13 Ocak 2013 Pazar

Yıl 82, ........... "0" ların değeri yok


13.01.2013
Yıl 1982…

İlçe merkezine yaklaşık 11 km, sarp coğrafyada görüş mesafesi 5 metre… 3 göz tamamı ahşap ev'de yaşamak zorunda olan 9 kişi. İmkanlar son derece kısıtlı. Öyle ki evin büyükleri ekilecek alanın olmayışı sebebiyle, 2-3 km mesafeden sırtlarında toprak taşıyıp, evin altındaki çorak taşlık alana sererek bahçe yapıyorlar. Bu bahçede yaşamaları için zaruri olan ve daha sonra ekmek yapımında kullanılacak olan mısır ekiyorlar. Mısır ekmeği hayat kaynağı. Ve ilkokul yılları. Elektrik yok. Evet, bu bir hikaye değil, masal değil, elektrik yok. Bir insanın hayatını insanca idame ettirebilmesi için gerekli en mühim şeylerden biri yok. Hava kararınca gaz lambası yanıyor. Ders çalışmak için sehpa yok, masa yok. Yerde tahtanın üzerine yatarak, gaz lambasının altında yapılan ödevlerin sonunda dirseklerimin ağrısından uyuyamazdım geceleri. Araba yok. Günde iki kez araba ya geçer ya geçmez köyden. Ve bu şartlar altında yokluk ve sefalet içinde geçen ilkokul yılları. Devlet.? Devlet o dönemde bir şehir efsanesi. Adını duyan yok. Burası Güneydoğu değil. Burası Doğu Anadolu değil burası Of’un merkezine 11  km bir köy. Ve yıl da 1955 değil. Hani hep anlatır ya büyükler “bizim zamanımızda elektrik yoktu, gaz lambası vardı, yokluk, kıtlık…….”diye uzar giderdi ya hikayeler.
Evet ,devlet yok. En azından ben, çocukluk yıllarımı ve orada geçen ilkokul yıllarımı sayarsam, hiç görmediğime eminim. Neden mi bunları yazdım.? Doğu yada kuzey ,batı yada güney hiç fark etmiyor.Bu kangren  dönem maalesef yaşandı bu ülkede. Devletin Ankara’dan ibaret olduğu, devletin devlet dairesinden dışarı çıkmayan efendiler zümresi olduğu bir dönem yaşandı. Doğumdan ölüme devletin hiç hatırlamadığı, hatta ölümünü 10 yıl sonra haber aldığı insanların yaşadığının varsayıldığı zamanlar maalesef yaşandı bu ülkede.

Bedavadan hak savunucusu…………….

Şu sıralar sosyal medyada, yazılı ve görsel basında ahkam kesip, elinde viski bardağı, şömine karşısında, ezilen, hiçe sayılan, yok farz edilen bir halkın hakkının savunuculuğunu yapıyorlar ya. Hayretler içinde kalıyorum. Neden mi? Bu kadar da yüzsüzlük, bu kadar da çarık yüzlülük olmazki diyorum. Hayatında hiç kuru ekmek kabuğu kemirmemiş, bir kez bile gaz lambası görmemiş, yokluk nedir bilmemiş bu zümrenin ahlanıp vahlanmasına dayanamıyorum. Ne hissettiğini hiçbir zaman bilemeyeceği bir halkın hak ve hukuk mücadelesini vermeleri,onlar adına devlete,hükumete ültimatom vermeleri kanıma dokunuyor. Neymiş efendim, eşit şartlarda yaşama hakkını savunuyormuş. Sen kimsin ki.? Sana mı düşmüş 10 milyon insanın hakkını savunmak. 

O coğrafyada yaşamış, o acıları çekmiş, o kıtlık ve yokluk yıllarını derin derin yaşamış  ama hiçbir zaman devletine milletine asi olmamış, o bölgenin yetiştirdiği, son derece zeki, aydın insanları varken ve senin gibi pkk nın ağzından konuşmazken, sanamı düşmüş bu görev. Zaten başımıza her zaman durumdan vazife çıkartarak, üzerimize vazife olmayan şeylere burnumuzu sokmaktan gelmedi mi ne geldiyse?. Ne anadan ne babadan zerre kadar savunduğu halkın kanını taşımayan, tıpkı senin yaptığın gibi durumdan vazife çıkararak, bir halkın hak ve hukuk mücadelesini vereceğim diye, binlerce insanın kanına girmesiyle başlamadı mı bu hikaye.? Neymiş, hak ve hukuk mücadelesi altında oda şövalyeliğe soyunuyor sanıyorum. Zira son bir yıldır takip etmeme rağmen, hep aynı kelimeleri zırvalayıp gazetecilik yapıyormuş kendince. Sözüm ona ulusal medyalarda boy göstermiş, hatırı sayılır gazetecilerden biri bu hazret. Bana atıfta bulunup “meraklasına” diyor hazret. Hatta yetmezmiş gibi bana “eşitlikten insanca yaşamaktan hak aramaktan”bahsediyor beyim.

