dedin diye, emniyete gidene kadar araçta dayak yer. Sağ sol olaylarının hat safhada olduğu, nefes alanın dayak yediği yıllar. Hiç sebep yokken, sadece Of’luyum dedi diye 3 genç arkadaşın iki gün nezarette kalmaları ve iki gün boyunca türlü türlü şekillerde dayak yemeleri. 

Evet, maalesef ve üzerine basa basa söylemek zorundayım ki bir dönem öyle geçti. Darbelerle sıkıyönetimde, yokluk ve sefalet içinde. Çatışma ve kaos içinde. Devletin olmadığı yıllar içinde. Bu doğuda da böyleydi batıda da. Bir dönem ceza evleri eza evlerine dönüştü, bir dönem insanlık onuru, haysiyeti ayaklar altına alındı, bir dönem işkencelerde faili meçhullerle geçti. Yürekleri parçalarcasına, aydınlar, akademisyenler hatta başbakanlar kurşunlandı, bombalandı, yok edildi. Maalesef bir dönem gerek doğuda gerek batıda, hatta bugün Avrupa’nın başkenti olmaya aday İstanbul’un göbeğinde, Kadıköy’de Ziverbey Köşkünde  işkencelerde ,türlü türlü akıl almaz acılarla, sefaletlerle yaşandı geçti. Bir dönem, Diyarbakır ceza evinde insanlar ellerine ayaklarına prangalar vurularak, gırtlağına kadar lağım çukurlarında işkencelerde geçti. Bunlara yok demiyoruz, hiçe saymıyoruz.  Bugün, aydın Kemalistlerin şiddetle savundukları güruh tarafından, Anadolu’da hatta batıda bir gecede insanları nasıl yargıladıklarını, savcıları hakimleri gece yataklarından kaldırıp kararlar aldırdıklarını ve gece yarısı ciplerin ışıkları altında nasıl infaz edildiklerini de biliyoruz. “Ne yapalım, bir sağdan bir soldan astık….” diyerek sözüm ona adil davrandıklarını güle güle anlatan diktatörlerin hazırladıkları anayasaları da gördük ve hala görmekteyiz. Hiçbirini inkar etmiyoruz.

 Eğer bu ülkede kitleler hak arayacaksa, bunun en demokratik yollardan olması gerektiğini savunuyorum. Bu, sadece güneydoğuda yıllarca ihmal edilen Kürt kökenli kardeşlerimiz için değil, batıda inancı yüzünden fişlenen, görevinden atılan, kamu kurum ve kuruluşlarında görevini ifa edemeyen kardeşlerimiz içinde geçerli olmalı. Bu hak ve adalet, inancı gereği giydiği kıyafeti yüzünden okulundan atılan kız kardeşlerimiz içinde geçerli olmalı. Bu, yasal hakkı olan grev hakkını kullandığı için, sendikalara üye olması sebebiyle, yahut çalışma koşullarının daha insancıl şartlara getirilmesi için grev yapan işçimiz memurumuz içinde geçerli olmalı. Bu, geçmiş dönemlerde darbeler ve muhtıralar yüzünden hayatı değişen, işkence gören, psikolojik travma yaşayan ve faili meçhullerde yok olan insanlarımız yakınları içinde geçerli olmalı. Ama illede en demokratik  yollardan ve yasalar çerçevesinde olmalı. Her hak arama mücadelesine giren kişi, eline gazı, ateşi, molotofu taşı,  alırsa bundan kim kazanır.? Emin olun ki her iki tarafta kaybeder.

Hiçbir rütbe, hiçbir makam kendini devlet yerine koyamaz………

Bizler, geçmiş dönemlerde gerek ordu, gerek emniyet hatta devlet kurumlarının içerisinde, kendini devlet yerine koyan, devletten üstün gören,ilah zanneden subayların, amirlerin, memurların, hatta genelkurmay başkanlarının  olduğunu gördük . Bunların bilineni, bağımsız yargı önünde hesap vermektedir. Artık zaman değişmiştir ve devlet doğudan batıya en ücra köşesine kadar ihtiyacım var diyene koşmaktadır. Birileri çıkar, şurada şu kanunsuzluk var, yapıldı yada yapılmaktadır dediğinde  artık, hak, adalet, anında orada tecelli etmektedir. Burada bize düşen, tamamen iyi duygularla, samimiyetle devlete inanmak ve güvenmektir. Artık siyasette değişmiş, çağa uyum sağlamıştır. Eskisi gibi, gazetelerin genel yayın yönetmenleri önünde el pençe divan duran, iş adamlarının, medya patronlarının önünde ceket ilikleyen, ne başbakan nede vekiller yoktur. Yaklaşık 80 yıllık alışıla gelmiş devlet ve devlet adamı imajı tamamen değişmiş ve bu değişimini hızla devam ettirmektedir. Sabır ve sağduyuyla ve her şeyden önemlisi iyi niyet ve çözüm odaklı düşüncelerle, taşlar olması gerektiği şekilde yerlerine oturacak, demokrasi, insan hakları, Cizre’den Silopi’ye, Hopa’dan Hamzabeyli’ye eşit şekilde hızla yayılacak, dağılacaktır ve dağılmaktadır. Buna yürekten inancımız tamdır.  