Doğuda yaşananlar batıdada yaşandı……..

Sen hiç hayatında gazlambasında kırık dökük tahta bir evde üşüyerek sabahladın mı.? Sen hiç hastalandığında sana iğne vurulması için bir enjektörün peşinden 4 km koştun mu.? Sen hiç kocaman demir tasta cay içtin mi.? Sen hiç “bir” pantolonla ilkokul bitirdin mi.? Hak aramak, adalet aramak, anarşiyle, terörle, sokakları, caddeleri yakıp yıkmayla olmaz. Hak aramak, viski bardağıyla şömine karşısında olmaz. Doğuda yaşananların hemen hemen aynısı o dönemde Karadeniz'de yaşanmadı mı.? Bilmiyorsanız ben anlatayım da azıcık öğrenin beyefendi. Yıl 1982. Üç arkadaş Beyoğlu'ndan çıkıp Tarlabaşı'ndan sallanarak aşağıya doğru inmektedir. Derken çok gitmeden önleri bir minibüs ile kesilir. Karga tulumda araca bindirilirler ve daha isimleri sorulmadan nereli oldukları sorulur ve içlerinden biri ben Of’luyum deyince başlar yumruk yemeye. Vay efendim sen bölücüsün, vay efendim neden Trabzon demedin de Of’luyum dedin diye, emniyete gidene kadar araçta dayak yer. Sağ sol olaylarının hat safhada olduğu, nefes alanın dayak yediği yıllar. Hiç sebep yokken, sadece Of’luyum dedi diye 3 genç arkadaşın iki gün nezarette kalmaları ve iki gün boyunca türlü türlü şekillerde dayak yemeleri. 

Evet, maalesef ve üzerine basa basa söylemek zorundayım ki bir dönem öyle geçti. Darbelerle sıkıyönetimde, yokluk ve sefalet içinde. Çatışma ve kaos içinde. Devletin olmadığı yıllar içinde. Bu doğuda da böyleydi batıda da. Bir dönem ceza evleri eza evlerine dönüştü, bir dönem insanlık onuru, haysiyeti ayaklar altına alındı, bir dönem işkencelerde faili meçhullerle geçti. Yürekleri parçalarcasına, aydınlar, akademisyenler hatta başbakanlar kurşunlandı, bombalandı, yok edildi. Maalesef bir dönem gerek doğuda gerek batıda, hatta bugün Avrupa’nın başkenti olmaya aday İstanbul’un göbeğinde, Kadıköy’de Ziverbey Köşkünde  işkencelerde ,türlü türlü akıl almaz acılarla, sefaletlerle yaşandı geçti. Bir dönem, Diyarbakır ceza evinde insanlar ellerine ayaklarına prangalar vurularak, gırtlağına kadar lağım çukurlarında işkencelerde geçti. Bunlara yok demiyoruz, hiçe saymıyoruz.  Bugün, aydın Kemalistlerin şiddetle savundukları güruh tarafından, Anadolu’da hatta batıda bir gecede insanları nasıl yargıladıklarını, savcıları hakimleri gece yataklarından kaldırıp kararlar aldırdıklarını ve gece yarısı ciplerin ışıkları altında nasıl infaz edildiklerini de biliyoruz. “Ne yapalım, bir sağdan bir soldan astık….” diyerek sözüm ona adil davrandıklarını güle güle anlatan diktatörlerin hazırladıkları anayasaları da gördük ve hala görmekteyiz. Hiçbirini inkar etmiyoruz.

 Eğer bu ülkede kitleler hak arayacaksa, bunun en demokratik yollardan olması gerektiğini savunuyorum. Bu, sadece güneydoğuda yıllarca ihmal edilen Kürt kökenli kardeşlerimiz için değil, batıda inancı yüzünden fişlenen, görevinden atılan, kamu kurum ve kuruluşlarında görevini ifa edemeyen kardeşlerimiz içinde geçerli olmalı. Bu hak ve adalet, inancı gereği giydiği kıyafeti yüzünden okulundan atılan kız kardeşlerimiz içinde geçerli olmalı. Bu, yasal hakkı olan grev hakkını kullandığı için, sendikalara üye olması sebebiyle, yahut çalışma koşullarının daha insancıl şartlara getirilmesi için grev yapan işçimiz memurumuz içinde geçerli olmalı. Bu, geçmiş dönemlerde darbeler ve muhtıralar yüzünden hayatı değişen, işkence gören, psikolojik travma yaşayan ve faili meçhullerde yok olan insanlarımız yakınları içinde geçerli olmalı. Ama illede en demokratik  yollardan ve yasalar çerçevesinde olmalı. Her hak arama mücadelesine giren kişi, eline gazı, ateşi, molotofu taşı,  alırsa bundan kim kazanır.? Emin olun ki her iki tarafta kaybeder.

Hiçbir rütbe, hiçbir makam kendini devlet yerine koyamaz………

Bizler, geçmiş dönemlerde gerek ordu, gerek emniyet hatta devlet kurumlarının içerisinde, kendini devlet yerine koyan, devletten üstün gören,ilah zanneden subayların, amirlerin, memurların, hatta genelkurmay başkanlarının  olduğunu gördük . Bunların bilineni, bağımsız yargı önünde hesap vermektedir. Artık zaman değişmiştir ve devlet doğudan batıya en ücra köşesine kadar ihtiyacım var diyene koşmaktadır. Birileri çıkar, şurada şu kanunsuzluk var, yapıldı yada yapılmaktadır dediğinde  artık, hak, adalet, anında orada tecelli etmektedir. Burada bize düşen, tamamen iyi duygularla, samimiyetle devlete inanmak ve güvenmektir. Artık siyasette değişmiş, çağa uyum sağlamıştır. Eskisi gibi, gazetelerin genel yayın yönetmenleri önünde el pençe divan duran, iş adamlarının, medya patronlarının önünde ceket ilikleyen, ne başbakan nede vekiller yoktur. Yaklaşık 80 yıllık alışıla gelmiş devlet ve devlet adamı imajı tamamen değişmiş ve bu değişimini hızla devam ettirmektedir. Sabır ve sağduyuyla ve her şeyden önemlisi iyi niyet ve çözüm odaklı düşüncelerle, taşlar olması gerektiği şekilde yerlerine oturacak, demokrasi, insan hakları, Cizre’den Silopi’ye, Hopa’dan Hamzabeyli’ye eşit şekilde hızla yayılacak, dağılacaktır ve dağılmaktadır. Buna yürekten inancımız tamdır.  

Gereksiz çıkışlarla, milleti kin ve düşmanlığa sevk edici beyanlarla, insanları germek, yapılan atılımları baltalamak hiç kimseye yarar sağlamayacaktır. Devlet “bizi 20 den fazla örgüt kullanmak istedi…” diyen ve belkide 20 den fazla istihbarat servisinin kullandığı bir örgütle, yıllardır akan kanın dinmesi için mücadele etmektedir. 20 den fazla örgüt demek ne demek sanırım açıklama yapmama gerek yoktur. Olayın ciddiyeti ortadadır. Bu mücadele ile birlikte güneydoğuda, batıda, kuzeyde ve güneyde bütün vatandaşlarına yıllardır ihmal edilmenin verdiği eksikliği de gidermeye çalışmaktadır ve bunda da son derece başarılı olmaktadır. Bununla birlikte, hızla, kokmuş, çürümüş ve artık bir gün bile dayanılmayacak, modern çağda, hızla küreselleşen dünyada, kendisine hiç yakışmayan mevcut anayasadan kurtulmak, çok daha demokratik, çok daha çağdaş ,en küçük bir nefesi, rengi bile sınırlarının dışına itmeyen, kucaklayan, kapsayan, hukukun, insan haklarının üstünlüğüne dayanan modern bir anayasa yapmaya çalışmaktadır. 70 milyonun bir bireyinin bile dışarıda kalmaması için, bir sesinin, bir nefesinin bile ait hissettirilmesi için bu sürecin, çalışmanın zorluğu, zamanın uzamasını makul kılmaktadır.

Bu sistemle bukadar…..

Tüm bunlarla birlikte, yaklaşık 90 yıldır yaşanmış türlü sorunların ve gelecekte yaşanması muhtemel yüzlerce sıkıntının önceden önlemler alınarak çözümü için, sayısız gizli ve açık darbeler, muhtıralar görmüş, artık kendi içinde çıkmaza dayanmış parlementer sistemde en geniş katılımı sağlamak, en geniş mutabakatı sağlamak ve hızla sonuca gitmek, görüldüğü üzere çok zorlaşmıştır ve zaman zaman çözümsüzlüğe dayanıp, tıkanmaların yaşanmasına neden olduğu açık şekilde görülmektedir. Dünyanın bir çok yerinde işleyen, mevcut sistem, bizim kültürel yapımız, tarihi geçmişimiz, siyasi anlayışımız sebebi ile en önemli, can alıcı ve hızla çözüme gidilmesi gereken böyle önemli hususlarda, sistemi çözümsüzlüğe kilitlemekte, devletin işleyen, işlemek zorunda olan, bir çok çarkının tıkanmasına neden olmaktadır.  Bu konuda, ciddi anlamda üzerinde düşünülmesi ve ivedilikle çözüme bağlanması gereken bir konudur. Çünkü, mevcut sistemde bırakın çağdaş modern demokratik bir anayasa hazırlamayı, bir yasa paketi bile hazırlamak ve bunu yürürlüğe koymak, gereğinden çok çok fazla zaman alıp, hızla değişen, küreselleşen dünyada, zamana ayak uydurmamızı engellemektedir.

Gerek  tarihi ,gerek politik açıdan, dünyanın en önemli  coğrafyasında, bir çok medeniyete köprü görevi gören ülkemiz, bulunduğu coğrafyada bir günde hatta bir saatte dünya tarihine yön verecek hızlı gelişmelere ayak uydurabilmesi için, hakettiği itibarı görerek, bölgede etkin rol oynayabilmesi için, revize edilmesi neredeyse imkansız hale gelmiş mevcut parlementer sistemle ,daha etkin, daha hızlı kararlar alıp gelişmelere anında müdahale edebilen, kararlı ve çözüm odaklı başkanlık sistemi ile bir an evvel yer değiştirmelidir. Yarın,” geç kalındı” denmemek adına. Bir kez olsun olağan gelişmeleri ve olacak gelişmeleri önceden kestirerek, etkili ve hızlı müdahaleleri gerçekleştirerek bölgemizde söz sahibi olmak adına.  

En derin saygılarımla.

Murat PUL

…ÜZERİNE DEĞER-LENDİRME..


                  02.01.2013


Özgürlükte ne….?


Demokrasi yada özgürlük, yıllardır insanlar tarafından yanlış anlaşılagelmiş yada anlaşılmamış ve üzerinde binyıllardır nice düşür, aristokrat, aydın, yazarın düşünceler beyan ettiği, lakin insanlarca çokta somutlaştırılamayan, her kitle, her sınıf için farklı anlamlara büründürülüp, farklı renklere boyanan şımarık çocuğudur insanlığın. Öyle geniş bir çoğrafyada konuşlanmış bir devdir ki bir ucu istediğine sövüp sayabilirsinden diğer ucu sana muhalifi vurabilirsin sınırına kadar dayanır ülke sınırları. Peki doğrusu nedir bu işin.? Hiç somutlaştırılamamış olmasına karşın birde birlikte bakalım istedim bu topraklara. Ama illede adil ve illede objektifçe..

Yakıyorsun yıkıyorsun, önce böyle başlıyor daha sonra pekiştirip olayı günahsız insanları katletmeye, hatta devletine milletine asi olmaya varıncaya kadar büyütüyor ama ne hikmetse bir dönemler katil diye gösterildiğin zümre tarafından, yıllar sonra özgürlük savaşçısı ve hatta biraz korkanlarında militan diye nitelediği zümreye dahil oluveriyorsun. Ve dahi o elit zümre tarafından yok sayılmış, hatta ezilmiş, en doğal insani haklarının hukukunun hiçe sayıldığınıda görerek,  önderliğe sorulduğunda hakkı ve hukuku gag guk diye gevelemesine rağmen….. Yinede işte oluveriyorsun bişeyler. İşte demokrasi de, hak hukuk mücadelesi de, ne dersen de adına. Böyle başlamazmı esas hikaye.

Hikaye çok derin olması hasebiyle biraz ucundan değinelim istedim. Ve bu doğrultuda  son yıllarda yaşanan ve ülke gündemini hayli meşgul eden,hani başımızın ağrısını unutturan diş ağrısı gibi yahut soğuktan donanı buzla ovarlar tarzı yaşanan bu gelişmelere hiçte yabancı değiliz milletçe ve devletçe. Neler oluyor orada..? Konunun önemi ve yıllardır değişik zamanlarda ve değişik mekanlarda sahneleniyor olması inanın yazılacak binlerce sayfayı beynimin dağarcıklarında bir oyana bir buyana savururken kaç kez farklı pencerelerden olaya bakıp farklı pencerelerden görülmesini istediğim bir çok sayfayı silip attım. Meselenin görünen boyutu herkesçe malum lakin perde arkası çok hamurlara su dökecek cinsten. Daha somutlaştırarak sonuca gitmek adına…..

Bir ülkenin Başbakanı ki son derece demokratik son derece şeffaf olarak devletin başındaki kişi kendi toprakları içerisinde güzide kurumlarımızdan birine son derece doğal bir ziyaret gerçekleştiriyor. Buraya kadar herşey normal. Ama işte tamda bu esnada film kopuyor ve işler kararıp kaosa sürükleniyor ve çatışma ortamı yaşanıyor. Bu da olabilir. Elbette gönül isterki insanlarımız hele ki okuyan araştıran yazan insanlarımız varsa eğer bir olay karşısında yada bir düşünceye muhaliflik anlamında tepkilerini en demokratik yollarla ortaya koyabilsinler. Ama nedense sanki önceden kurulmuş bir saatin zembereği gibi boşalıveriyor ve ortalık savaş alanı. Bu mu demokrasi? Bu mu özgürlük? Bumu bazı insanların “ne var bunda tepkilerini ortaya koyuyorlar onlar genç ve delikanlı…” diyerek kurulmuş planlanmış bir takım anarşist eylemleri haklı gösteremeye yönelik çabalarının adına demokrasi denmesi..  Ve içler acısı olaylar basında kanaat önderleri diye addedilen bazı kendini bilmez aydın geçinen aymazlarla devam ediyor. Bakın ne diyor bir tanesi.. 

Neymiş efendim “ Hükumetin kulağına küpe olsun bu olaylar. Öğrencilerle ve öğretim görevlileriyle tartışmak iyi sonuçlar doğurmaz..”mış diyor ve aba altından sopa gösterip 80 öncesi öğrenci olaylarına atıfta bulunuyor. Daha acı bir saptamam ise yine toplumumuzun kanaat önderlerinden bir aymaz da “ bir yerde bir kişi taş atıyorsa orada suç işleniyor demektir. Lakin bir yerde birden çok kişi taş atıyorsa bu demokratik bir tepkidir.”.. Bakarmısınız Allah aşkına.. Bakarmısınız lütfen. Yani bukadar aymaz olabilecek kişiler ne yazıkkı her gün medyada insanlarımız üzerinde beyin yıkama operasyonlarında bir numara oluyor. Bu saptamaya göre güneydoğuda hatta batıda emniyet güçlerimize taş molotof kokteyli atanlar demokrasiyi icra ediyormuş. Hatta hatta pkk terör örgütüne mensup kişilerde bu yaklaşıma göre demokratik tepkilerini ortaya koyuyormuş. Yazıklar olsun. Başka kelimem yok.

Başarı nedir gerçekte..?

Meselenin bu görünen analizi peki ya sosyolojik açıdan bakarsak, üniversite gençliğinin tam olarak neden kalkışılmış bir eylem olduğunu (eminim kendileride sudan sebeplere bağlıyor) bilmeden ve insan psikolojisinin kitle psikolojilerini oluşturduğu gerçeğini unutmadan sosyal hayattaki ( bunu eğitim aile arkadaş çevre ilişkileri olarak sınıflandırabiliriz ) zayıf silik kalmışlığın yani bir derece başarısızlığın örtpas edilme yöntemi iç güdüsü olarakmı tercih edildiği düşünülmelidir.Şimdi bir kısım zihinlerde şöyle bir düşünce hasıl olacağını düşünüyorum. “Efendim adam koskoca ODTÜ de eğitim görüyor. Kolaymı ODTÜ de öğrenci olmak, başarısız  olduklarınıda nerden çıkardın.?”

Burada başarının,başarmanın tanımına da ciddi anlamda geniş perspektifte bakmak gerekir. Başarı,bir alanda,bir kolda değerlendirilebilecek bir kazanım mıdır yahut bir alanda maksimumdan ziyade bir çok alanda kafi derece edinilmesi daha elzem bir kazanım mıdır, bunu da değerlendirebiliriz. Yani daha somut olarak,tanımlamaları zihinlerde netleştirmek adına özetlemek gerekirse, eğitim alanında dünyada bir numara olmak yada her alanda ki buna aile sosyal çevre sosyal aktiviteler gibi alt başlıklarda, kafi derecede kazanımlar mıdır asıl olan? Başka bir deyişle; aslında başarı hayatımızdaki idealizm çizgimizle realizm çizgisini ne derece birbirine yaklaştırabildiğimizle doğru orantılı artan yada azalan bir kazanımdır. Siz çok iyi bir hukukçu, bu alanda bir duayen, bir literatür olabilirsiniz ama bu sizin başarılı bir birey olduğunuzu asla göstermez sadece başarılı bir hukukçu olduğunuzu gösterir. Yada müthiş bir cerrahta olabilir hatta yeryüzünde bir ilki gerçekleştirip insanlara vicdan nakli bile yapmayı başarmış olabilirsiniz ki buda sizin çok başarılı bir birey olduğunuzu kanıtlamaz. Sadece sizin için çok başarılı bir cerrah tanımı yapılır. Eğer evinizde, ailenizle, çocuklarınızla, arkadaşlarınızla, sosyal çevrenizle de başarılı etkin ilişkileriniz yoksa ne kadar başarılı olursanız olun siz başarısızsınızdır. Dolayısıyla çok zeki olmanız çok başarılı olacağınız anlamına gelmez yada çok iyi bir eğitim alıyor veya almış olduğunuz yine başarılı olduğunuzu kanıtlamaz. İdealizm ve realizm çizgisi… Öyle değil mi.?

Hulasa,bir ülkenin evlatları şu yada bu şekilde, gerek birilerinin etkisi altında kalarak, gerek şimdiye değin sosyal hayatta başarısızlıklarının kendi içinde örtpas edilmesi hissiyatı “bu düzeni değiştireceğiz, başkaldırıyoruz,isyan ediyoruz,kabullenmiyoruz..” içsesleri ile girişilen eylemlerin ne kadar demokratik olduğu tartışılmalıdır. Şu yada bu şekilde, karşınızdaki size zıt düşünceye sahip  diye yada sizin tasvip etmediğiniz fikirleri benimsiyor diye şiddet içeren eylemlerle karşılık vermek ne derece demokratiktir?. İşin daha acı ve bizleri derin endişelere sevk etmesi gereken yanı ise,ülkede kanaat önderi, ileri payelere sahip ve kitleleri sevk edici, zihinleri etki altına alma yeteneğine sahip bir kişi ve bununla birlikte neredeyse yarım yüzyılını meslekte geçirmiş yazarların bu eylemleri taktir, teşvik edici beyanlarıdır. Bu genç evlatlarımızı, kardeşlerimizi, yaptıkları hatada dahada teşvik edici yazılı sözlü beyanlar durumun vehameti açısından son derece manidardır. Aslında şiddetin terörün anarşinin hiçbir haklı ve meşru yanı olmamasına karşın bizim kültürel değerlerimizin büyüklüğünün bir yansıması olan hoşgörü çatısı altında hadi diyelimki onlar genç cahil delikanlılar ve yaptıklarının aslında nerelere vardığını ülkeye kendilerince sahip çıkma adına nelerin kaybedildiğini ve verilen zararın manevi ölçüde ne denli büyük olduğunu bilemiyor yada kestiremiyorlar, peki yarım yüzyıl boyunca bu ülkede sayısız muhtıra darbe çatışma görmüş aydınlarımızın bu tutumu.??

Bu konu üzerinde günlerce konuşulabileceğini belirttikten sonra özetle şunu söylemek isterim. Çoğu insanımıza klasik gelebilir ama binyıllardır değişmeyen gerçek budur. Devlet babadır. Baba kızabilir baba bağırabilir. Sonunda affeder. O genç evlatlarımız kardeşlerimiz bu devletin bu milletin değerleridir ve hiçbir zaman devletimiz onlara küsmez küsemez. Fırtına diner bağırlarına basar sarılır kucaklar. Fakat kültürümüzde gençtir hata yapabilir değeri ile sürekli affeden büyüklerimiz kendilerini  tehtit eden aba altından sopa gösteren derleyici toplayıcı olmak yerine kaos şiddet ve anarşiden beslenip popülaritesini koruyan yetişkin kanaat önderlerini yazarları siyasal kitle liderlerini asla unutmayacağını düşünüyorum.

“İyi o zaman, ben muhalifim…..”

Bir diğer üzerinde ciddi anlamda düşünülmesi gereken konu ise yine demokrasi adı altında kendi mesleğinden ziyade nedense toplumu germeyi kışkırtmayı kardeşliği zedelemeyi kendine meslek edinmiş sözde düşünür özde uyanıkken düş görür herkesçe bilinen medyatik şahsiyetlerin bu ülkeye verdiği zararlar.  Neden bu demokrasi ve özgürlük kelimeleri “meydan senin söv say bağır çağır istediğini de istediğine hakaret et istediğine küfret..” olarak algılanır bunu da hiç anlamış değilim. Adamın biri gemiyle bir adaya çıkar. Adaya ayak basar basmaz oradakilere “ burada iktidar var mı?” der. “evet” cevabı alınca “ iyi o zaman ben muhalifim.”der mantığı ile olsa gerek, son 10 yılda bu ülkede cumhuriyet tarihinde hiç olmamış kazanımlar,hiç olmadığı kadar ekonomik ve sosyal anlamda yapılan atılımlar nasıl görmezden gelinir, nasıl hiçe sayılır aklım almıyor doğrusu. 1990'ları hatırlayalım. Faili meçhuller,sivil ve resmi darbeler,muhtıralar,batık bankalar,saymakla bitmeyecek acılar,acizlikler. Şimdi yaşanılan durum neden yok sayılır,neden inkar edilir anlamıyorum. Gelin mevcut iktidarı yok edelim. Hepsini, tıpkı eskilerde olduğu gibi yok edelim. Bir düşünün. Gittiler ve yoklar. Peki sonra.? Ne olacak?. Alternatifiniz nedir,alternatifiniz kimdir?. Mevcut durumdan daha iyi olacağına inanıyormusunuz.? Bu sorular ciddi anlamda sorulması gereken sorulardır. Son zamanlarda yazılı ve görsel medyada gündemi takip ederken sıkça muhalif seslere bakıyorum. Sadece adaya çıkan insan gibi “iyi o zaman ben muhalifim.”. Neden? Neye muhalifsin?İçeride muhalif,dışarıda muhalif,baba adı muhalif,dede adı muhalif.. Gerekçe; yok.Genlerden gelen bir muhalif. Adaya çıkan..

İsterseniz biraz ses olalım onlar adına. Sakın “ onlar “ sıfatım ötekileştiriyor ayrıştırıyor anlamında algılanmasın. Çünkü evrende herşey zıttıyla vardır. Zıttı olmayan hiçbir şey yoktur.  Siyah beyazla vardır. İyi kötüyle. Her şey kendi zıttıyla anlaşılabilir ve değer kazanır. Onlar ondan vardır. Şimdi diyorlarki dışarıda başarısız siyaset. Zayıf siyaset. Basiretsiz siyaset. Güleriz ağlanacak halimize deriz ya işte tamda böylesi bir inadına muhaliflik durumu hasıl olmuyor mu burada.? Az önce ne dedik “ Evrende herşey zıttıyla vardır.” Siz bir ülkenin bir milletin yönetimine birinci sıradan talip oluyorsunuz lakin yıllardır eleştirdiğiniz şeylerin bir tekine bile alternatif geliştiremiyorsunuz. Bu çok vahim değil midir. ? Burada şu yada bu ülke adı yahut lider adı kullanmayacağım zira anlattıklarımın bir fikre empoze edilmesinden ziyada bakış açımızın anlaşılmasıdır asıl arzu ettiğim. Ülke adı ne olursa olsun, liderleride.. Aşık olmamız gereken tek olgu tek hedef başarı olmalıdır. Diyelimki Fransa, yada Hollanda yada İngiltere yahut Amerika veya Katar yada Malezya.. Adının ne olduğunun önemi var mı.? Bence yok. Başarı her zaman taktir edilmesi gereken en büyük kazanımdır ve öylede olmalıdır. Bunu kesinlikle bir siyasi düşünce altında kaleme almıyorum samimiyetimden emin olabilirsiniz. Her zaman başaran insanı başaran milleti devleti taktir etmişimdir ve yılmadan edeceğim. Yıllardır verdiğim örnekler arasında ki ciddi anlamda dikkat edilmesi gereken örneklerin başında gelir Japonya. Katılmayanınız var mı.?

Çalışmış, onca imkansızlıklara rağmen, taklitle başlayan bir sanayi devi olagelmiştir. Önceleri taklit ederek başlamış ve sonraları ise kendi adını yaratmış ve dünyada kabul görmüştür. Kim ne derse desin taktir ederim. Bunun yanında yeni yeni atağa geçen Malezya ve dahi Güney Kore. Bunları başarılarından dolayı taktir ettim diye sanırım kimse beni eleştirmeyecektir. Bunlarla birlikte elbette Amerika ki sayısız düşmanı olmasına karşın. Seversiniz yada sevmezsiniz. Şunu inkar edebilirmiyiz.? Bugün dünyanın tek süper gücü. 

Uluslar arası siyaset duygusallığı asla kabul etmez…

Lütfen duygusal boyuttan çıkıp bakalım. Bir millet düşününki bir hedef uğruna yüzyıllarca kilitlenmiş sadece o hedef uğruna özel hayatından vazgeçmiş varını yoğunu çalıştığı kazandığı tek kuruşu bile o uğurda harcamış bir millet düşünün. Ve bu gün dünya siyasetine yön veriyor. Milletler ve devletler sürekli kendini yenileyerek geliştirerek çağa ayak uydururken dış dünyaya kapılarını kapamış içeride halkını inim inim inletip hala firavun tarzı yönetimlerle tüm dünyanın tepkisini çeken ülkelerde bunlarla birlikte ciddi anlamda irdelenmelidir. Dolayısıyla bu değişim gelişim sürecinde dünyanın orta yerinde yaşanan bu gelişmelere tepkisiz kalmak hem uluslar arası ilişkiler gereği hem insanlık gereği nekadar doğru bir yaklaşım olur buda tartışılmalıdır.. Yokluk ve sefalet içinde sanat eserleri yaratan milletler olduğu gibi varlık ve bolluk içerisinde halkını sefil yaşatan iktidarlarda gözardı edilmemelidir. İşte Suriye ve dahi Libya ve çoğaltılacak bir sürü örneğin sonuncusu Mübarek’in pençelerinde yıllardır kıvranan Mısır. Dünyanın kaderine yön veren devletlerin müdahaleleri iyi oldu kötü oldu bunlarda demokratik ortamlarda akil insanlarca tartışılabilecek konulardır ama  daha önemlisi iktidarı elinde bulundurduğu gücü kaybedeceğini anlayınca, kadın, erkek, çocuk, yaşlı demeden binlerce insanın kanını dökmeyi hak görecek kadar gözü kararmışlığa yapılan müdahalenin nekadarda haklı yapıldığının bir kanıtı değilmidir.? Siz masumiyetten adaletten bahsedeceksiniz ve tüm dünyaya utanmadan adalet ve hakkaniyet nutukları atacaksınız ama hanedanınızın yıkılacağını anladığınız anda kendi milletinizi kesip biçip adeta doğrayacaksınız. Buda size yapılanın ne denli haklı bir müdahale olduğunu gösterir. Zira sizi böyle bir durumda haklı çıkaracak ve hatta yıllardır yaptıklarınıza güveniyorsanız hanedanınızı dahada sağlamlaştıracak yegane adım en demokratik yollarla seçime gitmek ve halkın sesine kulak vermek değilmidir.

Dünya değişmektedir. Klasik bir söz vardır ve sonuna kadar katıldığım bir sözdür “ değişmeyen tek şey değişimin kendisidir”. Sistemler değişebilir, yönetimler değişebilir,bakış açıları değişebilir, dünya değişebilir ve hatta gelişerek değişmelidir. Sorun bu değişimin nasıl gerçekleştiğidir. Daha çağdaş daha demokratik kazanımlar adına ileriye götürecek insanların yaşam standartlarını daha yaşanılır kılacak her türlü değişimin elzem ve kaçınılmaz olduğu aşikardır. Tarihte yok olmuş milletlerin devletlerin var oluş ve yok oluş süreçlerine sebeplerine baktığımızda en önemli etkenlerin başında zamana bilime ve bu temelde gerçekleşen tüm gelişmelere ayak uyduramayıp gerçekleşen hızlı değişime ayak uyduramadıklarından geride kaldıklarından yada algılarını kapadıklarından mütevellit olduğunu çok açıkça görürüz. Bunda Avrupa’da kurulan ve dahi Asya’da kurulan menşei her ne kökenli olursa olsun bir sürü devlet örnek verilebilir. Son olarak uluslar arası politikalarda gelişmelere duygusal yaklaşmak son derece yanlış olacağı gibi bölgede yaşanılan ve kaçınılmaz olan değişimlerde geri kalmayı adapte olamamayı ve devletçe etkin konumda olamamayı beraberinde getireceği gibi ciddi anlamda kayıpların oluşmasında neden olacağı geçmiş dönemlerde yaşanılan bölgesel değişimlere kayıtsız kalınan yada duygusal yaklaşılan tecrübelerle sabitleştirilmiş gerçeklerdir.

Yüzünüze tükürürler..

Şimdi kuru eleştirilerden medet umanlara sesleniyorum. Kaçınız milli bir dava uğrunda varınızı yoğunuzu verirsiniz.? Kaçınız bir hedef uğruna yaşarsınız.? 1923 ten bu yana ha babam de babam çalıp çırpacaksınız. Devletin malını zimmetinize geçireceksiniz. İhtilaller yapıp binlerce insanın kanına gireceksiniz inançları uğruna binlerce insanı fişleyeceksiniz laiklik Kemalizm naraları altında ucuz vatanperverlik yapacaksınız milletin huzurunu toplumsal barışı zedeleyerek kaos ve karmaşadan besleneceksiniz, terörü ayrışmayı kamplaşmayı yaşam tarzı edineceksiniz sonra kalkıp mevcut atılımları kelle koltukta iyimser tamamen toplumun huzuru refahı adına yapılan demokratik girişimleri eleştirip insanları vatan hainliği ile suçlayacaksınız, gençleri kışkırtıp puan toplamaya çalışacaksınız, iç ve dış siyaseti ülkeyi satmakla bölmekle eş değer yansıtıp, topluma empoze etmeye çalışacaksınız ve bunun adına da vatan millet Sakarya diyeceksiniz. Bunu beş yaşında çocuğa bile yutturamazsınız. Bir gün gelir o çocuk sizin yüzünüze tükürür.

Bu necip millet emin olun bunları yemez. Sizin çıkarlarınızla beslenen tarihi geniş bir perspektifte incelemek irdelemek yerine sizin yazdıklarınızla eşdeğer tutup dizilerden öğrenen bir kısım yandaşlarınızla bu milletin içine asla kin ve nifak tohumları ekemeyeceksiniz.

Devletine ve milletine karşı son derece samimi çalışıp, ülkesini daha çok daha ilerilere taşımak adına herşeyinden vazgeçen milletler hangi ırktan olursa olsun desteklenmese bile örnek alınmalıdır. 600 yıl dünyaya hükmetmiş kutlu bir imparatorluğun hukuk sistemini, devlet idare sistemini örnek alıp önce taklitle başlayarak sonunda kendine uyarlayarak bu günlere gelmiş ve bugün bir imparatorluk kurmuş milletler her nekadar inkar etsekte aşikardır ve gün gibi ortadadır. Bu kutlu imparatorluğun yıkılışından beri geçen bunca süreye rağmen dünya üzerinde onların saltanatına onlardaki demokrasi anlayışına hala erişilememiş olması bence o kutlu imparatorluğun varisleri olarak bizi derin düşüncelere sevk etmelidir. Ceddimizin hüküm sürdüğü 6 yüzyıl ciddi anlamda tüm şeffaflığı ile akademik kadrolarca irdelenmeli incelenmeli ve hızla zamana uyarlanarak uygulanmalıdır. Bir çadırdan doğan o kutlu devletin 600 yıl tüm dünyada saygı hürmet ve itibar görmesindeki sır 90 yıldır bizi olduğumuz yerde saydıran mevcut sistemi ciddi anlamda sorgulamaya götürecektir.

En derin saygılarımla.

Murat PUL