Gereksiz çıkışlarla, milleti kin ve düşmanlığa sevk edici beyanlarla, insanları germek, yapılan atılımları baltalamak hiç kimseye yarar sağlamayacaktır. Devlet “bizi 20 den fazla örgüt kullanmak istedi…” diyen ve belkide 20 den fazla istihbarat servisinin kullandığı bir örgütle, yıllardır akan kanın dinmesi için mücadele etmektedir. 20 den fazla örgüt demek ne demek sanırım açıklama yapmama gerek yoktur. Olayın ciddiyeti ortadadır. Bu mücadele ile birlikte güneydoğuda, batıda, kuzeyde ve güneyde bütün vatandaşlarına yıllardır ihmal edilmenin verdiği eksikliği de gidermeye çalışmaktadır ve bunda da son derece başarılı olmaktadır. Bununla birlikte, hızla, kokmuş, çürümüş ve artık bir gün bile dayanılmayacak, modern çağda, hızla küreselleşen dünyada, kendisine hiç yakışmayan mevcut anayasadan kurtulmak, çok daha demokratik, çok daha çağdaş ,en küçük bir nefesi, rengi bile sınırlarının dışına itmeyen, kucaklayan, kapsayan, hukukun, insan haklarının üstünlüğüne dayanan modern bir anayasa yapmaya çalışmaktadır. 70 milyonun bir bireyinin bile dışarıda kalmaması için, bir sesinin, bir nefesinin bile ait hissettirilmesi için bu sürecin, çalışmanın zorluğu, zamanın uzamasını makul kılmaktadır.

Bu sistemle bukadar…..

Tüm bunlarla birlikte, yaklaşık 90 yıldır yaşanmış türlü sorunların ve gelecekte yaşanması muhtemel yüzlerce sıkıntının önceden önlemler alınarak çözümü için, sayısız gizli ve açık darbeler, muhtıralar görmüş, artık kendi içinde çıkmaza dayanmış parlementer sistemde en geniş katılımı sağlamak, en geniş mutabakatı sağlamak ve hızla sonuca gitmek, görüldüğü üzere çok zorlaşmıştır ve zaman zaman çözümsüzlüğe dayanıp, tıkanmaların yaşanmasına neden olduğu açık şekilde görülmektedir. Dünyanın bir çok yerinde işleyen, mevcut sistem, bizim kültürel yapımız, tarihi geçmişimiz, siyasi anlayışımız sebebi ile en önemli, can alıcı ve hızla çözüme gidilmesi gereken böyle önemli hususlarda, sistemi çözümsüzlüğe kilitlemekte, devletin işleyen, işlemek zorunda olan, bir çok çarkının tıkanmasına neden olmaktadır.  Bu konuda, ciddi anlamda üzerinde düşünülmesi ve ivedilikle çözüme bağlanması gereken bir konudur. Çünkü, mevcut sistemde bırakın çağdaş modern demokratik bir anayasa hazırlamayı, bir yasa paketi bile hazırlamak ve bunu yürürlüğe koymak, gereğinden çok çok fazla zaman alıp, hızla değişen, küreselleşen dünyada, zamana ayak uydurmamızı engellemektedir.

Gerek  tarihi ,gerek politik açıdan, dünyanın en önemli  coğrafyasında, bir çok medeniyete köprü görevi gören ülkemiz, bulunduğu coğrafyada bir günde hatta bir saatte dünya tarihine yön verecek hızlı gelişmelere ayak uydurabilmesi için, hakettiği itibarı görerek, bölgede etkin rol oynayabilmesi için, revize edilmesi neredeyse imkansız hale gelmiş mevcut parlementer sistemle ,daha etkin, daha hızlı kararlar alıp gelişmelere anında müdahale edebilen, kararlı ve çözüm odaklı başkanlık sistemi ile bir an evvel yer değiştirmelidir. Yarın,” geç kalındı” denmemek adına. Bir kez olsun olağan gelişmeleri ve olacak gelişmeleri önceden kestirerek, etkili ve hızlı müdahaleleri gerçekleştirerek bölgemizde söz sahibi olmak adına.  

En derin saygılarımla.

Murat PUL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder